Arslan Tekin, Ermenilerin Türkiye’deki algı operasyonlarını deşifre ediyor

featured

Yeniçağ Gazetesi köşe yazarı Arslan Tekin, Ermenilerin Türkiye’deki algı operasyonları ve oluşumlarına dair yazıları ile vatandaşları uyarmaya bilgilendirmeye devam ediyor. Arslan Tekin köşesinde geçmiş yıllardan günümüze konu ile ilgili gündem olan ya da gündem olması gerek konulara değiniyor.

Arslan Tekin’in yazılarından bazı bölümler:

“Ermenicilerimiz, 2020’de 44 gün süren savaşında Ermenistan’ın yenilmesini içleri kan ağlayarak seyrettiler. İnsanlarımızın zafer sevinç dalgası, önüne çıkacak her kütüğü, her dalı, her taşı sürükleyip ummanlara dökeceğini bildikleri için, İmza Örgütü (İTÖ) militanları harekete geçemediler. Azerbaycan’ın 24 saatlik mevzi müdahalesinde artık dayanamadılar, Taşnakçılara destek için bildiri yayınladılar, imza topladılar; ama, 123’te kaldılar.”

“Meselâ; Ermenicilere imza verenlerin birçoğu aynı zamanda Türk ordusuna laf eden CHP Parti Meclisi üyesi Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tahrıkulu için de imza verdiler. Kimileri ekranda, gazete köşelerinde bu adamı desteklediler. Meselâ “Özür Diliyorum” imzasını toplamada başı çekenlerden Ali Bayramoğlu“sağcı” gazetede: “Tanrıkulu, bu ülkenin yüz akı adamlarından birisidir. Baro Başkanlığı, milletvekilliği sırasında mağdurun yanında durması, aydınlık için mücadele vermesi ve dik duruşuyla bilinir.’ diyebiliyor. (“Tanrıkulu ve Bellek”, Karar, 14 Eylül 2023)”

“Cengiz Çandar‘ın adı, A. Öcalan‘ın ifadelerinde geçer. Talabanî‘nin yakın dostu. Vatanseverlik diyoruz…  Milliyetçilik diyoruz… C. Çandar şunları yazıyor:

“‘Hepimiz Ermeniyiz’ pankartlarının yer aldığı bir muhteşem cenaze töreninde yürüyenler; işte dünyada ‘Türklük onuru’nu onlar korudu ve Diaspora Ermenilerini şaşırtacak derecede ‘Türk’ün vicdanı’nı onlar temsil etti. / O olay, Türkiye’nin ‘vatanseverlerinin başkaldırısı’ idi. Milliyetçi saldırganlığın karşısına, Türkiye’nin vatanseverlerinin dikilmesiydi.”

“Yayılmacı Ermeni grupları kim neden şımartıyor? Önce bunu Ermenilerin düşünmeleri lâzım. Dağlık Karabağ’da hak iddia ediyorlar ama işgal ettikleri alan hak iddia ettikleri alanın iki misli. Eğer onları itekleyenler “Şimdilik durun!” demeselerdi, daha ileri gideceklerdi. Çünkü 1990’lı yılların başlarında Azerbaycan Türklerinin inancından ve yüreğinden başka bir şeyleri yoktu. Elde silah olmayınca ne inanç yetiyor ne yürek…

Ermenileri sahaya sürenler, “Dur!” dedikleri yerde çıban başı bırakıyorlar ki, ne Ermenistan onsun, ne Azerbaycan. Ve hatta Azerbaycan’ın canı Türkiye de çıban başının cirahatından nasibini alsın. Pek dillendirilmiyor ama İran’ın da tedirgin olması isteniyor. Çünkü asıl Türk nüfusu İran’da. Hem de şuurlu bir nüfus, (Şu anda İran’ın Tebriz merkezli yöresinde, kalplerin Azerbaycan için attığını, hemen her gün Ermenistan’ın ve Ermenistan’dan yana tavır koyan Tahran yönetiminin protesto edildiğini biliyor musunuz? Hatırlatırım, sadece İran sınırları içinde kalan Güney Azerbaycan’da en az 30 milyon Türk’ten da gayri doğuda Türkmenistan’ın uzantısı Türkler de yaşıyor.)”

