Osmanlı sonrası Anadolu topraklarını pay etme Sevr ile başlamıştı. Sevr’i kabul etmeyen Türk milleti işgal altındaki vatan toprağını karış-karış geri aldı.
19 Mayıs 1919 ile 9 Eylül 1922 arasındaki süreç İstiklal Mücadelemiz olarak tarihe geçti. Tarihin elde tutulması en zor coğrafyalarının başında gelen Anadolu’da Türk milleti o kadar çok fırtına gördü, o kadar çok işgal edildi ve işgal tehdidi ile yaşadı, o kadar çok isyan atlattı ki, yazmaya kalksak sütunumuz yetmez.
Birliğiyle, dirliğiyle, beraberliğiyle, devlet ve millet olma özelliğiyle, imanıyla ve inancıyla atlattı bütün fırtınaları.
26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferiyle kapılarını açtığımız, 17 Eylül 1176 Kumdanlı (Miryakefalon) zaferiyle mührümüzü vurduğumuz bir coğrafya Anadolu.
Elimizden sürekli alınmak istenen, olmadı bölüp parçalanarak dağıtılmak istenen, bir coğrafya.
Selçukludan, Osmanlı’ya, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine uzanan uzun ince bir yolda ilerliyoruz.
Etrafımız yine ateş çemberi…
Sınırlar, şehirler alt-üst olmuş durumda. Mübarek Ramazanda bile ne vahşet durdu, ne gözyaşları dindi, ne de kan akması sona erdi.
Ölüm ve katliam Orta-Doğu’da kol geziyor!
Yine sözde dostlarımız çevremizde…
Ayı derisinden post, hiçbirisinden dost olmaz dediğimiz yılları yaşıyoruz.
Israrla dost olamayacaklardan, olması mümkün olmayanlardan dost olur, olmalı diye ayak direyenleri de ibretle seyrediyoruz!..
Türk Milletinin hali uzunca bir zamandan beri iyi değil. Oyalanan, suni gündemlerle meşgul edilen, cambaza bak misali türlü türlü oyunlar seyrettirilen, dizi film senaryolarını aratmayan aldatmacalarla, kandırmacalarla, eli-kolu bağlanan milletimin hali hal değil.
Başına vur, ağzından lokmasını al denir ya… O vaziyette. Uçan kuşa borçlu halde. Borcunu-harcını düşünmekten ne etrafını, ne çevresini, ne de sağını-solunu görebiliyor!
İşte o yüzden, ne biliyorsa unutmuş, ne görüyorsa seçemez durumda, kulakları küp gibi sağır olma yolunda.
İyi-kötü, yanlış-doğru, yalan-gerçek konusunda ne denirse ona inanmış yada inanmış görünüyor.
Doğruları ve gerçekleri ne görmek, ne duymak istemeyişinin başka bir izahı yok, çünkü!
Değilse, bu fersiz gözlerle, lâl olmuş dillerle, bakınıp durmayı anlayan beri gelsin!
En büyük cambazlardan birinin adını istikrar koymuşlar. İstikrar kaybolursa batarsın, bitersin, tarumar olursun, paramparça olursunda parçalarını toplayan bile bulunmaz deniyor adeta.
Efsunlanmış gibi bir hal var milletin üzerinde. Bu hal bizim halimiz değil. Bu bizim tavrımız değil diyemiyor.
Çünkü, “şu at gözlüğünü tak, işine bak” denmiş gibi boş gözlerle ve derin bir suskunluk içerisinde bakıyor insanımız!
Birde şirin gözükmek adına denmiş ki;
Seni alakadar etmeyen konuları deşme, biz deşelim.
Merak edip eşme, biz eşelim.
Biz senin adına senden daha iyi düşünürüz, en kolay şekilde her müşkülünü hallederiz, her meselen bizde!…
Tek bir isteğimiz var oy’un, ver oyunu, yaslan arkana, inan her şey çok güzel olacak. Savaşlar bitecek, anaların gözyaşları dinecek, şehit cenazeleri, gelmeyecek. Her kim ne istiyorsa onu alacak!…
***
Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte çatı adayı olarak gösterilen Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu eşit olmayan şartlarda bir mücadelenin içinde, taraflardan bir tanesi Başkanlık için, bir diğeri özerklik için asılıyor seçimlere.
