İktidar, işbirlikçilik ve hukuk

Çeşit çeşit ad verilerek yapılan operasyonların ardından tutuklanan onlarca insan oluyor. Askere yönelik terörist saldırıların ardından medyada, asker aleyhine programlı olduğu her halinden belli olan propaganda başlatılıyor.

Meydana gelen olaylarla ilgili olarak onlarca tevatür, söylenti ve efsane yayılıyor. İçeri alınanların kendilerini savunmaları, ölenlerin ise konuşma imkânları yok. Medya farkında olarak ya da olmayarak terör örgütünün ortaya attığı, yönlendirdiği ve projelendirdiği unsurlar üzerinden sorunları tartışıyor.

Bu arada bir takım asker emeklileri, televizyonlara çıkarak TSK aleyhinde akıllarına ne geliyorsa onu söylüyor. İşin daha da vahimi bir takım hukukçular açıkça hukuk ihlallerini, toplu yakalama emirlerini ve tutuklamaları savunuyor. Kendilerine somut ihlaller hatırlatıldığında ise “bazen bu tür yanlışlıklar olabilir” diyerek konunun içinden sıyrılmaya çalışıyorlar.

Durum o kadar vahim bir hal almıştır ki bazı medyatik emekli askerlere karşı TSK’yı, bazı medya hukukçularına karşı da hukuku savunmak gerekiyor.

 

Yargı siyasi araç haline gelirse!

YAŞ toplantısına bir hafta kala bir dava ile ilgili olarak, durumu YAŞ’ta görüşülecek yüz küsur asker için toplu yakalama emri çıkarılabiliyor. YAŞ toplantıları sırasında komutan olarak atanması kararlaştırılan bir general için bir anda mahkemeye çağrı kararı çıkarılıyor. Böylece, bu insanların terfileri engelleniyor. YAŞ kararları alındıktan, toplantı bittikten sonra da yakalama emirleri toptan kaldırılıyor. Olgunun çarpıklığı bütün çıplaklığı ile orta yerde dururken, Türkiye’de bunu eleştiremeyen hatta destekleyen hukukçular olabiliyor.

Suçum nedir? Bunu bilmiyorum” feryatları mahkeme salonlarında yankılanıyor.  İki yıl tutuklu kaldım ve savunma dahi yapmadan tahliye edildim” diyen insanlar var bu ülkede. Yargının siyasallaşması ya da yargının siyasi bir araç olarak kullanılması bu değilse nedir? Bu durumun üzerine herkesten daha çok hukukçuların gitmesi gerekmez mi? ‘Burası Türkiye’ deyip geçmek mi gerekir?

İşin bir başka boyutu da var: PKK saldırıyor, katliam yapıyor ve ardından da bunu üstleniyor. Buna rağmen “ar damarı çatlamış” medyadaki “liberal” ve “etnikçi” cemaat saldırıyı askerin ya da “derin devlet” in üstüne yıkmaya çalışıyor.

Askere yapılan yanlışları eleştirenler  darbeci”, elde yeterli ve ciddi delil bulunmadan içeride tutulanların durumunu gündeme getirenlere bir anda “Ergenekoncu  damgası vuruluyor. Tutuklu olanlara bir başka, dışarıda bulunanlara ise daha başka bir baskı ve gözetim uygulanıyor. Kurumların bütün müfettişleri iktidara muhalif görünenlerin defterlerini ve hesaplarını inceliyor.

İnsan hakları ve hukuk bağlamında Türkiye’deki durumun ne denli vahim olduğunu her fırsatta dile getirenler, çeşitli suçlamalarla susturulmaya çalışıldılar. Ancak bu kez, mızrağın çuvala sığar yanı kalmamıştır. Durumun ne denli vahim olduğunu bu kez AİHM’nin yargıçları dile getirmeye başlamıştır.

 

Türkiye’de insan hakları ve iktidar yandaşları

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türk yargıcı Işıl Karakaş, AİHM’de Türkiye aleyhine 18.500 dava bulunduğunu açıkladı. Türkiye, Rusya’dan sonra ikinci sırada geliyormuş. Geçen yıl açılan dava sayısı dört bin civarında iken bu yılın ilk on ayında 6.500’e ulaşmış. Dava sayısı geçen yıla göre %34 oranında artmış. Işıl Karakaş, Türkiye’de 14 yıldır tutuklu bulunan birisinin olduğunu da açıklamış.

Kişi temel hak ve özgürlükleri, insan hakları, ifade özgürlüğü diye yeri göğü inleten neo liberaller, umarız buna da iktidar adına bir kılıf bulurlar. Yargıç Karakaş,  “İyi Anayasa, kötü Anayasa yoktur. İyi yargıç, kötü yargıç vardır”  diyor. Tabii aynı şeyi iktidar işbirlikçileri için de söylemek mümkündür. İşbirlikçinin vicdanlısı ya da vicdansızı olmaz, çıkarı olanı ya da olmayanı olur!

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!