BİR DÜŞÜN ADAMI OLARAK MUZAFFER ÖZDAĞ

featured

Çetin Güney yazdı: Bir Düşün adamı olarak Muzaffer Özdağ

Muzaffer Özdağ’ın düşünce dünyasını tanımak ve bu tanımdan hareketle ona bir kimlik izafe etmek bir çabayı gerektirir. Özdağ’ın yaşamı boyunca gelecek kuşaklara bıraktığı arşiv tetkik edildiğinde, sosyal bilimlerin oldukça geniş bir alana hâkim olduğu görülebilir. Muzaffer Özdağ sosyal sosyal bilimlerin bütünselliğine inanmış bir şahsiyettir. Analizlerinin sağlamlığı buradan gelmektedir. Sosyal bilimlerde uzlaşmanın paradokslarına düşmemiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse Muzaffer Özdağ, sosyal bilimler alanındaki çok disiplinli yaklaşımıyla kuşağının son temsilcilerinden biridir. Türk sosyal bilimcisinin istisnalar hariç metodolojik kaygısı yoktur. Gerçekten sosyal bilimlere olan hâkimiyet, Muzaffer Özdağ’ı tanımlamaya yeter mi? Elbette hayır. Muzaffer Özdağ, kavramın Frenkçesi anlamında entelektüeldir. “Bilimle veya bilgiyle uğraşan herkesi aynı zamanda bir entelektüel saymak doğru değildir. Buna göre entelektüel sayılmak için bir insanı edinmiş olduğu bilgilerin çoğunu tam olarak özümsemiş, yani bildiği bütün denetleme kurallarına uygun bulmuş olması gerekir.” Gerçekte de bir insanı kitabi bilgisiyle tanımlamak çok doğru değildir. Veya o insanın ayırıcı vasfı bilgi birikimi olmamalıdır. Muzaffer Özdağ’ın şahsında “İlmin tevazua ve merhamete inkılap ettiği” görüyoruz.  İlmin insanın insani yönlerini geliştirmesine ve pratik yaşamla bağ kurmasına katkıda bulunmuyorsa o insan ancak bilgi hamalı veya malumat-furuş ( bilgiçlik taslayan ) olabilir.

Bu çerçevede Muzaffer Özdağ, bilgi birikimi, entelektüel mütefekkir düşünce zenginliği, tevazu gösteren insanı yücelten kişiliği ile Türklüğe özgü bir kompozisyonu anlatır. Aslında bu coğrafya Mevlana ve Yunus Emre’nin doğduğu topraklar olarak cömertliğini çok önceden göstermiştir.

Mütefekkirin bir özelliği de yalnızlığıdır. Bu yalnızlık fiziki bir yalnızlıktır. Yalnızlığın en trajiği kalabalıklar içinde başkalarıyla birlikteyken insanın kendisini yalnız hissetmesidir. Mütefekkir fizikken yalnızlığı düşünce ufkuyla birlikteliğe dönüştürür. Kalbi insanlık ile birlikte çarpar. Hayalleri, umutları başkalarının hayalleri ve umutlarına karışır.

