Artık Aklımızı Kullanalım

Kazakların  “ulu akıl” dedikleri Abay “Kara Sözler” adlı kitabının bir yerinde şöyle diyor: “Aklınıza yatmıyorsa inanmayın”. Şüphesiz Abay aklın mutlaklığını savunuyor değil. Ancak akıl ile inanç arasındaki ilişkiye vurgu yapıyor. Gerçekte de akıl ile inanç arasındaki ilişkiye vurgu yapan bu denli ilginç bir sözü bir başka yerde rastlamak çok güç. Aklı olmayanın dini olmayacağı hemen hemen bütün kutsal kitaplarda var. Din aklı olan insanlar için gelmiştir. O halde inanmak aklın kâmil anlamda kullanılmasını zorunlu kılmaktadır. Abay’ın sözünü de bu anlamda ele almak gerek.

 

Aklını  kiraya verenler elbette saygındır. Ancak aklını yok sayarak, şu veya bu şahsın iradesini kendisi için de geçerli kabul eden birey kendisinde olan potansiyeli kullanmadığından dolayı sorumludur. Çünkü Tanrı kime ne kadar yetenek verdiyse ona o kadar da sorumluluk yüklemiştir. Yani Tanrının insana verdiği aklı israf eden onu kullanmasını beceremeyen insanoğlunu hem Tanrısal hem de ahlaki bir sorgu beklemektedir.

 

Birey aklından şu veya bu sebeple vazgeçebiliyorsa; kendine düşman süreçlerle işbirliği içine girme ihtimali çok yüksektir. Bağımsız düşünme, yargılama ve karar verme özgürlüğünü hangi sebeple olursa olsun bir buyurganın elinde bırakmaya razı olan birey kendisine tahsis edilen aklı israf ediyor demektir.

 

Yıllarca önce Kant şöyle demiştir: “Benim yerime anlayan bir kitabım, benim yerime vicdan taşıyan bir papazım, ne yiyeceğime karar veren bir hekimim varsa, benim zahmete girmeme ne gerek var. Düşünmem filan gerekmez, biraz para verdim mi başkaları bu sıkıcı işi benim yerime üstlenecektir.” Kant’ın mantığı doğru gibi görünüyorsa da kendisi yerine başkasını düşündüren, konuşturan ya da ibadet ettiren insan gerçek anlamda kişiliğinden de vaz geçmek zorunda kalacaktır. Ancak işin bir başka yanını Bernard Sahw ifade etmiştir.  O diyor ki: “akıllı adam aklını kullanır, daha akıllı adam başkalarının da aklını kullanır.” Kendi aklını ve muhakeme gücünü yedeğe alan yaklaşımlar bireysel düşüncenin körleşmesi ve kötürümleşmesi sonucunu doğurursa da kendi muhakeme ve aklını başkalarınınki ile zenginleştirme ve boyutlandırmada da kişiyi başarılı kılar.

 

Dini, siyasi ve sosyal otoriteler çoğu kez bireyin kendi aklını kullanmasını  istemezler. Zira bu durumda kendilerinin statüleri sarsılacak, foyaları meydana çıkacak ve belki de bütün otoritelerini kaybedeceklerdir. Onun için de kör inancı ve itaatkarlığı överler. Kendilerinin olağanüstü, erişilmez ve üstün olduklarına herkesin iman etmesini sağlamak isterler. Bunun için de kitlelerin bireyselleşmesine karşı çıkarlar ve akıllarını da kullansın istemezler.

 

Birilerinin akıllılığı birçoklarının akılsızlığı üzerine kurulmuş ise bu sistemi değiştirmek çok zordur. İnsanlar da maalesef kendi iradeleriyle çoğu zaman akıllarını monarklara, patronlara ve liderlere kiralarlar. Sonra kendi akılları kendilerinin özgürlüklerini ortadan kaldıran mekanizmayı üretir. Boetie şöyle diyor: “…Eğer siz vermediyseniz, sizi gözetlediği bu kadar çok gözü nereden buldu? Eğer sizden almadıysa, nasıl oluyor da sizleri dövdüğü bu kadar çok eli olabiliyor?… Kulluk etmemeye karar verdiğiniz an özgürsünüz demektir”. O halde aklı kullanmakla kula kul olmak arasında yakın bir ilişkinin olduğunu söylemek mümkündür. Diğer yandan gönül mutluluğun, özgürlük ise aklın sorunu olduğuna göre niçin ikisi sentez olarak değil de analiz olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni bir bilgenin de söylediği gibi “insan beyni yirminci yüzyılı yaşıyor, birçok insanın kalbi ise hala Taş Devri’nde yaşamaktadır”.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!