İktidarın muhalefeti yok sayması, muhalefetin ise iktidarı bütün kötülüklerin anası
olarak ilan etmesi hem doğru hem de inandırıcı değildir. İktidarda kalmak için her şeyin
“mubah” görülmesi de iktidara gelmek için olmayacak dualara “âmin” denilmesi de yanlıştır.
‘İktidar yaparsa yanlış ama biz iktidara geldiğimizde yaparsak bir sebebi vardır’ anlayışı
arızalıdır. Muhalefetteyken kendi mensuplarına karşı bile adil olamayanların iktidara
geldiğinde karşıt siyasi parti üyeleri için adil olmalarını beklemek de eşyanın tabiatına
aykırıdır.
Yalnız yukarıda yazılanlar bağlamında düşünülse bile Türkiye’deki siyasetin ne denli
yüzeysel olduğu görülür. Aslında bunlar da bir kenara siyasetin üslubu bile her şeyi anlatır
niteliktedir. Hani üslubu beyan var ya…
Birbirinin elini sıkmayan, birbirine tepeden bakan, birbirini en aşağılık kelimelerle
tarif eden bir siyaset hastadır.
Türkiye siyasetinin en önemli sorunlarından birisi de aynı olguyu, bireyi ya da
uygulamayı dün yanlış, hatalı, kötü olarak görüp ve gösterenlerin bugün doğru, haklı ve
olumlu göstermeleridir. Bu durum siyasette tutarlılık ve devamlılığın bütünüyle ortadan
kalktığını gösterir. Günümüzün siyasileri Demirel’in o ünlü “dün dündür, bugün
bugündür” cümlesini bağlamından kopararak ihtiyaçlarına göre kullanmaktadır.
Güncel siyasette bir başka handikap da eylem/söylem, kuram/uygulama uyumunun
bulunmamasıdır. Türkiye’de siyasilerin ağzından çıkanla elinden çıkan arasındaki fark
çok büyüktür. Bu konuda iktidar muhalefet fark etmiyor söylemde hak, hukuk, adalet
diyenlerin uygulamada rakipleri için “yaşasın cehennem” diyecek kadar zalim
davranmalarından buna anlamak mümkündür. Şiir okuduğu için hapse girenlerin iktidarında
hakaret etti diye birilerinin on bir yıl hapsi istenebiliyor!
Türkiye’de siyasetin aktörleri eleştirdikleri, reddettikleri ve yanlış buldukları tavır ve
davranışları bizzat kendileri yapmakta herhangi bir sakınca görmemektedir. Şöyle ki üyelerine
bize “gurur, kibir asla yakışmaz. Biz tevazu ehli olmaya mecburuz.” Diyen iktidar muhalif
liderleri küçümsemekte, hakaret etmekte ve aşağılamaktadır. Bir yanda böbürlenme ve kibirli
olmanın şaheser örneğini vermekte diğer yanda kibir bize yakışmaz demektedirler. Buna
çelişkileri siyaseti denir!
Siyaset toplumu bütün olarak manalarda birleştirmek, hedeflerde ortaklaştırarak
sorunlarla mücadele etmek için yapılır. Ayrışarak ötekileşerek kamplaştırarak siyaset değil
kavga yapılır. Değerleri ayrıştırıp paylaşarak, tarihi bölerek, inanç üzerinde tekel kurarak biz
ve onlar siyaseti analiz siyasetidir. Türkiye’nin analiz değil sentez siyasetine ihtiyacı var.
Cumhuriyeti kuranlar birleştiren, bütünleştiren bir anlayışla milleti ortak hedeflere
yöneltmişlerdir. “Tefrika girerse bir millete” diyerek ayrışmanın tehlikelerine dikkat çekmiş,
yüreklerin toplu vurmasını var olmanın şartı olarak değerlendirmişlerdir. “Türk Milletinden,
İslam Ümmetinden, Garp Medeniyetindenim” diyerek her üç olguyu da aynı konsept içinde
değerlendirebilmişlerdir. Devlet kuran iradenin başarısının sırrı buradadır. Onların
uyguladıkları sentez siyasetiydi.
Cumhuriyet ilan edileli 102 yıl oluyor. Hala Türkiye’deki siyaset kendini “ya o ya
bu” niteliğinden kurtaramıyor. Ülkedeki siyaset Cumhuriyeti Osmanlı’yla, Osmanlıyı
Selçukluyla, Selçukluyu Göktürk’le birlikte düşünemiyor. Tarihi devlet temelinde, Vatanı
bölge temelinde dini mezhep temelinde bölüyor. Topluma farklı yanlarıyla bir ve bütün olarak
hitap etmek akıllarına gelmiyor. Türk Milletini etnisitelerle, İslam dinini mezheplerle,
mezhepleri cemaat ve tarikatlarla tanımlıyorlar. “Hem onu hem de diğerini” içine alan
birleştirici ve bütünleştirici bir siyaset siyasilerin aklına hiç gelmiyor. Herkesten oy isteyenler
her kesimi değil bir kesimi temsil ettiklerini söylüyorlar. Sonra da dönüp bütün milletten oy
istemiş oluyorlar.
Türkiye’nin bütünsel siyaset ve yönetime olan ihtiyacı ekmeğe olan ihtiyacından daha
fazladır!