DÜŞÜN ADAMI OLARAK MUZAFFER ÖZDAĞ’IN DÜŞÜNCELERİNİN YOĞUNLAŞTIĞI ALANLARDAN BAZILARI

 Özdağ’da Türk İnsanı ve Türk Aydını

Muzaffer Özdağ’ı ayrıcalıklı kılan özelliklerinden biri de Batılaşma olgusuna bakışıdır. Batılaşma projesinin Türk aydınının toplumuna bakışında bir kırılma yarattığının bilincindedir. Cumhuriyet ideolojisinin aydın kurgusu okumuş insan üzerinedir. Okumuş olanlar kendilerine ayrıcalık izafe ederek getto mantığı içinde toplumdan soyutlanmışlardı. Özdağ bu eğilimi kıyasıya eleştirmiştir. Daha 27 yaşında kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları ifade eder; “Köylünün sanıldığı gibi, kara fikirli, mutaassıp olmadığını gördüm. Özlü yurtsever ve dindar kimselerdir. Fikir ve inançlarında samimi idiler. Bence Türk inkılapçısının hatası, halkla olmayıp halka karşı olmasındandır. Halka rağmen halk için düşünüşü yanlıştır. Hakikat anlatılırsa halkla beraber halk için olacaktır. Başarı bu şekilde gerçekleşebilir.” 27 Mayıs Hareketi’nde fikri önderlik yapmış bir insan olarak Özdağ, ihtilalin toplumsal meşruiyete yaslanması için çok çaba göstermiştir. Bu yaklaşım iki nedenle çok önemlidir. Türk insanını biçimsel öğütlerle tanımlanmaması hususunda Hilmi Ziya Ülken benzeri düşünmektedir. Ülken’e göre, “Gerçekten aydınlar ile halk arasındaki anlaşma uçurumunu kaldırmak için halkın haliyle helalleşmek, onun kılığına, kıyafetine, bilgisizliğine, hastalığına değil, insanlığına bakmasını bilmelidir. Aydınların halka karışması, kendilerini keşfetmesidir.” Özdağ halka karışmıştır, halkın içindedir.

Atatürk’ün halkçılık düşüncesinin ayaklarının üzerinde durması için çaba göstermiştir. Özdağ bu düşünce yapısıyla Atatürk’ü özümsediğini göstermektedir. İnkılapların başarı şansı ancak toplumsal yapı ve gelenekten bazı unsurları aldığı takdirde yüksek olabilmektedir. M. Kemal Atatürk bu gerçeğin bilincinde olduğunu şu sözlerle ifade eder: “İki yol vardır: Biri bu milletin Hulâsa-i Amal  ve  efkârına göre yürümek, diğeri bizim fikirlerimize göre yürümektir. Şahsi kanaate göre değil, milletin kanaatini ve efkâr ve hissiyatını yoklayarak yürümelidir.” Türkiye’de tek parti yönetiminin halka rağmen halk için düşüncesindeki ısrarı, muhafazakâr kesimi radikalleştirmiştir.

Uygulamalar her ne kadar Atatürkçülük adına yapılmış olsa da topluma rağmen toplumu değiştirme projesinin zayıf olduğunu Atatürk hayatta iken şöyle dile getirmektedir: “Sınıf-ı münevver telkinle, irşatla kitle-i ekseriyeti kendi maksadına göre iknaya muvaffak olamayınca başka vasıtalara tevessül eder. Halka tahakküm ve tecebbüre ( kibirlenme ) başlar; halkı istidbat bulundurmağa kalkar. ( … ) Halkı ne birinci usul ile ne de tahakküm ile kendi hedefimize sürüklemeye muvaffak olamadığımızı görüyoruz. ( … ) Bunda muvaffak olabilmek için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabiî bir intibak olmak lazımdır. Yani sınıfı münevverin halka telkin edeceği mefkûreler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Hâlbuki bizde böyle mi olmuştur? O münevverlerin telkinleri milletimizin umk-ı ruhundan alınmış mefkûreler midir? Şüphesiz hayır” Mustafa Kemal Atatürk çok partili hayata geçişi görememiştir. Görebilseydi görüşlerinin bir kez daha kanıtlandığını fark edecekti. Oysa Muzaffer Özdağ, çok parti hayatı dolayısıyla Kurtuluş Savaşı’nı dişiyle tırnağıyla desteklemiş olan insanların, Cumhuriyeti kuran partiyi 1950’de iktidardan nasıl tasfiye ettiklerini görmüştür. 1950 seçimleri Muzaffer Özdağ’ı doğrulamıştır. Muzaffer Özdağ’ı doğrulayan önemli bir gelişme de modernleşme kuramıdır. Modernleşme kurumundaki gelişmeler toplumun sıfırdan inşa edilemeyeceğini göstermiştir. İradeyle toplumu kurma projeleri veya toplumsal mühendislik projelerinin toplumsal gelenekle belli noktalarda irtibatlı olması modernleşmenin zeminini sağlamlaştırmaktadır. Aksi halde toplum aslında rücu edebilmektedir.