Türk Milletinin adayı, Türkiye’nin adayı Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu…
Onun adı belli olduğunda, çatıdan bihaber olanlar, saldırdılar çatıya…
Çatı’nın ne olduğunu bilmeyenler, Kapıdan, kilitten, anahtardan, köprüden, geçitten haberi olmayanlar, çatı üzerine ne söyledilerse olmadı, tutmadı…
Önemli olan kimin çatısı altında toplanıldığı meselesini kavrayamadılar!
Lafla çatı çatırdatanlar, kendilerinin çatırdadıklarını göremediler!
Bakmak ve görmek arasındaki o ince çizgiyi fark edemeden laf taşını savurdular.
Ne mi oldu?
Bumerangı bilirsiniz!
Attıkları taşlar, bumerang misali döndü kendilerini vurdu arkadaşların!
Evet çatı var, amma bir tane var.
O çatı da, Ekmeleddin İhsanoğlu ile birlikte, Türkiye çatısı…
Çatısı olmayan ne yapar?
Ya konacak bir başka çatı, ya da emaneten sığınacağı saçak altı arar.
Kalemşörler, haritacılar, mimar ve mühendisler, teknik elemanlar, hat değiştiren makinistler hem çatıyı çatırdatıyorlar, hem de çatırdıyor dedikleri çatıya, istemem yan cebime koy mukabili talipler!
Onun içinde hat çizmeye başladılar.
Samsun-Sivas-Erzurum hattı Mustafa Kemal’in liderliğinde Türk Milletinin hattıydı. O hattın sözcüsü, hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır diyordu.
Misak-ı Milli sınırları içinde vatan bir bütündür asla parçalanamaz diyordu.
Hat çizerken, bu hattın inceliklerini de bilmek gerekiyor.
Bu hattın içinde var olanların ne kadar farkındasınız?
Mademki bu hattı çizdiniz, özerklik isteyenlere ne özerkliği bu diye kolaysa sorun bakalım! Musul, Kerkük, Batum bizim toprağımızdır, bize aittir, verin bize deyin de görelim!
Hattı çizdin mi, bütün bunları göze alacaksın!
Göze alamıyorsan, Samsun- Erzurum- Sivas hattının, milli hat olduğunu bilmiyorsun demektir.
Bu hat Türk Milletinin İstiklal mücadelesinin başladığı, milli duruşun sergilendiği, milli heyecanın ayakta tutulduğu hattır.
Bu hatta; toplama kalabalıklar, toplanıp dağılacak sadece göz boyamak, akıl çelmek için o meydanlara getirilmiş kalabalıklar milli bir duruş sergileyemezler.
Milli duruş sergilemek, lafla olmuyor.
Ortaya yüreğini koyacaksın, yüreğini!…
Lafla değil, samimiyetle ve milletin gözlerinin içine bakarak!
O altına bir türlü ellerin konulamadığı taş hikâyeleri var ya…
Ben gerekirse elimi taşın altına koymaya yemin ettim diye başlayanları pek meşhur ya!…
Ey benim gözünü sevdiğim milletim, taşın altına elini hiç bir zaman koyamayacak olanları daha ne kadar bekleyeceksin!
Daha ne kadar inanacaksın!
Bu duruş senin gerçek duruşunla bağdaşan bir duruş değil.
Sen, ölçmeden, biçmeden tartmadan laf bile söylemezsin!
İstişare etmeden karar vermezsin!
Çizdikleri hat, yeni bir hat değil.
O hat, rastgele bir hat hiç değil.
Bu hattı 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, işgal altındaki vatan toprağı için verdikleri İstiklal mücadelesi için tesis etmişlerdi.
Geleceğin Türk Gençlerine emanet ettiler ve gittiler.
Çok şükür ne bu hat, ne bu coğrafya, ne bu vatan toprağı sahipsiz değil!
Bin yıllık kardeşliğin hüküm sürdüğü bu coğrafyada sevgimizle, hoşgörümüzle, kardeşliğimizle biz varız!
Dün de vardık, bugün de varız, yarında olacağız!