Kimmiş o Deli Bekir? Sen Bekir, ben Bekir… Hepimiz birer Bekir. Yakası yırtılsa da ayakta durmalı, ayakta kalmalı Bekir. Bekir ayakta kalmalı lakin; Cep delik cepken delik…Yakası yırtık…Kolu kanadı kırık…Yine de bir yerlere tutunup ayağa kalkıyor…Yıkılmadım ayaktayım dercesine… Ayakta durmak buysa eğer, ayaktayım diyor. Ayakta duramaz, kalamaz diyenlere inat, doğruldum hatta adım atmaya başladım diyor Deli Bekir… Ben bu şekilde ölmek istemiyorum dediğini duyan yok. Bekir’in halini gören yok. Divane diyorlar, deli diyorlar amma, Bekir senin ne derdin var, de hele diyen yok… Neden yok? Bilen yok… Yok canım olmaz öyle şey diyen var mı? O da yok… Bekle Bekir, sabır Bekir, sabret Bekir… Nasıl ayakta dursun, nasıl ayakta kalsın Bekir?
İnsanlar açmış, aç kalmış…Her şeyin tadı kaçmış…Film kopmuş…Sevgi ve saygı bağları pamuk ipliğine bağlı bir hale gelmiş…İğne deliğinden Bağdat’ı gören keskin gözler, yanı başında, hemen gözünün ününde ne olup bitiyor görmüyor.
Ne anlatılanı duyuyor ne konuşulanı…
Adam kirayı veremedim diyor…Ya çocuklarım olmasaydı diyor. Kırmızı et, beyaz et unuttuk diyor. Meyve alamıyoruz diyor.
Daha ne desin?
Bu çözümsüzlükler kendi kendine çözülür gider, insanlar kendine göre bir çıkış yolu bulur deniyor besbelli…
Bir şey isteme benden, kendi göbeğini kendin kes. Her ne derdin var, bul bir çare, bul bir çıkış yolu. Bana sorma, bana gelme, telefonla rahatsız etme, olur olmaz yerlerde karşıma çıkma, ajitasyon yapma.
Çalışıyoruz, bakacağız, bulacağız bir çaresini.
Sabret, sabırlı ol, bekle…
Ölümü mü?
O zamanda diyorlar ki…
Yok canım tövbe estağfurullah!
*****
Yok mu çare?
Halsiz çare…Dilsiz çare…Çaresiz çare…
Oysa insan ne çaresiz ne kimsesiz!
Ne kara gün kararıp kalır ne de insan yaşar ümitsiz!
*****
Gemisini kurtaran Kaptan denilen o bize ait olmayan söz gerçek olmamalı…
Sadece açıkgözler, fırsatçılar değil, istisnasız herkes kendini kurtarmalı…Kurtulmalı…
Kurtulamayanı bir kurtaran, bir elinden tutan, düştüğü yerden bir çekip çıkaran olmalı…
Bu neden bu kadar zor?
Neden çöldeki serap gibi sıralanan ihtimaller?
Çünkü, beklenen desteğin gelmeyeceği sabır tavsiye edilmesinden belli…
Keşke kalpleri az biraz sızlasaydı…
Keşke gözleri yaşananları, insanların ne çektiğini görseydi.
Keşke kulakları hakikatleri duyabilseydi.
Eskiler yüzlerce yıl önce, gözlerin bile bile görmediği bakar kör olunduğu durumlarda olan memleketlere “Köristan” demişler.
Yani körler ülkesi…
Gözleri olup da görmeyenler için bundan daha iyi bir tabir, bundan daha iyi bir tarif olabilir mi?
*****
Eylül geliyor eylül…Eylül ayı kâbus gibi bir ay…Okullar açılıyor. Okul dert, sınıf dert, Öğretmen seçimi Bakanlıkta, servis ücretleri başlı başına dert…
Fiyatları uçuk özel okullar, gitgide özel okullara benzemeye başlayan Maarif okulları, öğrenci giderlerini karşılamakta neredeyse pes etmek üzere olan aileler.
