Lise çağlarımda, sanırım 1968 yılıydı. İzmir’de bir 9 Eylül yürüyüşü sonrasında, İstiklal savaşı gazilerini dinlemiştim. İzmir bir başka olurdu o günlerde. Gazilerin gururlu ve vakur halleri, gözyaşlarıyla dudaklarından dökülen hatıraları çok hoştu. Bu 30 Ağustos’ta hem onlar aklıma geldi, hem de Akdeniz Marşının şu dizeleri;
Rüzgârlardan atım var
Şimşekten kanadım var
Göğsümde al yazılı
Gazilik beratım var.
26 Ağustos 1922 gece sabaha karşı başlamıştı büyük taarruz.
30 Ağustos’u takip eden 11 gün içinde de, sel olup İzmir’e aktı, Mustafa Kemal’in süvarileri.
Türk askerleri, Afyon’dan itibaren İzmir’e doğru koşarak, uçarak giderken, geri çekilen Yunan ordusu yakmadık köy, yakmadık kasaba, yakmadık ilçe, yakmadık şehir ve katletmedik insan bırakmıyordu.
Yunan mezalimi denilen olaylar uzun yıllar bölge halkının hafızasından ve hatıralarından hiç silinmedi.
En son İzmir’i yakarak ve İzmir’i ateşler içerisinde bırakarak gemilere binip kaçıp gitmişlerdi.
15 Mayıs 1919’da Sevr’e dayanıp çıkmıştı Yunanlılar İzmir’e. Yunan alayları bandolarıyla ve alay sancaklarıyla karaya çıkmaya başlamışlardı ki, Alay sancağını taşıyan efzun askeri alnından vuruldu ve düştü yere.
Yerli Rumların sevinçleri bir anda kesildi. Yunan askerleri ne olduklarını anlayamamışlardı. Panik ve korku içinde tekrar kayıklarına bindiler.
Hasan Tahsin olarak bilinen Gazeteci Osman Nevres, Yunan sancaktarını alnından vurmuş ve işgalcilere İzmir’de ilk kurşunu atan insan olarak unutulmazlar arasına girmişti.
Türk Milleti İzmir’in işgalini hiçbir zaman kabullenemedi. Sultanahmet ve Konya mitingleri başta olmak üzere, işgal her yerde tel’in edildi.
İzmir’i kurtarmak, vatanı kurtarmak gibi görüldü.
Ve nitekim İzmir işgalcilerin kaçarcasına kendilerini denize atarak kaçıştıkları ve terk ettikleri bir şehir oldu.
Otuz Ağustos’u anlamak için, 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuruna binip Samsun’a doğru yola çıkmak lazım.
İsmail Hakkı Kaptan’ın idaresindeki Bandırma Vapuru, 19 Mayıs’ta Samsun’a vardı. Mustafa Kemal ve arkadaşları Samsun’dan sonra Anadolu’ya yöneldiler.
Amasya Tamimini takip eden, Sivas ve Erzurum kongreleri sonrasında, 23 Nisan 1920’te açılan TBMM, Anadolu’nun her köşesinden temsilciler davet etti Ankara’ya.
Düvel-i Muazzama denilen devletlerin desteklediği Yunan ordusu Polatlı’ya gelmiş ve Yunanlıların top atışları Ankara’dan duyulmaya başlamıştı.
Moralli Yunan askerleri, “Ankara’ya!… Ankara’ya!…” diye bağırıyorlardı.
Polatlı’dan itibaren, Yunanlıların aldığı bütün tepeleri, bütün önemli mevkileri göğüs göğüse yapılan çarpışmalar sonucunda geri alan Türk ordusu, İnönü zaferleri ve 22 gün 22 gece devam eden tarihin en kanlı çarpışmalarından biri olan Sakarya zaferinden sonra, Afyon’a geldi.
Türk Milleti için, zaferler ayı olan bir Ağustos ayına denk düşmüştü tarih.
Hem de Malazgirt’e denk düşen bir tarihti.
Şair Yusuf Ziya Bey, Büyük taarruz’u şu satırları ile ölümsüzleştirmişti;
“26 Ağustos gece sabaha karşı
Topların çelik ağzı çaldı bir hücum marşı
Bu ölüm musikisi içinde yandı dağlar
Alt üst oldu siperler, eridi çelik dağlar.”
