Bize gelince, çok yorulduk, bunaldık… Barışmayalım mı artık? Kavga etmeden mutlu olamayan, huzur bulamayan, rahatlayamayan bir millet görünümü bize yakışmıyor… İnanın Türk Milleti bu değil. Bu biz değiliz! Yetmedi mi barıştan uzak kaldığımız o güzel günler?
Hz. Mevlâna, “Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın.” diye yüzyıllar ötesinden seslenmiş…
Sevmek ve sevilmek…Barışa düşman olanların tahammül edemediği iki kelime…
Hatırlarsanız Yunus Emre, yine yüzyıllar ötesinden ne diye sesleniyordu?
“Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz…”
Biz istisnasız her gün barışın boğazını sıkıyoruz. Nefesini kesiyoruz. Çırpınmasını seyrediyoruz. Barış ise, çırpınırken, debelenirken dahi, ver elini, uzat elini, bitsin bu kin, bitsin bu öfke, bitsin bu nefret demeye devam ediyor.
Barışı yok edenler, katledenler, bana barış deme de ne dersen de diye konuyu daha başlamadan bitirenler, kavga ederek geldikleri dünyadan kavgalı ve barıştan yoksun bir şekilde ayrılıyorlar.
Bu yaklaşım insanlar içinde aynı, toplumlar içinde, milletler içinde, devletler içinde…
Barışı kendi çıkarına kullanmak gibi kurnazlıklarımız var.
Barış, iyi niyetin, hoş görünün yol arkadaşı. Dünyada ne kadar iyi niyet varsa barış onları taşıyor kalbinde. Küfretmeyen, kızmayan, kötü söz söylemeyen, iyi niyetini her daim muhafaza edenlerin şemsiyesi barış. Altına toplandığı saçak altı…
*****
Barış; Barışa giden yolları dinamitleyen, her tarafına serseri mayınlar döşeyen, patladıkça, infilak ettikçe, barış yaralandıkça, vuruldukça, havaya uçtukça vahşi çığlıklar atanlara rağmen yoluna devam ediyor.
Barış, sinsi değil, içten pazarlıklı değil, iki yüzlü değil, yalancı hiç değil. Ne zaman barışalım dese ya kurşunlanıyor ya bir topun ya bir tankın namlusu çevriliyor üzerine, ya da sus artık diye füzeler yağıyor bir daha kalkamasın, yerinden doğrulamasın diye…
Barış yalnız, barış işgal altında, barış korunmasız, onca barış havarisine, onca barış edebiyatına ve barış kürsüsüne rağmen barış sahipsiz…
Savaşmak için incir çekirdeğini doldurmayan bahanelerimiz her zaman hazır. O kadar çok insan hayatını kaybetti ki…Geriye kalan canları, hayatları yalnızca barışın kurtarabileceğini bilmeyen yok. Yok amma, barışa dair ne atılan bir adım var ne de söylenen olumlu bir çift söz…
*****
Bayılırım kavgaya, hiç yoktan kavga çıkarmakta üstüme yoktur diyenlerimiz az değil. Neden kavga edelim?
Neden tartışalım?
Neden birbirimize sataşalım?
Neden kalp kıranlardan olalım?
Neden küslüklere, küs olmalara meydan verelim?
Bu nedenler o kadar çok ki…
Her yanımız bataklık…
Batağa batmak, bataklıklarda düşe kalka yürümek, sevmediklerimizi batağa çekmek, bataklığa atmak, hatta zevk için, yoldan geçeni, işine gücüne gideni maraza çıkararak bataklıklara sürüklemek gibi huylarımızda yok değil…
*****
Kanlı bıçaklı olduğumuz tek bir şey var…
Barış…
Ve tabi ki barışmak…
Barışmayalım mı artık?
Dur hele, barış-marış yok. Ben daha ölmedim?
Demek ki barışa engel olanlar ölmeden barış ihtimali yok…
Barış deyince midem bulanıyor diyen densizler, kendini bilmezler bizim aramızda…
Barış deyince tüylerim diken-diken oluyor diyen edepsizlerde…
Barış diye gelme diyen haddini hududunu bilmezler ise baş tacı.
Kavganın, münakaşanın, tartışmanın, sille tokat birbirine girmenin, küfretmenin daniskası Meclisimizde…
Vekiller böyle yaparsa vatandaş ne yapmaz ki? Nasıl gelsin barış? Nasıl tutunsun aramızda?
Netice de o Vekillerde bizim içimizden gitmediler mi Meclise?
*****
Güzel konuşandan, kibar konuşandan, nazik konuşandan hazzetmeyenler olarak, bayılırız küfredene, ağzını doldura-doldura en edepsiz lafları sıralayanlara…
Ağzımız bir karış açık kalır üstelik…Hem de hayranlıkla karışık…
Nerede bir kavga var koşarak gidenler biz değil miyiz?
Sonra da barış diyoruz…
Nedir Barış?
Ya komşunun oğlu ya ağabeyimizin damadı ya asker arkadaşımız ya da aynı dairede çalıştığımız adına dahi gıcık kaptığımız biri…
Gördüğünüz gibi, o anlamı güzel barışa sıra gelmesi bir hayli zor…
Ha…o barış mı diye soranları mı ararsınız?
Barış olmaz, olsa da bir cacık olmaz, ne barışı abi, onca olay olmuş, onca hakaret, onca tehdit iki dünya bir araya gelse barış olmaz diye kestirip atanların var olduğu bir dünyada, barış kendine nasıl yer bulsun?
*****
Kim bu barışla arası olmayanlar? Kim bu barışı kendine engel görenler? Kim bu barışı içine sindiremeyenler?
Huzurun huzursuz ettikleri…Kavga etmekten barışmaya vakti kalmayanlar. Vakit kalmasın diye, oyun üstüne oyun kuranlar.
Barışı, barış yapmayı, barışmayı ne kadar istiyoruz?
Bu sorunun cevabını vermemek için dahi maraza çıkarmaya hazırız.
Yaşlı dünyamızda savaşlar neden bitmiyor?
Kan davaları, nesilden nesle aktarılan anlaşmazlıklar, sürekli körüklenen, ateşi harlanan, küçük bir kıvılcımla meydan savaşına dönüşen olaylar barışın engeli…
İnsanın olduğu, yaşadığı bütün kıtalar da kan gölleri, yangınlar, vahşet, tahakküm, zulüm kol geziyor.
Sınırlar değişiyor, ülkeler üçe dörde bölünüyor,
Bahar geldi, barış geldi denen coğrafyalarda, katledilmiş barış güvercinleri cansız yatıyor.
Doğu Türkistan, Gazze, Libya, Irak ve Suriye hemen bir çırpıda sayabileceğimiz acı örnekler…Bu coğrafyalar baharı unuttu. Baharın nasıl bir mevsim olduğunu da…
*****
Ekonomik şartlar, göstergeler, açıklanması gereken rakamlar, derin yoksulluk, yeni dönem babındaki söylemler, el sıkışmalar, esnemeler, yumuşamalar neyi mi gösteriyor?
Barışı mı?
Neden olmasın?
Çünkü, barış dahil, siyasette hiçbir şey masadan kalkmaz.
Bize gelince, çok yorulduk, bunaldık…
Barışmayalım mı artık?
Kavga etmeden mutlu olamayan, huzur bulamayan, rahatlayamayan bir millet görünümü bize yakışmıyor…
İnanın Türk Milleti bu değil. Bu biz değiliz!
Yetmedi mi barıştan uzak kaldığımız o güzel günler?