Özdağ’ın 27 Mayıs İhtilâli’nden sonra yaptığı işlerden biri de Doğu illerimize yaptığı gezilerdir. Bu geziler sırasında toplumu yakından analiz etme şansına sahip olmuştur. Toplum hakkında karar verirken toplumu anlamaya çalışmıştır. 1915 yılında Şemseddin Günaltay Türk insanını yakından tetkik etmenin gereklerini ifade ederken aydını eleştirme noktasında Muzaffer Özdağ’a yaklaşır. Günaltay’a göre “Münevver züppeler, köylülerle Anadolu İbişleriyle konuşmayı hiç düşünmemiş, onların ruhunu anlamayı, hatırlarına bile getirmemişlerdir. Konaktaki aşçı Mehmet, Ayvaz Hasan, İspir Ali ile konuşanlar varsa o da sırf diliyle alay, safiyetiyle istihza etmek içindir.” Türk sosyal bilimcisi Türk insanını odasından çıkmadan araştırır. Londra veya New York’ta akademik eğitimini ikmal etmekten dolayı övünür. Ömründe bir kez olsun Doğu/Güneydoğu illerine gitmez; ancak bolca ahkâm keser. Kısacası Türk insanını bir yabancının gördüğü gibi görür. Özdağ Türk insanını özne konumuna yükseltir. Özne konumuna yükselttiği insanla muasır medeniyete giden yolu yeniden tanımlar. Özdağ, Peyami Safa’nın ifadesiyle “Kitaptan ve ideallerden değil, hayattan ve realiteden yoğrulmuştur.”Özdağ hayatın içindedir. Bu yüzden fikirleri evrenseldir. Özdağ bilir ki, yerel olunmadan evrensel olunmaz. Düşünsel kökleri bu topraktadır. Hilmi Ziya Ülken’in kökleri olan ağacın yemiş vereceği misali, istikbalin köklerde olduğunun bilincindedir.

 

Özdağ’ın Türk Milliyetçiliğine Bakışı

Özdağ bir makalesinde milliyetçiliği şöyle ifade eder: “Kesin olarak yurdu ve milleti sevmek; Türklükle gurur duymak; yapılan devrimlerin savunması ile birlikte yeter olmadığına inanmak; her türlü görevi şeref ve namus sayarak hiçbir karşılık beklemeden, şevk ve heyecanla yapmak; iyi ahlaklı, Türk tarihine saygılı ve bağlı olmak; tek kurtuluş yolunun milletin çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarılması maksadıyla kişinin kendini Türk toplumuna adaması lüzumuna inanmak duygusudur.” Bu milliyetçilik tanımının negatif bir ötekinden hareketle kendini tanımlama ihtiyacı yoktur. Başka söyleyişle Türk ulusunun yüce bir ulus olması diğer ulusların değersiz olması anlamına gelmemektedir. Bu anlayış önemlidir; çünkü seküler milliyetçiliklerin çoğu-ki buna modern Avrupa milliyetçilikleri de dahildir-kendi ulus tanımlarını diğer ulusların değersizliği üzerine inşa etmişlerdir. Özdağ’ın milliyetçilik tanımını belirleyen insanı merkeze alan köklü bir medeniyete dayanan özgüvendir. Bu yaklaşım başka bir makalede çok veciz olarak ifade edilir. “Türk hayat ve siyaset felsefesinde Türk milliyetçiliğinde, yurtseverliğinde temel öğe sevgidir; insan sevgisidir. Öz toplumuna sevgi bağı, mensubiyet duygusu, hemcinsine yakınlık hiçbir zaman gayrısına, yabancıya düşmanlık anlamını ve eğilimini içermez.” Özdağ’ın milliyetçiliği bu yönüyle Atatürk’ün milliyetçiliğine yakındır. Atatürk milliyetçiliği uluslar arası ilişkiler bazında düşünüldüğünde, dışarıdan bir tazyikle karşılaşmadığı sürece defansif bir milliyetçiliktir.

