Komutan Dediğin Böyle Olur – Mete Aksoy

Ülkemiz “aydın”larının entelektüel sığlığı bir kaç gün önce internete düşen Özel Kuvvetler mensubu bir yüzbaşının atış talimine yapılan “yorum”larla bir kere daha tescillendi. Videoda görüldüğü üzere yüzbaşı askerlerin tuttuğu büyükçe bir hedefe düz ve ters atış yapıyor. Yandaş basınımız dillere destan cahilliği ve travmatik psikolojisi ile hakarete başvurmakta ne kadar hızlı olduğunu hemen gösterdi tabii ki… Olayı dramatikleştirenlerden tutun, batı toplumlarında hiç böyle şeylerin yaşanmadığına kadar bir yığın zırva… Zannedersiniz ki her biri Amerika’da ve Avrupa’da özel kuvvetlerde görev yapmış… Zannedersiniz ki, hedefi tutan Anadolu çocukları bu “aydınlar” için seks klüplerinde havaya girmek için götürdükleri bir kadeh viskiden daha değerli… Gerçekten bu aydınlarımızın dediği gibi batıda bu işler böyle olmaz mı? Gerçekten liderlik sanatının yüz karası bir uygulamasımıdır bunlar? Ümit Özdağ hocamızın bu “aydın”lara verdiği güzel cevap bana bu yazıyı kaleme alma konusunda ilham verdi.  Öncelikle, yararlanacağım kaynakların çoğu batının askerlik ve liderlik sanatına ait klasikleri olacaktır. Bu konuya, yani liderlik sanatına, travmatik aydınlarımızdan daha vakıf olduğumu söyleyebilirim çünkü mastırımı liderlik üzerine, atıf yaptıkları batıda, çoğu Vietnam’da savaşmış eski komutan profesörlerden ders alarak yaptım.
  Savaşta ve askerlikte karakterin eğitimine ve gücüne dair yazılan en önemli batı klasiği Hugo Baron Freytag-Loringhoven’ın “Savaşta Karakterin Gücü” adlı eseridir. Loringhoven’e göre karakter eğitiminin askerlikteki kadar önemli olduğu başka bir meslek yoktur.[1] Çünkü savaş askerin meslek alanıdır ve savaş demek tehlike demektir. Bu tehlikeyi bertaraf edecek karakter gücü ve cesaret en iyi savaş alanında kazanılır fakat her zaman savaş halinde olunamayacağı için karakter gücü ve cesaret askere “karakter ve cesaret eğitimi” ile verilmek zorundadır. Karakter ve cesaret eğitiminin belki de ilk aşaması askerde “asker olma onuru”nu yaratmaktır (yandaş basının niye asker olma onurunu yıkmaya çalıştığını şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur). Savaşta zaferlerle bu askerlik onuru ve dolayısıyla karakter ve cesaret yaratılabilir fakat barış zamanında askerde bu karakter gücünün eğitimle yaratılması zordur. Bu nedenle, askerlik onuru, karakter ve cesaret kazandırılmasının yolu, eğitimde askerin fiziksel ve zihinsel sınırlarını, kapasitesini zorlayacak şekilde olmalıdır.[2] Yani bir sivile aşırı gelecek şekilde olmalıdır. Eğer bu şekil olmazsa, askerde karakter gücü ve cesaret yaratılamayacak, ordu ilk çarpışmada dökülecek ve düşman ordusunun ülkeye girdiği anda ilk yapacağı kadınlara tecavüz etmek olacaktır. Evet, ne yazık ki bu böyledir ve bu nedenle askeri eğitim olabildiğince sert ve acımasız olmalıdır. Askerlik kavramı insanoğluğunda çıktığından beri bu böyledir ve cahil “aydın”ların zırvalarıyla değişmez…
