Hz. Mevlana’ya sorarlar, o kadar okur, o kadar yazarsın. Peki ne bilirsin? O da cevap vermiş; “Haddimi bilirim!”
Haddini bilme konusu günümüzün cevabı çok basit, ancak en karmaşık, en içinden çıkılmaz hale getirilen konusudur.
Kavga etmeden, küfürleşmeden, yumruklaşmadan, cep telefonlarıyla hakaret etmeden bir işi halledemiyoruz!
Söven insanlara, langur-lungur en kaba ve adi bir şekilde hakaret ederek konuşanlara prim veriyoruz.
Ne güzel sövüyor diye sırtını sıvazlıyoruz.
Kaba-saba konuşanları, hadi bir daha söyle diye teşvik ediyor, bayılıyorum arkadaş bu adama diye de, anlatmaktan kendimizi alamıyoruz.
Bu değişik bir sosyal patlama sevgili okurlar!
Haddini bilmeyi unutma patlaması!
İkaz edene, sen kendine bak demeler, argo sataşmalar, gülünmeyecek ne kadar edepsizlik varsa gülmeler, arkadaşlarına hiç yakışmayacak lakaplar takıp o lakaplarla çağırmalar, külhanbeyi tavırlar, dozunun iyiden iyiye kaçırıldığı şakalar!
Bu insanlar kendine nasıl gelecek?
Kendini nasıl toparlayacak?
Haddini nasıl bilecek?
Kimse bana haddimi bildiremez, bana haddimi bildirmeye kalkanın diye ayağa kalkan gözü dönmüş, birçok ahlaki değerlerini kaybedeli epey bir zaman olmuşa ne yapacaksınız?
Dur evladım, aman yapma mı, diyeceksiniz!
Had nedir, hadsiz diye kime derler, dur nedir, durak nedir, susmak nedir, saygı nedir konularını öğrenmesine siz mani olmadınız mı?
“Emmine bi söv oğlum dediniz, sövdü çocuk!”
Komşunun çocuklarını dövdü, aslanım benim dediniz!
Cam kırdı, sağa-sola zarar-ziyan açtı, delikanlılığın şanındandır dediniz, sırtını sıvazladınız!
Haddini bilmemeye böyle başladı, böyle alıştı, birçok haddini bilmeyen!
Sonraki yıllarda kendilerini bir hayli geliştirdiler.
Atlatanlar, göz boyayanlar, yalanları doğru gibi söyleyenler, zeytinyağı gibi su yüzüne çıkanlar, haksızken nasıl haklı olunur yolunu keşfedenler haddini bilmeyenlerin doktora, master yapmışlarıydılar!
Konuşmak, kendimi savunmak benim hakkım değil mi, diye ortaya fırlayan şarlatanlar, kendini bilmezler, kendinden başkasının da, birçok konu da, hakkı olduğunu görmezden gelenler artık her yerdeler!..
Büyük bilmezler!
Küçük bilmezler…
Edep bilmezler..
Adap bilmezler…
Sevgisizlik ve saygısızlığı yüzlerinden okuyabilirsiniz!
Edepsizlerin, kendini bilmezlerin cesaretlendirildiği, yüreklendirildiği bir zamanı yaşıyoruz!
Haddini bilmenin ne olduğunu bilmeyen haddini hududunu aşmışlar var çünkü!
Eskiler yerini yurdunu bilmeden konuşma derlerdi!
Edepsiz için her yer kendi yeri, her çatma, her küfretme ona verilmiş hak!
Toplum olarak, büyük bir zafiyet geçiriyoruz!
Terbiyeli, efendi, dürüst, ehli nezaket insanları neden sevmediğimizi, neden sevemediğimizi hiç düşündünüz mü?
Haddini bilenleri sever görünme ikiyüzlülüğümüz artık saklanamıyor!
Çünkü; Haddini bilenleri sevmiyoruz!
Bu sevmeme, bize kaybettiğimiz erdemleri, kaybettiğimiz efendiliği, kaybettiğimiz insanlığımızı hatırlatıyor!
Bu hatırlatmaya kızıyoruz!
Haddini bilmeyenin arsızlığı, yüzsüzlüğü ayyuka çıktığında, tahammül boyutlarını aştığında, yok mu bunlara bir haddini bildirecek diye sızlananda yine bizler değil miyiz?
Şımarttıklarımız…
Yüz verdiklerimiz…
Terbiyesizliklerine göz yumduklarımız!
Sevmediklerimizin üzerine gönderip hakaret ettirdiklerimiz onlar değil mi?
Haddimi bilirim diyebilmek öyle kolay değil sevgili okurlar. Haddini bilmek günümüzde kıldan ince, kılıçtan keskince diye anlatılan “Sırat köprüsü” gibi. Haddini bilen insanlara tahammülü olmayanların, onlara dahi, neden haddini biliyorlar, kötü örnek oluyorlar diyerek, haddini bildirmeye kalktıkları bir haddini bildirme zamanıdır yaşanan! Ne yazık ki siyasette, ticarette, sanayide, sanatta, kültürde velhasıl her alanda!