En veciz ifadesiyle, “Bizim Kızıl Elmamız, bilim, birlik, barıştır” demektedir. Özdağ’ın milliyetçiliği kendi ulusunu sevmeyi amaç edinir. Fakat bu sevginin gösterilmesi esastır. Bu sevgi ancak verilen görevi hakkıyla yerine getirmekle gösterilebilir. Vatan sevgisi karşılıksız olarak tanımlanmıştır. Özveri budur. Özdağ, Türk milliyetçisini görev şuuruna davet etmektedir. Bir anlamda hamasetten uzaklaşmasını önermektedir. Gerçek milliyetçi, Türkiye’nin hedefleriyle kendi hedeflerini uyumlu hale getirendir.

Özdağ’da Türk milliyetçiliğinin mirası, dünya coğrafyasında kapladığı alan önemlidir. Bir konuşmasında Türk dünyasını tasvir ederken, “Büyük Hun, Batı Hun, Ak Hun, Avar Avar, Hazar, Kıpçak, Göktürk Karahanlı, Uygur, Bulgar, idil, Ural, Büyük Selçuklu, Oğuz, Harzem, Altınordu, İlhanlı, Çağatay, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Timurlu, Uluğ Türkistanı, Azerbaycan Tunaboyu”gibi kültür coğrafyasından “Alpertunga, Oğuzhan, Çiçi, Atilla, Bilge Kağan, Saltuk Buğra Han, Tuğrul Bey, Alparslan, Dedem Korkut, Manas, Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacip, İbn-i Sina, Birunî, Farabî, Hoca Ahmet Yesevî, Cengiz, Batu Han, Emir Timur, Siyum Bike, Şah İsmail Hatayi, Devlet Giray, Nadir Şah, Şeyh Şamil, Rumeli Fatihleri, Gaspıralı İsmail, Mehmet Emin Rasulzade, Atatürk” Türk büyüklerinden “Saka, Hakan, Altaylı, Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız, Türkmen, Karakalpak, Gagavuz, Karaim, Çuvaş, Tatar, Kumuk, Çeçen, Karaçay, Malkar” gibi Türk topluluklarından bahseder.  Özdağ’da Türk milliyetçiliğinin üç boyutu vardır, bunlar tarih, coğrafya ve kültürdür.

 

Özgüven Kaynağı Olarak Tarih

Tarih ve Türk milliyetçiliğinin birikimidir; moral dayanağıdır. Bütün milliyetçilikler kadim, köklü bir geçmişe yaslanır. Konu Türk milliyetçiliği olunca kadim tarihin müstesna başarılarından teşekkül etmiş bir birikim söz konusudur. Muzaffer Özdağ daha iyi anlatmak için gerekli olduğunu düşünmektedir. Tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifade ettiği gibi, “Mazisiz bir hâl tasavvur edilebilir. Fakat mazisiz bir gelecek tasavvuru imkânsızdır.” Türk milliyetçisinin geleceğe emin adımlarla yürümesi için kadim tarihin bilinmesi gereklidir. Tarih Türk milliyetçisine şuur ve özgüven kazandıracaktır. Özdağ ortak mazi ve şuurda bir araya gelenlerin tarihini 80 yıl öncesinden 700 yüzyıl öncesinden başlatır. Özdağ, Anadolu’da bin senelik beraberlik üzerine kurulan millet söylemini hiç benimsememiş ve reddetmiştir. Muzaffer Özdağ, Türk tarihinin beraberlik sürecini binlerce senelik derinliğe götürdüğü gibi, Türklerin Anadolu’da kıdemini de 1071’e değil, 7000 sene öncesine dayandırır. Dolayısıyla hepsi birbirinden değerli M.Ö. 285… 1040, 1071, 1299, 1923 tarihleri şanlı tarihin kilometre taşlarıdır.

