Günümüz, dil ve kalbin birbirini tutmadığı sözlerin söylendiği bir zaman dilimine şahitlik ediyor. Dilinizle söylediğinizi, kalbinizle de söyleyebilir misiniz? Ne kadar söylersiniz? Ne kadarını söylersiniz?
Dil kalbe, kalp dile uyarsa ne olur? Dünya bir başka, bambaşka olur, umut çiçekleri açar. Huzur, mutluluk, sükûnet kaplar her yeri… Hoşgörü hâkim olur, barış hâkim olur yaşadığımız dünyaya…
Yüzler güler, eller dostça uzanır, sevgiye. Dünya sözde değil, gerçek anlamda güllük gülistanlık olur.
Doğruların, dürüstlerin, düzgün insanların dedikleri tutulur, kabul görür, dikkate alınır, haya baş tacı edilir. Hak yerini bulur. Adalet kendiliğinden tesis olur. Düzene çekidüzen verme iddiaları, söylentileri mahcubiyet duygusundan saklanacak yer arar. Yalan, yalancı olduğunu ikrar eder. Dedikodu, teslim bayrağını çekip, uzatır ellerini, teslim oluyorum der. Gurur, gözleri dolu dolu eğer başını…Kibir, kibrine ağlar! Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulmaz, Doğrucu Davut gibi adlara, sanlara, unvanlara ihtiyacı kalmaz.
Fitne, bin tövbe eder yaptıklarına, ettiklerine. Laf taşıyan, insanlar arasına nifak sokan lal olsun dilim diye, kendi kendine beddualar eder. Fesat, pişmanlıktan yerden yere vurur kendini. Haset, yaktığı ateşlerin içine kendini atar, pervane tabiatlı olabilme uğruna! İftira, kırk kilitli zindanlara atın beni, anahtarlarını da fırlatın ummanlara, bir bulan olmasın diye niyazlarda bulunur. Dil kalbe, kalp dile bir uyabilse, neler olmaz neler.
Hz. Mevlana’nın dediği gibi ya olduğu gibi ya da göründüğü gibi olur herkes. Bugün çektiğimiz sıkıntının asıl kaynağı bu. Dilimizle, kalbimiz arasındaki o yol açık değil. Açılmasın, kapalı kalsın diye, neredeyse her gün barikatlar, setler, engeller kuruyor, hendekler kazıyoruz. Aralarındaki haberleşmeyi yapabilecek hatları kendi ellerimizle koparıp atıyoruz. Bunu yaparken en ufak bir pişmanlığımız yok!
Ne yaparsak kendimize yapıyoruz, lakin, bildiğimiz halde, bunun farkında değilmişiz gibi davranmak işimize geliyor. Dil ve kalp arasında bağlantılar kesikse, ulaşabilecek yol sisten görünmüyor, yolun her adımını kendi ellerimizle tuzaklayıp, mayınlamışsak, dilimizle söylediğimizi kalbimizle söylemiyoruz demektir. Bu durumda ne mi oluyor? Samimiyetsizliğinizi, samimiyet diye ortaya döküyorsunuz!
Yalanları allayıp-pullayıp doğru diye kabul ettiriyorsunuz!
Senin için, senin hatırına diyerek, en yakın dostlarım dediklerinizi bile aldatabiliyor, kandırabiliyor, maddi-manevi zararlara uğratabiliyorsunuz! Bunlarla da kalmayıp; Sevgisizliğinizi sevgi diye…
Hoşgörüsüzlüğünüzü hoşgörü diye… Acımasızlığınızı acıma diye… Merhametsizliğinizi merhamet diye…
Vefasızlığınızı vefa diye… Yutturabilir, herkesi kandırabilir, muhataplarınızı inandırabilir, onları kolluyormuş, düşünüyormuş gibi yapabilir, timsah gözyaşları da dökebilirsiniz!
Dili ile kalbi birbirine uymayanlar için bütün yollar mubahtır. Onlar için hedefe giden yol üzerinde karşısına çıkan her ne varsa, engel durumundadır. Zaten engel dediğiniz ne için konur?
Hedefe ulaşmak için değil mi? Bu yolda ilerleyenlerin, tenkite, eleştiriye, sabra, öğüde ihtiyaçları yoktur. Yola çıktıklarını yolda bırakabilir, kendilerine yeni yol arkadaşları edinebilirler, hatta o arkadaş edindiklerini de bırakıp, yeni yol arkadaşlarıyla yollarına devam edebilirler.
Ara ara pişmanlık gibi bir ruh haline büründüklerinde, dilleri kalplerine uymaya hafifçe bir meylettiğinde; Kafaları karışır… Ben ne yapıyorum? Elimdeki bütün mevzileri bir bir kaybediyorum!
Ben deli miyim, divane miyim, neyim? Benzeri argümanlara ve laflara sığınıp, bildiklerinden şaşmamaya gayret sarf ederler.
Bizim en büyük pişmanlıklarımız, telafisi en olmayacak zamanlara bırakılmıştır. Yani son nefesimizi vermek üzere olduğumuz o veda anına. O an dilinizin kalbinize, kalbinizin dilinize uymuş olmasının size ne getireceğini bizleri yaratandan başka kim bilebilir?
Hz. Mevlâna, “Dilinle söylediğini kalbinle de söyle. Kalbinden geçmeyeni diline değdirme.” derken, yüzyıllar öncesinden cümlemizi uyarıyor aslında. Rabbimiz vakit saat dolmadan, akıl sağlığımız yerindeyken, dilimizi kalbimize, kalbimizi dilimize uydurma imkânı elimizdeyken, dünyayı hem kendimize hem bütün insanlara zehretmeye, cehenneme çevirmeye hakkımız olmadığı idrak edebilmeyi, nasip etsin inşallah.