Dünden dem vuranlar, biz dünü de bugünü de biliriz, dünden bugüne köprü inşa ederiz olur biter, dünde bizim bugün de diyerek sürüyorlar atlarını meydana… Ortada ne köprü var ne köprü inşasında kullanılacak malzeme… Rahmetli Müslüm baba, “Mesele” şarkısında ne diyordu? “Bu benim meselem, derin meselem / Ezelden ebede giden meselem” Mesele bundan ibaret efendim…
Hz. Mevlâna, “Sevgide güneş gibi ol. Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol. Hataları örtmede gece gibi ol. Öfkede ölü gibi ol. Her ne olursan ol. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!” demiş sekiz yüz yıl öncesi.
Biz sevgiyi kaybettik…Sevmeyi kaybettik. Birbirimizi sevemiyoruz.
Hakaretler yağıyor karşılıklı…Sözlerimiz ve cümlelerimiz sevgi yoksunu. Dostluğumuz göstermelik.
Pamuk ipliğine bağlı koptu kopacak bir dostluğa tutunmuş kalmışız.
Zoraki dostluk olabilir mi? Neden olmasın, oldu işte, dostuz dedik, dost kalalım dedik, gittiği yere kadar olamaz mı?
Olur olur bal gibi olur diyenler, dost ve dostluk kavramlarıyla dalga geçiyorlar aslında.
Kardeşiz diyenin dişleri gıcırdıyor.
Nasıl bir kardeşlikse artık…
Böyle bir manzarada hata üzerine hatalar yapılıyor.
Onulmaz yaralar açılıyor.
Yaralar kapanacağına, yara kaşıyıcılar yaraları kaşımakla kalmayıp, kanatıyorlar da…
Orhan Baba, “Hatasız kul olmaz” demiş ya o güzel şarkısında, biz hataları örtenlerden de hoş görenlerden de olamadık.
Hataları yüze vuranlardan, açık arayanlardan, pireyi deve, habbeyi kubbe yapanlardan olduk.
En ufak bir kıvılcım çakmasında, alt üst oluyor her şey.
Burnumuzda solunuyoruz. Yakmak, yıkmak, parçalamak gibi fiillerin peşinde sürüklenip gitmekten kendimizi alamıyoruz.
Öfkemizi yenemiyoruz bir türlü. Yenmek için bir gayretimizde yok, çabamızda.
Hiddet, nefret doludizgin…Tatlı dil yok, güler yüz yok, suratlar asık, barut gibi herkes.
Barış güvercinleri etrafımızda uçup dursa da omuzlarımıza konsa da onları görecek gözlerimiz öfkeye odaklı…
Öfke baldan tatlı diyen, öfke kışkırtıcıları öfkenin neleri havaya uçurduğunu, hangi köprüleri yıkıp geçtiğini, hangi kalpleri kırdığını görmezden geliyorlar.
Onun içindir ki ne olduğumuz gibi görünebiliyoruz, ne de göründüğümüz gibi olma ihtimalimiz var.
*****
“Dün dünle gitti cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım” diyen Mevlâna’ya kulak vermemekte ısrar ediyoruz.
Keşke bugün yeni bir şeyler söyleyebilseydik. Dünden kalan ne varsa, getirdik yığdık bugünün kapısının önüne…Hem de bile isteye…
Ne mi geçti elimize?
Bir türlü kapanmayan, kapanmaya niyeti olmayan bir yığın eski hesap.
Eteklerine yıllardır taş toplamışların, surat-savatlarından geçilmeyen bir dün…
Dünde bu ısrar niye?
Dünde ısrarın nedeni bugünden ödü kopmak değilse nedir?
Yeni şeyler söylememek için yemin mi ettiniz?
Ne dünmüş arkadaş? Bir türlü bugüne gelemeyen dünde ne buluyorsunuz bu kadar?
Dün yaşandı, bitti, hatasıyla-sevabıyla yalan oldu…Mesele bugün ne yapılacağı…Neler söylenebileceği…
Dün gitti, pılıyı-pırtıyı, tası tarağı toplayalı çok oldu.
Gitme diye, geri dön diye, geri gel diye ağıtlar yakmaktan bıkmadınız mı?