Coğrafyaya Analitik Bakmanın Aracı Olarak Jeopolitik Düşünce

Özdağ’ı jeopolitik ve strateji ilmine yönelten, Türk dünyasının geçmişte ve gelecekte içinde bulunduğu durumdur. Sovyetler Birliği’nin tarihten tasfiye olması Türk dünyasının önüne yeni ufuklar açmıştır. Ancak Türkiye bu yeni oluşuma hazırlıksız yakalanmıştır. Muzaffer Özdağ yeni durum karşısında soğukkanlılığını kaybetmemiş; Türk dünyası konusunda devlet recalinin bilgi yetersizliğine dikkat çekmiş ve yetkilileri uyarmıştır. Türkiye, yeni oluşuma “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” gibi içini dolduramadığı sloganlar düzeyinde yaklaşmıştır. Türkiye kendi kapasitesini görmeden ağabeylik taslamaya yönelmiş ve sonuçta yanlış stratejilerin sonucunda Türk dünyasının kendisinden uzaklaşmasına neden olmuştur. Çok enteresan bir şekilde Türk topluluklarından bazıları çareyi Rusya Federasyonu’na yaklaşmakta bulmuşlardır. Bu olumsuzlukları Özdağ hayatta iken görmüştür.

Özdağ’ın jeopolitik düşüncesi uluslararası ilişkiler politikasına yaklaşımı ile yakından ilişkilidir. Özdağ uluslararası ilişkilerin etik bir çerçevesi olması anlamında normatif bir kavrayışa sahip olmakla beraber uluslararası ilişkilerin doğasının ürettiği karşılıklı çıkar yaklaşımına önem verir. Ebedî dost ve düşman gibi kavramların son derece hissî,  bireysel düzeye ilişkin olduğunu düşünmektedir. Temel aktörün ulus devlet olduğu uluslararası yapıda karşılıklı çıkarın da konjonktürel olduğunu düşünmektedir. Dolayısıyla uluslararası ilişkilerin kendisine özgü terminolojisini benimser.

Özdağ’a göre dış politika dinamik süreçtir. Karşılıklı ilişkilerin ilkel, meşruiyet temelli sağlam tanımları olabilir; ancak sabit değişmez tanımları olamaz. Konjonktüre adaptasyonu önemlidir. Bu anlamda dış politika bir sanattır. Özdağ’ın yaklaşımını özetleyen en iyi örneklerden biri, eski Sovyetler Birliği ile yeni Rusya Federasyonu konusundaki görüşleridir. Bilindiği üzere Özdağ geçmişte Sovyetler Birliği’nin yayılmacı, faşizan, insanlığın doğasına aykırı sistemine karşı mücadele eden bir şahsiyettir. Fakat tarihi şartlar değişmiştir. Sovyetler Birliği tarihe karışmıştır. Yeni koşullarda yeni dış politika geliştirmek gerekmektedir. Yeni adıyla Rusya Federasyonu’yla iyi komşuluk ilişkisi geliştirmek yeni dönemi doğru okumanın gereğidir. Özdağ yeni durumu şöyle izah eder: “Yaşanan durum, ortaklaşa kazanılan tecrübeler, tarih ve coğrafyanın mantığı, yeni jeopolitik jeostratejik dengeler, insanlığın geleceğini, medeniyeti yok olma tehdidi ile karşı karşıya getiren gelişmeler, Türk ve Rus milletlerinin gerçekçi ve soğukkanlı davranmaları, ideolojik duygusal şartlanmalara kapılmayarak birbirlerinin varlıklarına, bağımsızlıklarına, kültürlerine, onurlarına, meşru hak ve menfaatlerine saygılı bir işbirliği anlayışı geliştirmelerini, dostluk kurmalarını zarurî kılmaktadır.

Türk-Rus dostluğu sadece, insanlık ailesinin bu iki büyük milletinin ilişkilerinde huzur ve güven sağlamakla kalmayacak; Avrasya kıt’ası ve dünya barışı içinde güçlü bir temel ve teminat oluşturacaktır.” Bu pasaj dikkatli incelendiğinde stratejinin asli amaçlarından birinin yeni koşullara uygun politika seçenekleri oluşturmak olduğu görülür.