Gence yine balistik füzeyle vuruldu. Binalar yerle bir oldu. Kadınlar öldü, çocuklar öldü… Aile yadigârları gitti. Ne zaman enkaz görsem ne zaman bir yavrunun oyuncak bebeğini, hele gelinlikli bebeğini görsem, içim burkulur, gözlerim dolar.

Türkiye’de, Ermeni kilisesinden ayrı, sol liberallerle aynı çizgide yürüyen grubun yönetimindeki Agos gazetesine göz attım. Agos‘un bir özelliği, Ermenistan’dan da haber alabilmeleri. Dünkü haberde şöyle bir ifade var:

“Ermenistan Savunma Bakanlığı Basın Sözcüsü Şuşan Stepanyan, ‘Azerbaycan askeri-sivil liderliğinin açıklamalarına yanıt: Ermenistan Cumhuriyeti topraklarından ya da Ermenistan Silahlı Güçleri tarafından Azerbaycan’a yönelik ateş açılmamıştır” açıklamasında bulundu. / Ermenistan bugün sabah saatlerinde Karabağ’ın Stepanakert [Hankendi] şehrinin top ateşine tutulduğunu ve bir sivilin hayatını kaybettiğini açıkladı.

“Ermeni Haber Ajansı” sitesi varmış. HDP/PKK milletvekili Garo Paylan‘ın “Saldırgan Türkiye ve Azerbaycan’dır, Ermenistan değil” mealindeki tivitine gerekli cevabı veren ASAM’ın üzerine giden bir haber yapmış:

“Azerbaycan’ın Ermenistan’a ve Artsakh’a (Dağlık Karabağ) karşı başlattığı saldırılar sürerken Türkiye’de HDP’liler ve HDP Ermeni milletvekili Garo Paylan gazetelere verilen ilanlarla hedef gösterildi. / ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) yayınladığı bildiride ve bazı gazetelere verdiği ilanda HDP’liler ve Garo Paylan’ı ‘ihanetle’ suçladı.”

Ermeni isyanları, özellikle misyonerlerin zemin hazırlamalarıyla 19. yüzyılda hız kazandı. II. Abdülhamit döneminde çok kanlı çatışmalar oldu. Hinçakçı/Taşnakçı militanlar 24 Ağustos 1896”da Osmanlı Bankası”nı bastı. Abdülhamit”e, 21 Temmuz 1905”te, cuma selamlığından önce suikast düzenlediler. Şeyhülislâmın Abdülhamit”i bir maruzatı için durdurmasaydı, padişah havaya uçacaktı.

 

Aklıma başka bir şey takıldı. Bilmiyorum, bu yıl da ABD Başkanı Joe Biden, 2021 ve 2022’de dediği gibi “Ermeni soykırımı” diyecek mi? Benim nazarımda, böyle demesinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yok.

Ermenilerle savaştık; işgal edilen bölgelerin büyük kısmını geri aldık. “Savaştık.”“Geri aldık.” derken, kastım 2020’de 44 gün süren İkinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’ın topraklarını geri alması. Türkiye, Azerbaycan’a, “her türlü” desteği vermişti. Azerbaycan demek “biz” demek.

 

 

Arslan TEKİN’İN Tüm Yazıları

25 Eylül 2023 / 00:01

İmza Toplama Örgütü (İTÖ) şimdi Taşnakçılar için harekete geçti

İkinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan, Türkiye’nin de büyük desteği, Putin’in, kendi toprakları için savaşıyorlar demesiyle Azerbaycan, Ermenistan’ın 1988-1994 yılları arısında işgal ettiği toprakları büyük oranda geri aldı. Sonra Rus Barış Gücü araya sokuldu. Türkiye de “gözlemci” idi. Ama ağırlık yine Ruslardaydı. Rus askerlerin umursamazlığıyla, göz yummasıyla, Dağlık Karabağ’de Taşnakçı zihniyetteki Ermenici çeteler yer yer saldırdılar. Yedi Azerbaycan Türk’ü polisin şehit edilmesi bardağı taşırdı.