Okula giden çocuklarımıza günde bir öğün yemek veremiyoruz! Bu destek o kadar önemli ki…Geleceğimiz çocuklarımız diye nutuk atmanın çok daha ötesinde bu konu.
Çocukların beslenme çantalarına konulacak malzemeleri anlatan kurumlar, bu insanların bu sorunu halledemeyeceklerini nasıl bilmez? Çırpınan ana-babayı nasıl görmez?
Bitti mi?
Bitmedi… Kış hazırlığı sırada…Kredi kartları patlamış. Temmuz ve ağustos sıcakları elektrik ve doğalgazdaki zam müjdeleriyle Eylül ayına doğru ilerliyor.
Emekli nefes almak istiyor.
Sadece emekli mi?
Asgari ücretliler, Öğrenci Velileri, gençler, işsizler, çiftçiler, köylüler, işçiler…
*****
Kiralardan bunaldı millet…
Hayat pahalılığından bunaldı.
Marketlerden çarşıdan, pazardan bunaldı.
Cebindeki paranın yetersizliğinden, bir çay dahi içemeyecek hale gelmesinden bunaldı.
Atanamayanlar, umudunu yitirmek üzere olan gençler bunaldı…
Tarlasını ekemeyen, ektiğini, biçtiğini yetiştirdiğini satamayan, elinde kalan çiftçi bunaldı.
Köylü bunaldı.
Aldığı ücret yetmeyen, artmayan işçi bunaldı.
*****
İnsanlar ne diyorlar biliyor musunuz?
Hayat hiç bu kadar tatsız olmamıştı. Eskiden yaşamanın bir anlamı vardı. Hayattan beklentilerimiz vardı. Hayallerimiz çalındı. Hayallerimiz elimizden koparılıp alındı.
Bir simit alamayan insan, kahveye, çay ocağına oturamayan insan, bir kahvede arkadaşlarına bir çay ısmarlayamayan insan ne yapsın?
Yüzüne sürekli kapı kapanan, her sınavı kaybeden, birinden geçse, mülakat denen engelde hiçbir şansı olmayan nasıl kendine gelsin?
Asgari ücretin yarısına iş bulabilen, nasıl geçinsin, nasıl toparlansın?
Nasıl evlensin?
Nasıl benim de bir evim arabam olsun desin?
*****
Dimdik ayaktayız demek isterdik diyor emekliler, asgari ücretliler ve gençler. Lakin değiliz.
Yırtılan Deli Bekir’in yakası derler ya hani…Aynen o misal halimiz…
Hep sorarlar, kim bu Deli Bekir diye…Kimlerden, nereli, ne isterler bu garipten, her gelen evvela onun yakasına yapışır. Yakası yırtılmadığı gün yok!
Çok uzağa gitmeyin…
Aynaya bakın bir…
Kimmiş o Deli Bekir?
Sen Bekir, ben Bekir…
Hepimiz birer Bekir.
Yakası yırtılsa da ayakta durmalı, ayakta kalmalı Bekir. Bekir ayakta kalmalı lakin; Cep delik cepken delik…Yakası yırtık…Kolu kanadı kırık…Yine de bir yerlere tutunup ayağa kalkıyor…Yıkılmadım ayaktayım dercesine…
Ayakta durmak buysa eğer, ayaktayım diyor. Ayakta duramaz, kalamaz diyenlere inat, doğruldum hatta adım atmaya başladım diyor Deli Bekir…
Ben bu şekilde ölmek istemiyorum dediğini duyan yok. Bekir’in halini gören yok.
Divane diyorlar, deli diyorlar amma, Bekir senin ne derdin var, de hele diyen yok…
Neden yok?
Bilen yok…
Yok canım olmaz öyle şey diyen var mı?
O da yok…
Bekle Bekir, sabır Bekir, sabret Bekir…
Nasıl ayakta dursun, nasıl ayakta kalsın Bekir?