Coğrafya, Türk milliyetçisinin jeopolitik konseptinin belirlenmesi için önemlidir. Özdağ’da coğrafya düşüncesi medeniyetlerin yükseliş ve düşüşünde merkezi öneme sahiptir. Özdağ coğrafya olgusuna birçoğunun yaklaştığı gibi “15 milyon kilometre kare topraktan 814.578 kilometre kare toprağa razı olduk” tarzındaki yaklaşımlara itibar etmez. Özdağ’da coğrafya sadece fizikî mekânın kalitatif toplamı değildir. Zaten mekâna kalitatif bir değer olarak bakan anlayış stratejik açıdan kördür. Özdağ coğrafyaya jeopolitik disiplinin gerektirdiği çerçeveden bakar. Özdağ’a göre, “Coğrafi mekânlar, karalar, denizler, ovalar, dağlar, nehirler, deltalar, boğazlar, çöller, ülkeler, kıt’alar toplumların yaşamaları, gelişmeleri, kudret oluşturmaları hususundaki imkânlar, kolaylıklar, ihdas ettikleri engeller, güçlükler çerçevesinde devletlerarası ilişkilerin şekillenmesini, tarihin akışınıdoğrudan doğruya ya da dolaylı olarak etkiler.” Özdağ coğrafyayı uluslararası politikanın bir bileşeni olarak görür. Coğrafya bilgisi Avrasya stratejisini temellendirir. Özdağ’da Avrasya, dünya hâkimiyeti için etkin olunması gerekli bölgedir. Ancak stratejik yaklaşım global ölçekte olmalıdır. Bu değerlendirme 21. Yüzyıl için büyük oranda doğrudur. Medeniyetlerin gelişme dönemlerinde ise Yeni Dünya’ya hakîm olanlar gelişme gösterebilmişlerdir. Bu deniz hâkimiyetini ve deniz gücünü algılamakta yetersiz kalan ve kara imparatorluğu ölçülerini aşamayan Osmanlı İmparatorluğu’nun aleyhine olmuştur.

Özdağ, jeopolitik terminolojisine hâkim olmasının yanında bu disiplinle katkıda bulunmuş bir şahsiyettir. Jeopolitik disipline kültür boyutunu dâhil ederek yeni bir yorum kazandırmıştır. Özdağ’a göre, “Tarihin akışı üzerinde deniz gücünün etkisini vurgulayan ve dünya egemenliğini deniz gücünde gören Amerikalı jeopolitisyen Amiral Alfred T. Mahan’ın konsepti de; karşı tezi savunan dünyanın geleceğinin Avrasya merkez bölgesine hâkim olan gücün elinde olduğunu ileri süren İngiliz coğrafyacısı jeopolitisyen Sir Halford J. Mackinder’in görüşleri de beşeri faktörü geri planda bıraktıkları zımmen de olsa, insanların hürriyet ve haysiyetleri, eşitlik, milli bağımsızlık özlem ve emellerinin yaratıcı gücünü ikmal veya inkâra yönelen sömürge çağının zihniyetini yansıttıkları için hatalıdır.”

Bize göre coğrafi mekânların milletlerarası ilişkilerde, politikada yönlendirici, sonuç belirleyici bir faktör değerini kazanması barındırdığı, ilişkili kıldığı mekânları tasarruf eden toplumların kudret ve siyasetleri maddi ve manevi güçleriyle bağlantılı ve oranlı bulunmaktadır.” Özdağ, jeopolitik disiplinine, medeniyet referansına verdiği öncelik nedeniyle Wallerstein’in görüşlerine daha yakındır.

 

Millî Seciyenin Ürünü Olarak Kültür

Muzaffer Özdağ Türk kültürünü milli seciyenin ürünü olarak görmektedir. Türk kültürünün sahip olduğu potansiyel, evrensel kültüre önemli katkılarda bulunmuştur. Bir kültürün evrensel olabilmesi için öncelikle yerel değerlerden beslenmesi gerekmektedir. Başka söyleyişle ulusal olamayan evrensel de olamaz. “istikbal köklerdedir”özdeyişi bu gerçeği çok güzel açıklar.

Özdağ’a göre, “Milli kültür toplumun uzun süreli ortak hayat birliği döneminde yarattığı, ürettiği, benimseyip bağlandığı, korumada, geliştirmede, yaşatmada kararlı olduğu özgün değerlerin ve kurumların bütünüdür.”

“Bir toplum; siyasi, beşeri coğrafya çerçevesi içindeki bir halk milletleşme yeterliğini, rüştünü; millet kimliğini özgün bir milli kültüre sahip olmakla kazanır. Varlığını, bir kimlikle, ancak milli kültürel bütünlüğünü koruyabildiği ölçüde sürdürür.”

