Baba ve Oğlu -1

Dışarıda karla karışık yağmur yağıyordu, hava soğuktu. Belki de havanın elverişli olmamasından bugün hasta sayısı daha azdı. Saat on bir buçuğa geliyordu. Kamil işini bitirip, servise asistan odasına çıkıp, kar yağışını büyük bir zevkle izlemek için poliklinikte sırayla hastalara bakarken; diğer odalarda hasta muayene eden,  Yahya ile Erhan birlikte içeri girdiler. Yahya “larenks CA evre IV (gırtlak kanseri, ileri evre)”  derken kaşlarını indirip, buruşan yüz ifadesi ile hastanın durumunun hiç de iyi olmadığını ifade ediyordu. Hastayı poliklinik odasına aldılar. Beraber içeri giren otuz yaşlarındaki  erkek, biraz uzun boylu, zayıf, siyah orta gürlükte saçları düzgün taranmış, kalın bıyıklı, nispeten düzgün, temiz giyimli idi. Hastanın oğlu olduğunu, içeri girmesinde bir mahsur olup olmadığını sordu, içerde kalabileceğini söylediler.  Ellibeş yaşlarında, saçları başının  ön üst bölümünde dökülmüş, orta boylu, hafif kilolu, buğday tenli, kalın bıyıklı, çamurlu, eskimiş ayakkabılarının üzerinde eski sayılabilecek ama ütülü pantolonu, iki düğmesi açılmış, koyu renkli kalın yünlü gömleğinin üzerinde, elde örüldüğü belli olan kahverengi kazağı ve koyu renkli ceketiyle; çekingen,  nefes alıp verdikçe çıkan hırlama sesinden zor nefes aldığı kolayca belli olan hastayı,  muayene koltuğuna oturttular.

         – Rahat olun. Sakin olun. Adınız  nedir?

          Boğazı sıkılırcasına boğuk bir sesle cevap verdi:

         – Durmuş.

         – Kaç yaşındasınız?

         – Elli dört.

         – Ne kadar zamandır bu şikayetiniz var?

         – İki-üç yıldır.

Daha önce kulak burun boğaz uzmanının görmediğini, ilk kez geldiklerini söylediler. Kamil hastayı muayene edince durumun vahim olduğunu gördü.  “Hastayı Haluk Ağabey’e gösterelim, servise çıksın .“  dedi. Servisde  Haluk Bey hastayı muayene edip bu kadar zamandır neden doktora gitmediğini, hastalığının ilerlediğini  üstüne basa basa belirterek söylendi, kızdı. Yatışını yaptılar.

Kamil  de kar yağışını büyük bir zevkle izlemek için asistan odasına geçip, kapıyı arkadan kilitledi.  Böyle durumlarda genellikle efkarlanır, çoğu zaman da   bildiği şiirlerden okurdu. Pencerenin önünde, ayakta dikelip, hasret, gurbet, sevda dolu  şiirler okumaya başladı. Çok sayıda şiiri ezbere bilir, yalnız kaldığı zamanlarda kendi kendine okurdu, duygulanırdı. Fakat bu halini kimsecikler göremezdi, bilemezdi. Ancak yalnız kaldığı zamanlarda, kendini,  dizginleri serbest kalmış,  son sürat  dörtnala giden at üstünde gibi hisseder, içindeki renkler, sesler, hisler, ışıklar  birbirine karışır, kah bulutlanır, kah aydınlanırdı. Bazen yağmurlu gecelerde Sarayburnu’na gider, boğaz kenarında loş sokak lambalarının altında, ahmak  ıslatan tabir edilen yağmurun altında, ağır adımlarla yürür, şiirler mırıldanır, çevresinden kopar,  başını salladığını, yüzünün garip şekillere girdiğini fark etmezdi.  “Bak ben de senin gibi, denizin ortasında yalnız ve hüzünlüyüm” der gibi duran karşısındaki Kız Kulesi’ne, “senin derdini ben anlıyorum” anlamında gözlerini yumar, yüreğinden ılık bir şeyin aktığını hissederdi. Gecenin karanlığında, sisler arasında, oradan sevdiğinin gülümseyen silüetini görür gibi olurdu. Yine etrafı ile bağı kesilmişti, kapının ne kadar gürültüyle çalındığını ancak belli bir zaman sonra fark edebildi. Kapıyı açtı, asistan arkadaşı Bülent içeri girerken sordu;

         – Yahu on dakikadır çalıyorum, hayrola bir şey mi oldu?

Cevap vermek istemediği belli oluyordu.

         – Yok,  bir şey.

         – Yok, yok. Bir şey var ama yine anlatmıyorsun. Akşam bana takıl, hem eğlenirsin, hem de.

         – Tamam. Kaç kere söyledim, olmaz! Diyerek sözünü kesti.

         – Kötü bir larenks daha yatırmışlar, bu ikincisi. Birincisi de iyi değil. Patoloji raporu yarın çıkacakmış.

         -Çıkar çıkmaz hemen ameliyata alalım. Bugünkünü genelle almaya kalkarsak vakit kaybederiz, birazdan lokalle  alalım ki patolojisi gecikmesin.

Beraber yemeğe gidip geldikten sonra hastayı oğluyla beraber müdahale odasına aldılar, gırtlak kanseri olduğunu, kanserin ilerlediğini, geç geldiğini, mutlaka ameliyat olması gerektiğini, gırtlağının tamamının alınacağını, ancak konuşma protezi takacaklarını, şu andaki sesine benzer hatta belki de daha iyi konuşabileceğini, başka çarenin olmadığını anlattılar. Durmuş Amca’nın gözleri sulandı, başını öne eğdi. Bereket versin hasta uyumlu bir hastaydı. Asıl ameliyat öncesinde, oradan parça alacaklarını,  zamandan kazanmak için lokalle müdahale olacağını, yapacakları işlemi anlattılar. Durmuş Amca ve oğlu Selçuk siz ne gerekiyorsa yapın, size güveniyoruz anlamında bir şeyler söylediler. Biopsi alındı, patolojiye gönderildi.

Kamil akşam visitinden sonra evine geldi. Ev arkadaşı Cemal’le fakültenin birinci sınıfına başladıkları hafta yurtta battaniye kuyruğunda tanışmışlardı. Kamil Balıkesir’den Cemal  Elazığ’dan gelmişti. Samimiyetleri artmış, gayet iyi anlaşıyorlardı. İkinci sömestrde aynı odayı paylaşmaya başladılar. İkinci sınıfın başında birlikte eve geçtiler. Altı yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Derken mecburi hizmetlerini tamamlayıp, ihtisasa başladılar, yine öğrencilik yıllarında olduğu gibi aynı evde kalıyorlardı. Cemal bu arada  sınıf arkadaşı ile nişanlandı. Doktor Hanım mütevazi, fakir bir ailenin kızıydı, öğrenimini maddi sıkıntılar içinde bitirmişti.   

DEVAM EDECEK…

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!