Hükmetme Duygusu

Hükmetmek yaratılışın ve doğanın zaruri sonucudur. Bu sayede ancak bitki, hayvan ve doğa üzerinde hakimiyet kurulabilmektedir. İktidar güdüsü sayesinde doğa üzerinde hâkimiyetini pekiştiren örgütlü insan grupları daha sonra da hem cinsleri üzerinde egemenlik kurabilmişlerdir. Bu etkinin zaman içerisinde genişlemesi ise kurumsal iktidarı ortaya çıkarmıştır.

 

İktidar aşkı, insan doğasının bir parçasıdır, oysa iktidar felsefeleri, ince nitelikleri ile herkes tarafından kolay kolay görülmeyecek olan birer deliliktir. Gerek madde, gerek başka insanlar olarak dış dünyanın varlığı, bazı gururlu kişilerin kabul etmekten utanç duydukları, ama ancak delilerin reddedebileceği bir veridir. İktidar aşklarının kendilerine dünyayı olduğundan başka biçimde göstermesine göz yuman insanlara, her tımarhanede rastlanır: Biri çıkar, kendisinin İsa olduğunu iddia eder, başkası çıkar, İngiltere Kralı olduğunu söyler, bir başkası da Tanrı olduğunu iler sürer. Burada saydıklarımıza çok benzeyen kuruntular, öğrenim görmüş kişiler tarafından, kolaylıkla anlaşılamayacak bir dille anlatıldıkları zaman, onları anlatan kişilere felsefe profesörlüğü sanı sağlar; coşkulu kişiler tarafından, çok iyi anlaşılır bir dille anlatıldıkları zaman ise, o kişilere diktatörlük sağlar. Vesikalı deliler, davranışları eleştirildiği zaman, şiddete başvurma eğiliminde olduklarından, tımarhaneye kapatılırlar; vesikasızlarına ise güçlü orduların komutası teslim edilir, bunlar da böylece, ellerinin erişebileceği bütün akıllıları öldürebilme, onları türlü felaketlere düşürebilme olanağına sahip olurlar. Deliliğin edebiyatta, felsefede ve siyasette başarı kazanması, çağımıza özgü tuhaflıklardan biridir; deliliğin başarı kazanan biçim de hemen hemen tamamıyla, iktidara yönelmiş güdülerden hareket eder (B. Russel, İktidar,  1994,;266.).

 

Artık  dâhilik ile delilik birbirine karışmıştır. Başarı ölçü olarak alınınca kavramlar tersinden okunmaya başlanmış olunur. Fizyoloji karşısında gerçekte dahi ile deli arasında bir fark yoktu. Her ikisi de yer, içer, uyur ve rüya görür. Fark zihni melekelere yüklenen anlam noktasında kendisini gösterir. Sıradan insanların duyarlılığı olmadığından, tecessüsü ve keşfetmeyi dert edinmez. Yerine göre kendi kabuğunda kendisiyle yetinir. “Bir dahi, çektiği acıdan sorumlu değildir. Çünkü inancı sonsuz gücünü ölçmek için ona bu ateşten gömleği giydirir. Fırtına nasıl martıyı alır götürürse kaderin güçlü rüzgârı da onu daha yükseklere sürükler. Sıradan biri ise, yaradılışı gereği sakin bir hayat arar. Trajediyi, dramı istemez. Bunlara ihtiyacı yoktur. Gölgede, sakin bir yerde kalmayı, rüzgârlardan korunarak ılık bir iklimde yaşamayı ister. Kaderin gizli eli onu kargaşalıklara doğru iterse kaçar, direnir, korkar. Tarihe adını yazacak ve dünyaya adını duyuracak sorumluluklarla karşılaşmayı istemez. Hatta onlardan çekinir bile (S.Zweıg, Marıe Antoinettet, 1999;,10.)

 

Aslında yaşam sıradan insan için mutluluk üretecek kadar cömert davranırken dahi ve deliler için ise inanılmaz derecede cimri davranmaktadır. İnsanın fizyolojik yapısı da böyle programlanmıştır. Pascal diyor ki; “Duygularımız hiçbir ifratı kabul etmez. Çok fazla gürültü bizi rahatsız eder; çok fazla ışık gözlerimizi kamaştırır; çok fazla yakınlık veya uzaklık görüşe engel olur. Lafı çok uzatmak veya çok kısa kesmek, söylenen sözün değerini azaltır. Çok fazla zevk, ıstırapla neticelenir.” Hâlbuki hem delinin hem de dâhinin her hareketi ya “ifrat ya da tefrit” noktasında teşekkül eder. Bu anlamda kendi fiziği ve duyguları da dahileri taşıyamaz. Tonlarca ağırlıktaki düşünceleri küçük kafaların taşıyamadığı gibi onları küçücük yürekler de barındıramaz. Ayrıntılar, zihinsel yönden gerekli belalardır ve onların ayrıntısı da filozofu normalden ayıran aşırı duyarlılığı üretmektedir. Görülmemesi gerekenleri görmenin sonuçları körlüğün sonuçlarından daha korkunçtur.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!