Dost diye bir başlamaya görelim, neler yoktur dilimizde. Dost kazığı mı, demeyiz. Dosta düşmana karşı mı demeyiz.
Dostlar alışverişte görsün diye takılır, Dostlar başından ırak olsun diye temennilerde bulunur,
Dost acı söyler diye gerçek dostluğun önemine vurgu yaparız.
Dost başa bakar, düşman ayağa deriz, Dost bin ise azdır, düşman bir ise çoktur diye söyleniriz.
Dost, dostun ayıbını yüzüne söyler derken gerçek dostun sözünün yabana atılmaması gerektiğine vurgu yaparız. Dost, dostun eğerlenmiş atıdır derken kişinin başı sıkıştığında, ilk yardımın dostundan geleceğine olan inancımızı ortaya koyarız.
İyi dost kara günde belli olur diye de pekiştiririz.
Biliriz ki, Dostun attığı taş baş yarmaz.
Buraya kadar her ne demişsek, geçmişe dair sayın dediklerimizi.
Bugünlerde gerçek dostları tenzih ederek, onların hoşgörüsü ve aflarına sığınarak, dost tablosu ve dost manzaraları çizmek gibi zaruretler hasıl olduğunu üzülerek ifade edelim!
***
Dost dost diye konuşmaktan kendimizi alamayan bizler, dosta ve dostluğa ne kadar önem veriyoruz acaba?
Dost diye aradığımız nasıl bir kişi?
Gönül dostu, gönülden dost arayan var mı?
İşimizi görmeyen, sıkıntımızı çözmeyen, bizi her halukarda desteklemeyen dostu neyleyeyim mi diyoruz?
Dostta aradığımız özellik ne?
Dost dediğimiz sağ gösterip, sol vuran mı?
Ondan uzaklaştığımız an, aleyhimizde konuşan mı?
Yüzümüze gülüp, ardımızdan kuyumuzu kazan mı?
Ne yaparsak yapalım bizi tasdikleyen mi?
Tepe tepe kullandığımız, her işimizi yaptırdığımız, işimiz olduğunda yanımızdan ayırmadığımız, onunla işimiz olmadığında arayıncaya kadar gözümün önünde olmasın dediğimiz insan mı?
Dost beni ikaz etmeyen, yanlış yaptığımda karşıma dikilmeyen, çizgiden çıktığımda yakamdan yapışmayan ama hep yanımda bulunan biri mi?
Yoksa bütün bu sayılanları karşılıklı olarak birbirimize yapanlardanız da, bunun adına işte gerçek dostluk bu mu diyoruz?
Dostluk bu demekse işimiz var!…
İşiniz var!…
Dilimizde dolaştırdığımız dost kavramı neyin nesi?
Herkesin dostu kendi yürüdüğü yola göre, meşrebine göre olur derdi büyüklerimiz.
Gösterilen dostluk kadar, dostluk görülen bir dünya!…
Çıkar bittiğinde, menfaatler sona erdiğinde, yol ayrımına gelindiğinde güle güle denilen bir anlayış!…
İşin tuhafı dost kalalım, gün gelir bu kapıları yine çalabiliriz ihtimali ile şimdilik kaydıyla yapılan bir el sıkışma, usulen sarılma yani vedalaşma seremonisi!…
Bunun adına da dostça ayrılma deniyor!…
Dost dosttan ayrılır mı denmiyor?
Dostluk menfaatler bitinceye kadar değil, ölünceye kadar olmalı diye verilen öğütlere kimsenin aldırmadığı ve dikkate almadığı bir dünya!…
Dostlarla oturmak, dostlarla bir arada olmak, dostlarla bir şeyler paylaşmak, istişare etmek gibi erdemler dillerden düşecek gibi değil.
Kala kala bir o kalmış dillerde.
Dostu göremeyen, dostu fark edemeyen, dostu es geçen, dostun yanından geçip giden bir göze sahipseniz, sahi nereye bakıyorsunuz siz?
Dost olmak, dostu bulmak, dostla sırdaş olmak, haldaş olmak kolay mesele mi?
Kusursuz dost arayan dostsuz kalır dememiş mi Hz. Pir?
Yazık dostlarını hiç yüzünden bir kalemde silenlere!…
Onlar bu dünyadan dileriz dostsuz olarak ayrılmak zorunda kalmazlar!…
Adam gibi adam olan dostları bulmak kolay değil.
Hem de hiç değil…
Eskiler bulunduğunuz diyarı Köristanlara döndürmeyin demişler.
Dostu göremeyen göz, nereye bakıyor diye hiç düşündünüz mü?
Üç günlük heveslere, üç kuruşluk tamahkârlıklara, satılan dostlukların sahte dostluklar olduğunu kimse anlamaz mı sanıyorlar?
Kendinden başka akıllı olmadığı zannedenlerin, dilinde dostluk kavramıyla dostluğu biçtiğini düşünenlerin ileride yaşayacağı hüsranı anlatmak istemiyoruz.
Hz. Pir bu konuda bakın ne diyor; “İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir.”