“Milli kültür millet binasının, milli toplumsal yapının vazgeçilmez temelidir, harcıdır. Bireyler, aileler, zümreler, sınıflar arasındaki bütünlüğü milli kültür sağlar. Yığını halka, halkı millete dönüştürüp geliştiren, yücelten güç milli kültürdür. Millet hayatının devamlılığı, bağımsız milli devlet oluşumu milli kültürün öz değerlerinin korunması, geliştirilmesi ile sağlanır.”

Kültüreldezenformasyon, kültürel şizofreni Özdağ’ın en çok mücadele ettiği alanlardır. Türk aydınının Batılılaşma adına kendi toplumunu Batı’nın projeksiyonundan görme eğiliminin kültürel şizofreni yarattığının bilincindedir. Bu gerçeği şöyle ifade eder: “Milli kültürle bezenip beslenmeden, milli şuur kazanmadan yabancı kültür ortamının etkisine giren fertler kendi toplumlarından kopabilir, kendi milletlerine yabancılaşabilirler. Öz değerlerini koruma ve geliştirme becerisi göstermeden, yabancı kültüre hudutsuz açılma ve ölçüsüz etkilenme milli toplumun çözülmesine yol açar.” Milli kültürün birleştirici boyutu vardır. Yabancı kültürün mahalli ikamesi kültürel harcın yıpranmasını hızlandırmaktadır. Milli kültürün direnç noktaları vardır. Ancak milli kültürün bir hegemonya tarafından kuşatılması onu zayıflatabilmektedir.

Milli kültür toplumun kendi dinamikleriyle gelişir. Bunun önemli göstergelerinden biri Türk dilidir. Dile ani müdahaleler ahengi bozar. Özdağ bu noktada ifrat ile tefrit arasındaki dengeyi iyi kurmuştur. Bunun en güzel örneği Türk diline gösterdiği özendir. Yaşayan Türkçeyi esas almıştır. Dilde sadeleştirme adına yapılan şovenizme itibar etmemiştir.

 

Sonuç

Muzaffer Özdağ, düşün adamı kimliği ile Türk milliyetçiliğine yeni bir soluk getirmiştir. Bu yönüyle özgün bir kimlik ve kişiliği yansıtır. Türk milliyetçiliğinin ayakları üzerinde durmasını sağlamıştır. Muzaffer Özdağ Türk milliyetçiliğinde bir ekoldür. Türk milliyetçiliği fikri planda Muzaffer Özdağ öncesi ve sonrası olarak kategorize edilebilir. “Özdağ’la birlikte hamaset bir yana bırakılıp iş yapma devri başlamıştır.” Demek abartma sayılmaz. Türk milliyetçiliği ilk kez proje üretmenin yararlarını keşfetmiştir. Slogan üretme işe yaramadığı gibi milliyetçi ideolojiyi marjinalleştirmiştir. Muzaffer Özdağ milliyetçi düşünceyi dinamik hale getirmiş, reaksiyonlar bir yapıdan uzaklaştırmaya çalışarak ona vakur, ağırbaşlı bir kimlik kazandırmıştır. İdealizmin v romantizmin ağırbaşlı bir tarzda yaşanabileceğini kendi hayat tarzıyla göstermiştir. Milliyetçiliği komünizm karşıtlığından kurtarmıştır. Düşman üzerine kurgulanmış ideolojilerin değer taşıyıcı ve değer üretici olamadıkları yaşanan hayatla sabittir. Çünkü var olma nedeni düşmana bağlı olan ideolojiler, düşmanın yok olmasıyla işlevsiz hale gelmektedir.

Özdağ vatan, millet gibi kavramların içini doldurmuştur. Milliyetçi hareketin yasallık boyutuna yaptığı katkı nedeniyle Ergun Göze tarafından “Meşrutiyetçi” ihtilalci olarak adlandırılmıştır. Yakın dönem Türk milliyetçiliğinin tarihini yazanlar Türk milliyetçiliğinde dönüm noktası olarak Muzaffer Özdağ’a mutlaka müracaat edeceklerdir.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!