  Örneğin, tarihin en büyük komutanlarından Büyük Frederick barış zamanında askerlerini tam 11 yıl aşırı, sınırları zorlayan bir eğitimden geçirdikten sonra kendini büyük yapan zaferlere imza atmıştır.[3] Bizzat bu eğitimlere kendisi de katılmış aynı zorlukları kendisi de çekmiş, savaşta bir çok defa önde yer alarak etrafından geçen kurşun vınlamalarından hiç korkmadığını göstererek en basit erin bile gönlünü kazanmayı başarmıştır. Burada bir noktaya dikkat çekerim, kurşun vınlamaları ve askerin güvenini kazanması. Bu sahne, Özel Kuvvetler mensubunun atış talimindeki askerlerin yanlarından geçen kurşun vınlamalarına ve komutanlarına olan güveni kazanmalarına yönelik eğitime ne kadar da benziyor değil mi?.. “Aydın”lar bilmeyebilir ama tarihin ilk çağlarından beri uygulanan bir eğitim şeklidir bu…
  Örneğin Türk ordusunun kurucusu Mete’nin ıslıklı okları da bundan 2200 sene önce aynı işlevi görürdü. Bu ıslıklı oklarla kendi askerlerini ok vınlamalarına alıştırırken, düşmanı psikolojik olarak çökertmeye çalışırdı. Mete daha da öteye geçmiş, tarihin en disiplinli ordusunu yaratmıştır. Askerlerinde bu disiplini yaratmak için ilk önce askerin en değerli malı olan atlarına ok atmalarını emretmiş, bunu yapmayanları ölümle cezalandırmış, daha sonra da eşlerine ok attırmıştır. Bugünkü ölçülerimizle vahşettir  tabii ki ama temelindeki bu “vahşet”in sağladığı çelik disiplin sayesinde Türk ordusu 2200 sene ayakta kalmıştır.
  Tarihi bırakalım günümüze gelelim. Amerika’nın belki de en profesyonel askerlerini barından Navy Seal kurumunu örnek verelim. Bizdeki SAS ve SAT komandolarına denk düşen Navy Seal’lerin yaratıcılarından biri Richard Marcinko’dur. Klasik olmuş “Rogue Warrior” adlı biyografisinde Navy Seal’lerin kuruluşunu ve eğitimlerini detayıyla anlatır. Bu kitabı okuyunca Özel Kuvvetler komutanın atış talimi size komik gelecektir. Türkiye’de tartışılan bu konuyu duysaydı herhalde küfürlü ağzıyla “pussy” (merak edenler sözlüğe baksın) derdi bu tartışanlara ve gülmekten kırılırdı. Oradaki erler özel kuvvetlerden değildi demeyin, yüzbaşı özel kuvvetlerden ve yer Şırnak! Türk askeri için her an ölümün gezindiği bir yer! Bütün bir kitabı buraya alamam ama basit bir eğitimlerini anlattığı iki satırı alabilirim: “Çamurda sürünüyorduk ve etrafmızda bombalar patlıyordu. Ateş altındaydık…”[4] dediğim gibi bu basit eğitimleri, savaş hali değil. Şimdi özel kuvvetler mensubu yüzbaşının, yandaş cahil “aydın”lara rağmen, ne yapmak istediği daha iyi anlaşılıyordur herhalde: Çocuklarınıza karakter, cesaret ve askerlik eğitimi vermek suretiyle herhangi bir çarpışmada en az zararla zafer elde ederek, size sağ salim teslim etmek!
  Lider emri altındakilere kendisini, kendi gücünü kanıtlamak zorundadır. Hiçbir topluluk yaptığı işi bilmeyen, devamlı tereddüt eden, iradesiz, disiplinsiz ve korkak bir liderin arkasından gitmez! 20. Yüzyılın başında, İngiliz askerlerine kahramanlık, liderlik ve disiplin aşılayan en önemli yazar Rudyard Kipling’tir. Günümüzün Atsız’ı diyebiliriz Kipling için. Rudyard Kipling’in de tek oğlu Jack’i Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiğini ekleyelim… Rudyard Kipling’in en önemli eseri ise “Jungle Book”tur. Atsız’ın “Ruh Adam”ı gibi sembollerle dolu bu eserde Kipling kurtların nasıl disiplinle maymunlara ve diğer hayvanlara hükmederek ormanın hakimi olduklarını anlatır. Lider kurt kendisini ispat etmesi için, kendisine meydan okuyan kurtu kavgada yenmesi gerekir. İnsanlığın başladığı andan beri lider bir şekilde kendisini kanıtlamak zorundadır. Binlerce seneden beri bu ritüeller sürer ve farkında olmasak bile bunların hepsi zihnimizdedir. Bu nedenle, Osmanlı’daki kardeş katline “olması gerekiyordu” şeklinde yaklaşırız. Acımasız mı? Evet ne yazık ki çok acımasız! Kendinizi, annenizi, kızkardeşinizi, eşinizi ve çocuklarınızı korumak istiyorsanız özel veya gönüllü bu sert askeri eğitim verilmek zorundadır. Batılılar bunu çok iyi yaparlar cahil “aydın”ların zırvalarının aksine… Bakın Irak’tan kaç bin Amerikan askeri tabut halinde çıktı… Hem de bu “insanlık” çağında (!)… Hem de bu gençler profesyonel asker değildiler…