“Rüzgârlardan yeleli, yıldırımdan kanatlı
Alevlerin içinden geçti binlerce atlı
Rüzgârlarla at başı yarış etti bu akın,
Şimdi yakınlar uzak, şimdi uzaklar yakın…”
Ne Yunanlıların çok güvenerek kurdukları majino hattı durdurabildi bu akını, ne de tam teçhizatlı orduları.
Afyon’dan itibaren savaşa savaşa günde 40-45 kilometre ilerledi Türk ordusu. İşgal edilen vatan toprağını karış karış geri alarak yapılan bir ilerlemediydi bu.
Mustafa Kemal’in süvarilerinin öncülük ettiği bu zorlu yürüyüşte, Türk Ordusu hep bir ağızdan, “İzmir’e, İzmir’e” diye bağırıyordu.
Yunanlılar, Anadolu’nun kalbindeki Ankara’ya girememişlerdi amma, Türk ordusu Yunan karargâhının bulunduğu İzmir’i, alarak tekrar ait olduğu yere, Türk milletine geri vermişti.
Evet, İzmir’de sona ermişti bu uzun soluklu yürüyüş.
15 Mayıs 1919 tarihinde işgal edilen İzmir 9 Eylül 1922’de işgalcilerin elinden kurtarılıyordu.
Anadolu topraklarında işgalcilere karşı kazanılan büyük bir zaferdi Başkumandanlık Meydan Savaşı.
Bir daha Yunan kuvvetleri kendini toparlayamadığı gibi, Yunan ordusuna komuta eden General Trikopis te esir düşmüştü.
30 Ağustos tarihi ile taclandırılan bu mücadele hafife alınacak, basite indirgenecek bir olay olarak değil, Anadolu’yu Türk milletinin elinden koparmaya çalışanlara verilen önemli bir ders olarak görülmeli.
Mustafa Kemal, İstanbul boğazında demirlemiş Fransız ve İngiliz gemilerini gördüğünde, “Geldikleri gibi giderler” demişti. O gemilerde, o işgalcilerde geldikleri gibi gittiler!…
Bize bu günleri hazırlayanları ve bu güzel duyguları yaşatanları rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum.
***
2023 vizyonu ve misyonundan bahsedildiğini biliyorsunuz. On yıl sonra nasip olursa 2023 yılını göreceğiz.
Cumhuriyetin yüzüncü yılına doğru ilerlerken, vefa ve ahde vefa gibi duyguları, bayramları ve anma günlerini en basite indirgeyerek ve tabir yerindeyse kaldırarak yolumuza devam ediyoruz.
Bayramlar ve anma günleri en alt seviyelerde icra edilen basit ve amacından oldukça uzaklaşan programlar olarak kutlanıyor.
Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, Cumhuriyetin ilk yıllarında “Milli heyecanı ayakta tutma” çalışmalarını en üst seviyelerde tutmuşlardı.
Milli bayramlarımızı, şehirlerimiz ve ilçelerimizin düşman işgalinden kurtuluş günlerini kutlamaktan uzak bir şekilde 2023 yılına doğru gittiğimizin ne kadar farkındasınız?
Mahalli kurtuluş günlerimizi kutlamak bildiğiniz gibi yasak. Onun yerine belediyelerin alternatif programları var. Hokkabazlar, balonlar, halat çekme yarışmaları, çuval yarışları ve folklor gösterileri falan, filan!…
Bu alternatif programların milli bayramları ve mahalli kurtuluş günlerini ne derecede ihya ettiğini sanırım biliyorsunuz!…
2023’e doğru giderken basit bir seremoni şekline dönüştürülen bayramlarla, yaklaşan on yıla girdiğimizde, bu büyük tepkisizliğe bakarak, üzülerek söylemek istiyorum ki, milli bayramlardan ve mahalli kurtuluş günlerinden geriye hatırlanan hiçbir şey kalmayacak.
Ne mahalli kurtuluş günleri, ne 23 Nisan, ne 19 Mayıs, nede diğer milli bayramlar!…