Madem yeni bir şeyler söyleyemeyeceksiniz, açın kapıları yeni şeyler söyleyecek olanlara, teslim edin kürsüleri…Bırakın konuşsun insanlar.
Halkın arasına inin, halkın…Halk dünden bugüne gelemeyenlerden fersah-fersah önde.
Duruşuyla, ferasetiyle anlayana neler anlatmıyor neler…
Dünde kalan, dünde yaşayan dönüp gelemiyor bir türlü. Eli bağlı, dili bağlı, yolu bağlı adeta…
Arada bir eşik var. Aşamıyor, atlayamıyor o eşiği…
Belli ki istemiyor, sanıyor ki, dünde kalmak ebedi sürüp gidecek.
Ey dün, madem her çağrıldığında koşup-koşup geliyorsun, madem geri gelmeyi çok seviyorsun, bir dahaki gelişinde, dün diye ağlayanları, hasretine dayanamayanları da al götür. Bakalım kaç kişi gelecek ardından?
*****
Dünde çakılıp kalanlar, dönüp-dönüp aynı noktaya gelenler akıl tutulması mı yaşıyorlar? Yoksa çok daha başka bir şey mi?
Dün biteli çok oldu…
Gideli de…
Gelelim bugüne…
Dünden geldik ya istemeye-istemeye…
Dünün izleri vurmuş yüzümüze, dilimize, halimize, ahvalimize…
Bugün diyecek diller, dün diye başlıyor söze, dün dili esir alıyor, söylenecek ne kadar söz varsa tamamını da…
Nasıl oluyor da dünden bugüne gelinemiyor diye bir de soruyorlar.
Gelmek istemeyenlerin kulakları çınlasın.
Dünden bugüne gelemeyenlerin muhatapları aslında fena sıkıldı.
Bunaldı, yetti artık, yeter artık, alın dünü, yolunuzda bahtınızda açık olsun demeye başladılar.
Dünden bugüne gelemeyenler bugüne geleceğiz, bugünü konuşacağız, bizde düne dair, dünle ilgili hiçbir şey bulamayacaksınız gibi eşsiz edebi cümleler sarf ediyorlar.
Hani yalanın batsın yalancı derler ya, işte öyle bir şey…
Zavallı bugün, bekleyip duruyor.
O beklerken, atı alan Üsküdar’ı defalarca geçmiş, tur üstüne tur bindirmiş, dün sevdalılarının umurunda mı?
Olsaydı, zaten böyle olmaz, ne işimiz var bizim dünle deyip, bugünle ilgili yeni şeyler konuşmaya çoktan başlarlardı…
*****
Düne dair bütün argümanları allayıp pullayanlar, bugünle savaş noktasında oldukça hazırlar. Bugün diyenler, bugün dediklerini, yeni bir şeyler söylediklerini, söyleyeceklerini bir türlü anlatamıyorlar.
Dünün gittiğini, bittiğini, geri gelmeyeceğini herkes biliyor.
Gelin bugüne, konuşun bugünü…
İstiyorsunuz ki, bugün dile gelsin, döksün içini, döksün neden bu kadar beklediğini, bekletildiğini…
Bugün umut demek, gelecek demek, aydınlık demek, yeni bir gün doğumu demek…
Müjde demek, müjde…
Bugün, yeni şeyler söylenmesini bekliyor. Tabi söyleyecek olanları da…
O söylenecek sözleri dünden bugüne gelemeyenler söylediğinde, söz duman olup uçuyor, bugün denen kavram ötelendikçe öteleniyor.
Biz dünü de biliriz, bugünü de diyen o kalabalıklar, demek ki daha bugün gelmedi diyerek, küsüyorlar yakalarına, küsüyorlar kaderlerine…
Dünden dem vuranlar, biz dünü de bugünü de biliriz, dünden bugüne köprü inşa ederiz olur biter, dünde bizim bugün de diyerek sürüyorlar atlarını meydana…
Ortada ne köprü var ne köprü inşasında kullanılacak malzeme…
Rahmetli Müslüm baba, “Mesele” şarkısında ne diyordu?
“Bu benim meselem, derin meselem / Ezelden ebede giden meselem”
Mesele bundan ibaret efendim…