Türkiye’nin dört bir yanı ateş çemberi. Çok uzun zamandır yazılar bu cümleyle başlıyor, sohbetlere bu sözlerle giriliyor. Nasıl olmasın ki, hem de her geçen gün biraz daha sıkışıyoruz. Ege’de adalarımız yani vatan toprakları işgal altında. Akdeniz’de sular hâlâ durulmadı ama biz sismik araştırma gemilerimizi limana çektik. Kıbrıs için kritik toplantı günü yaklaşıyor. Rusya-Ukrayna krizi iyice tırmandı. Dış meselelerin her birinin baskısı o kadar ağır ki, biraz daha az hareketli olanlarla ilgilenmeye fırsat bile bulamıyoruz. Suriye ve Libya haberleriyle çok da ilgilenemiyoruz.
Bütün bunlar dört bir yandan bizi cendereye almışken, geçen haftayı 104 emekli amiralin açıklaması üzerinden darbe tartışmalarıyla geçirdik. Buram buram darbe kokuyor diyerek, hepsi de 60 yaşın üzerindeki insanların açıkladıkları düşüncelerinden korkuldu. Tevekkeli boşa, en büyük silah fikirdir denmemiş. Ama takdir edilir ki, fikirle darbe olsa olsa seçim sandığında olur. Zaten buna da millî irade deniyor.
Meleklerin cinsiyeti yüzyıllardır anlaşılamadı
Bütün hafta kamuoyu açıklamanın ilk nerede, ne zaman, kimin yayınladığı, metnin değiştirilip değiştirilmediği, tarihinin ne olduğu gibi konularla meşgul edildi. Geçen haftaki yazımda bahsettiğim gibi, 00.28’de Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı’nın tivitiyle başlayan “haddinizi bilin” ve “hodri meydan” tivitleriyle sosyal medya yıkıldı. Çok dikkat çekici bir hızla yayılmıştı.
Devletin, TSK hariç güvenlik kurumları da açıklama yapmışlardı. “Devletimize, milletimize, demokrasiye ve hükümetimize” bağlıyız açıklamaları görüldü. Başka bir ihtimal varmış da içlerinden devlete bağlılık seçilmiş gibiydi.
Bu kadar kısa zamanda Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın, devletin güvenlik kurumlarının ve bakanların tamamının açıklamaları üzerine kimse konuşmadı… Bakanlar açıklama yapınca, bağlı kurumlar da açıklama yarışına girdiler. Hatta emekli personelin kurduğu derneklerin bile oyuna girmesi istendi. Buna olumlu cevap vermeyen derneğe denetim bile gönderildi.
Bütün bunlar eğer planlanmış bir psikolojik harekât değilse, meleklerin cinsiyetinin tartışılmasından başka bir şey olmadığı anlamına gelmez mi?
Veya Cumhurbaşkanlığı yönetim kademesinin ve bakanların böyle bir durumda Cumhurbaşkanı’ndan habersiz hareket etmeleri mümkün olabilir mi? Olabilir desek bile, biri diğerinden farklı diyebilir miyiz?
Ve bütün bunlar vatandaş mutfağındaki yangını söndürebilmek için kara kara düşünürken gerçekleşti!
Salgının birinci yılı
Salgının başlamasının üzerinden bir yıl bir ay geçti. Yoğun bakımlarda sıra beklenmeye başladığı konuşuluyor. Hasta ve ölüm sayısı her gün yeni bir zirve yapıyor.
Geçen yıl salgın açıklandığındaki yazıma baktım. Millî Düşünce Merkezinin internet sitesindeki 13 Mart 2020 tarihli yazımda, “kıtlıkta paylaşılan lokmanın hükmü büyük olur. Böyle günler yardımlaşma günüdür, birlik ve beraberliği pekiştirme günüdür…. En önemlisi de bugünkü hükümet sisteminde, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, sorumsuzluk hâkimdir. Bir anayasa değişikliği ile TBMM’ye yani Türk Milletine karşı sorumluluk sağlanmalıdır. Bu değişiklik, aynı zamanda, önümüzdeki birkaç yılda yaşanacak olan zorluklar aşılırken, görevlilerin işlerini daha rahat yapmasını sağlayacak bir zırh olacaktır.” diye yazmıştım.
İlk yazıdan bir hafta sonra da “Talat Paşa’nın, Devletlerin en büyük zaafının olaylar karşısında bir şey yapamadan, kaderin akıntısına kapılıp gitmek olduğunu acı acı tekrarlamıştır” dediğini not düşmüşüm. Yazının başlığı da “Bugünler birlikte aşılacak, ama!..” idi.
Başlıktaki “ama” Covid 19 illeti için ilk tedbirlerin açıklandığı toplantıyla ilgiliydi. Toplantıya muhalefet partileriyle sağlık meslek kuruluşları çağrılmamıştı. Tedbir olarak da konut kredileri peşinatı azaltılması ile uçak biletlerindeki KDV oranının düşürülmesi ve beş yıldızlı otellerdeki konaklama vergisinin sıfırlanması çıkmıştı.
28 Mart 2020’de de konu benzerdi. “Covid 19’u millî birlik yener” başlıklı yazı, “Türk Milletine verilecek bilgilerin doğruluğu tartışmayı önler. Bu da kararlara uymayı kolaylaştırır. Alınan kararların istisnasız uygulanması birliği ve kenetlenmeyi sağlar.
Yoksa vatandaşın güveni gitgide azalacaktır. Bu mücâdele de ancak milletin güveni ile başarıya ulaşır. Aksi takdirde, Allah korusun, tarih büyük bir bozgun dönemini daha yazar.” diye bitiyordu.
Geçen hafta tüten duman
Ama Türkiye lebaleb kongrelerden geçti. Basında bu kongrelere gidenlerin ceza almadıklarına dair eleştiriler görüldü.
Ve artık mutfaktaki yangın, eski İstanbul yangınları gibi. Hani bir başlayınca nerede ve ne zaman biteceği bilinmeyen büyük yangınlar var ya, işte onlara benziyor… İstanbul BB İtfaiye Dairesinin internet sitesinde 7000 evin ve İstanbul’un sekizde birinin yandığına dair kayıtlar var…
Geçen hafta da böyle bir yangın görüldü. Aslında yeni de değil. Çok uzun zamandır var ve çınar için için yanmaya devam ediyor. Halkın çok da farkında olmadığı, yerine başka ağaç dikmek hedefiyle yapılanlar, çınarı içten içe yakıp kavuruyor.
Ülkemizin etrafındaki yangın da çok ama çok büyük. Bunu da devlet çınarımızın içindeki yangını fırsat bilenler çıkarıyorlar.
İçeride itfaiyeciler de yangına su yerine benzin döker gibi… Birlik ve beraberlik en büyük güç iken, muhayyel bir darbe üzerinden 83 milyon Türk bir kere daha ikiye ayrıldı.
Unutulmasın ki Balkanları da böyle ayrılıklar yüzünden kaybettik.