Erol Sunat
Erol Sunat

“Bu da geçer”

featured

KPSS denen bela yeni çıkmıştı o zamanlar. Havalıydı, cafcaflıydı, fiyakası yerindeydi. Açılımı gösterişli ve havai fişekliydi! Sonra gerçek yüzünü ve niyetini gösterdi… Kahretti…Perişan etti…Sevgisizdi…Süründürdü… Sonra aldı yanına mülakatı, kalmadı yüksek puan alanın ne dermanı ne takati… Yirmi küsur yıldır kâbusları oldu KPSS. Evlenemediler. Bir işin ucundan tutamadılar. Torpil bulamadılar. Sizden-bizden hikayelerine kurban gittiler. İş yok…Aş yok…Ocak yok…Evlilik yok…Hayal kırıklığı çok…Umut kara yasta… Geldiler Cumhuriyetin yüzüncü yılına…Üzerinden neredeyse bir yıl kadar da geçti. Hiçbir şey değişmedi…

Yıl 2000’di. O günlerde Cumhuriyetin yüzüncü yılına 23 yıl vardı. Yeni bir bin yıl, yeni bir yüz yıl, yeni bir coşku, yeni bir heyecan vardı.

O gün 20 yaşında olanlar, hatta on sekizinde olanlar, bugün kırklı yaşlardalar.

O gün okulları vardı, umutları vardı, hayata atılmak gibi önüne geçilemeyen arzuları vardı.

Sevdikleri vardı. Sevdaları vardı. Hayalleri vardı.

Okullar bitti…Diplomalar alındı.

Yüksek lisanslara, master yapmalara, doktora düşünmelere başladı gençler.

Arkalarında kale gibi durdu Allah için aileler.

KPSS denen bela yeni çıkmıştı o zamanlar.

Havalıydı, cafcaflıydı, fiyakası yerindeydi. Açılımı gösterişli ve havai fişekliydi!

Sonra gerçek yüzünü ve niyetini gösterdi…

Kahretti…Perişan etti…Sevgisizdi…Süründürdü…

Sonra aldı yanına mülakatı, kalmadı yüksek puan alanın ne dermanı ne takati…

Yirmi küsur yıldır kâbusları oldu KPSS. Evlenemediler. Bir işin ucundan tutamadılar. Torpil bulamadılar. Sizden-bizden hikayelerine kurban gittiler.

İş yok…Aş yok…Ocak yok…Evlilik yok…Hayal kırıklığı çok…Umut kara yasta…

Geldiler Cumhuriyetin yüzüncü yılına…Üzerinden neredeyse bir yıl kadar da geçti. Hiçbir şey değişmedi…

*****

İki binli yılların başında Avrupa’nın en genç nüfusuna sahibiz diye öğünüyorduk.

Ya şimdi?

Yaşlanan bir Türkiye var!

Evlenemeyen, yuva kuramayan, çocuklarına bakabilmek için çırpınan, bana bir çocuktan fazlası haram diye düşüncelere kapılıp giden genç ana babalar var.

Bu nesil son yirmi yılda kaybettiğimiz, heba ettiğimiz, kendi elimizle yazık ettiğimiz bir nesil.

Hâlâ durumları belirsiz…

Hâlâ durumları ortada…

Hâlâ durumları ümitsiz vaka…

Ve biz hâlâ “–ecek” diyoruz, “-acak” diyoruz, rahmetli Müslüm Babanın şarkısında dediği gibi “Bu da geçer” deyip geçiyoruz.

*****

Düğün dernek işleri karışık.

Altın tavan…

Salondu, bilezikti, beyaz eşya idi falan…Evlenecek çiftlere oldu olan…

Evlenemediler…

Bir işin ucundan tutamadılar.

İp koptu…

Film koptu…

Taraflar arasında kıyamet koptu…

Sözden vazgeçildi…

Nişan atıldı.

Araya girildi, uzlaşıldı, barışıldı.

Yuva kuruldu…

Sonra ne mi oldu?

Taraflar tek celsede, şiddetli geçimsizlik denilen o manidar sebeple boşandı.

Mutluluk, mutlu olmak cayır-cayır yandı…

*****

Ayrılık olur, mahkeme olur, konuşan olmaz mı?

Komşular, akrabalar vurdu ayrılma dedikodusunun gözüne-gözüne…

Hiç kimse inmedi, inmek istemedi meselenin özüne…

Kırk yaşına varmadan dul kaldı bir yastıkta kocayın inşallah denen o çiftler.

Bazısının yanında boynu bükük çocuklar vardı.

Analı-babalıydılar, lakin her ikisinden de uzaktılar. Yetim miydiler? Öksüz müydüler?

Bilemediler.

Derin yalnızlık deniyor ya…O çocukların o derin yalnızlığını başka ne anlatır bilmem…

Sonra birileri çıkıp diyor ki…

Sevdaları yetmedi…Sevgi tükendi…Kimse yol göstermedi…

Kimse de demiyor ki, akıldanelik yapacağına, sen yol göstereydin ya…Yuva dağılmadan araya gireydin ya…

Sosyal patlama olursa diyen çok bilmişler var ya…Onlar daha ne olmasını bekliyorlarsa…Bıçak kemiğe dayanmayı aşmış, kesmiş kemiği…

Sabır taşı çatlamayı aşmış, patlamış, un ufak olmuş.

*****

Gençlik yıllarımızda oldukça hoş bir orta Anadolu türküsü vardı, “Ayvacı geliyor, Ayvacı. Ayvacı değil meyvacı. Evlenmeyin bekarlar şimdi kızlar kavgacı”

Bu türküyü en güzel kim mi söylerdi?

Rıza Konyalı…

Başka?

Ahmet Sezgin ve Seher Dilovan gibi sanatçılar…

Bu konuya nerden mi geldik? Gençler neden evlenemiyor, evlenmiyor diye soranlardan. Sormak, laf salatası yapmak bu türden sorulara çare mi?

Çözün o zaman bu meseleyi. Hem de kökünden halledin. Çocuk artış sayımız olması gereken sınırın altında. Boşanmalar çok fazla. Gençler lafa ve vaatlere doydu.

Altının gramı üç bin liraya doğru koştu koşacak…Ev eşyası taksitle ödenecek boyutları aştı. Asgari ücretle geçinebilir misiniz? Emekli maaşı on bin lira olan babanız sizi destekleyebilir mi?

Gençlerimiz ve insanımız hiç bu denli işin içinden çıkamayacak bir hale düşmemişti.

Kira denen gulyabani, gözünü kırpmadan rest çekmemişti.

Haramiden beter enflasyon, her Allah’ın günü yolumuzu kesmemişti.

Yakası yırtılsa da pes etmeyen Deli Bekir, hiç bu kadar çaresiz kalıp da pes etmemişti.

*****

Dip neresi diye soruyorlar ya…

Uzağa gitmeye gerek var mı?

Tutulmayan o eller bizim ellerimiz. Tut elimi demeyen dillerde bizim! Görmeyen gözler, duymayan kulaklar da. Umursamayanlar, başını öbür tarafa çevirenler, görmemek için yolunu değiştirenlerde bizim.

Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında geldiğimiz nokta da kalbi kırık gençlerin.

Ve bu gençlerin artık bir yirmi yılı daha yok. Bu hale seyirci olanların da seyredenlerinde…

Deniz bitti derler ya hani…

Deniz bitti…

Ayaklar suya erdi mi?

Ersin ya da ermesin…

Hakikat su götürmez bir şekilde ortada.

Susmak iflas etti.

Laf dondu kaldı meydanlarda.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!