  Yakın tarihimizde ise bu gerçeği en iyi anlayanlardan birisi Atatürk’tür. Atatürk bir ara Münir Nurettin’e alınmıştır ama kin tutmadığı için bir gün Münir Nurettin’i bir davete çağırır. Bir ara, Münir Nurettin’in kendisine güvenini tespit etmek için sanatçıya, “Önünde duran bardağı al! Başına koy!… Nişan alacağım,” der. Münir Nurettin hiç tereddüt etmez. Hemen bardağı alıp başına koyar… Atatürk ateş eder ama öyle nişanlamıştır ki kurşun bardağın tepesine hafif sürterek geçer. Sanatçıya birşey olmaması için bardağı kırmak istememiştir çünkü… Bizzat bu olay da, askeri bir eğitimden gelen Atatürk’ün, yeni kurulan ve etrafı düşmanla çevrili zayıf Türkiye cumhuriyetini ayakta tutmak için uyguladığı liderlik sanatı tekniklerindendir. Bu anı Bizzat Sabiha Gökçen’in ve Münir Nurettin’in eşi Enise Münir Nurettin Selçuk’un anılarıyla sabittir[5]. Başka bir olayda, Atatürk sofrasındaki bir kişiye “benin için canını verir misin?” diye sorar. Şahıs evet anlamında “sizin için canımı nasıl verebilirim?” diye sorar. Atatürk tabancasını belinden çıkarır ve adama verir, “çek, kendini vur!” der. Adam gülümser tabancayı Atatürk’e geri verir. Atatürk Mehmet, Mehmet diyerek nöbetçi erlerden birisini çağırır ve erle aralarında şu diyalog geçer:
–  “Beni sever misin?”.
–  “Severim paşam!”
–  “Benim için canını verir misin?”
–  “Veririm paşam!”
–  “Bu tabancayı sana versem kendini vur desem, vurur musun?”
–  “Vururum paşam!”
Atatürk tabancayı Mehmetçiğe verir ve “tetiği çek!” der. Mehmetçik hiç tereddüt etmeden silahı şakağına dayar, tetiği çeker. Ama tabanca tabii ki dolu değildir. Atatürk etrafındakilere döner ve şöyle der:
–  Türk askerini ben işte bunun için severim.[6]
  Yandaş basının devamlı ajitasyon amacıyla sorduğu “Oradaki erlerden biri sizin çocuğunuz olsaydı ne hissederdiniz?” sorusunu cevaplayarak kapatalım. İki küçük oğlum var ve büyüdüklerinde ikisinin de o yüzbaşının emrinde olmasından gurur duyardım! Normal bir subay, yedeksubay veya golfçu bir generaldense, Özel Kuvvetler mensubu bir yüzbaşıyı bin defa tercih eder ve oğullarımın bu yüzbaşının elinde gerçek bir asker gibi yetişeceklerini görerek, böylece savaşta bu komutanın elinde daha güvende olacaklarına inanırdım.
  Evet, gurur duyardım çünkü komutan dediğin böyle olur!
 

[1] Roots of Strategy Book 3, The Power of Personality in War, (Stackpole Books, 1991), sayfa: 181
[2] Carl Von Clausewitz, On War, (Everyman’s Library, New York, 1993), sayfa: 221
[3] Roots of Strategy Book 3, The Power of Personality in War, (Stackpole Books, 1991), sayfa: 192
[4] Richard Marcinko, Rogue Warrior, (Pocket Books, 1992), sayfa: 49
[5] Oğuz Akay, Benim Sofram Bu, (Truva Yayınları, 2006), Sayfa: 585-588
[6] Oğuz Akay, Benim Sofram Bu, (Truva Yayınları, 2006), Sayfa: 465-466

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!