Ermeniciler militanlar beklemedikleri bir anda Azerbaycan ordusu harekete geçti ve Ermeni militanlarının mevzileri yerle bir etti. Ermeniciler, 24 saat içinde beyaz bayrağı kaldırmak zorunda kaldılar. Şimdi statü için görüşüyorlar. Aracı olan yine Ruslar. Bu şu demek: Bu görüşmeler de bir ileri bir geri yürüyecek, kesin bir hat çizilemeyecek, Azerbaycan ordusu yine teyakkuzda kalacak. Bu arada, Ermeniler, Rus Barış Gücü’nın göz yummasıyla, yer yer desteğiyle yine Karabağ’a silah yığacaklar, mayın döşeyecekler.

Azerbaycan’ın Taşnakçı terör örgütlerini susturması, bizdeki Ermenicilerin çok zoruna gitmiş. İmza Toplama Örgütü (İTÖ)’nü devreye soktular ama imza 123’te kaldı.

Biliyorsunuz daha önce “Hepimiz Ermeni’yiz” grubu 1915 Tehciri’nden dolayı Türkleri Ermenilerden özür dilemeye çağırmışlar, hatta site kurmuşlar imza toplamaya başlamışlardı. Diyorlardı ki: “1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı ‘Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum.”

“Gazeteci Ali Bayramoğlu, profesörler Baskın Oran ve Ahmet İnsel, Dr. Cengiz Aktar‘ın ilk çağrıcıları olduğu kampanyada imzalanması istenen metni böyle.”

Ermenicilerimiz, 2020’de 44 gün süren savaşında Ermenistan’ın yenilmesini içleri kan ağlayarak seyrettiler. İnsanlarımızın zafer sevinç dalgası, önüne çıkacak her kütüğü, her dalı, her taşı sürükleyip ummanlara dökeceğini bildikleri için, İmza Örgütü (İTÖ) militanları harekete geçemediler. Azerbaycan’ın 24 saatlik mevzi müdahalesinde artık dayanamadılar, Taşnakçılara destek için bildiri yayınladılar, imza topladılar; ama, 123’te kaldılar.

Bu imzacılar, Birinci Dağlık Karabağ Savaşı’nda Taşnakçı Ermenici militanların katliamını görmezden gelmişlerdi. Herkesin yüreğini yakan 1992’deki Hocalı Katliamı’nda hiçbiri bir ses etmedi. Bu bile ölçüyü ortaya koyuyor. Bunların asıl kasıtları Türkler. Türk’e saldırmak için bahane arıyorlar.

Meselâ; Ermenicilere imza verenlerin birçoğu aynı zamanda Türk ordusuna laf eden CHP Parti Meclisi üyesi Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tahrıkulu için de imza verdiler. Kimileri ekranda, gazete köşelerinde bu adamı desteklediler. Meselâ “Özür Diliyorum” imzasını toplamada başı çekenlerden Ali Bayramoğlu“sağcı” gazetede: “Tanrıkulu, bu ülkenin yüz akı adamlarından birisidir. Baro Başkanlığı, milletvekilliği sırasında mağdurun yanında durması, aydınlık için mücadele vermesi ve dik duruşuyla bilinir.’ diyebiliyor. (“Tanrıkulu ve Bellek”, Karar, 14 Eylül 2023)

Ülkesini seven, aklı bayında herkes biliyor ki, Sezgin Tanrıkulu’nun zamirinde yatan başkadır. Dayısıyla onu savunanların niyeti de başkadır. (İmralı’dır, Kandil’dir, desem başka yöne çekecekler; demiyorum!)

İmzacıları destekleyen basın yayın organlarında Taşnakçı 123 imzacının haberini şöyle veriliyor:

“Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’a yönelik 19 Eylül’de başlattığı, bir gün sonra ateşkes ilan edilen saldırısı sonrası, Türkiye’den 123 hak savunucusu uluslararası örgütlere çağrıda bulundu.

Yayımlanan ortak metinde hak savunucuları, ‘Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası örgütlere ve uluslararası kamuoyuna aktif tavır alma çağrısında bulunuyoruz.’ dedi.”

Metin girişi asıl maksadı ortaya koyuyor:

“Uluslararası Kamuoyuna

19 Eylül Salı günü Bakü rejimi ablukanın da ötesine geçerek Dağlık Karabağ’a (Artsakh) doğrudan askerî harekât başlattı. Hem de herkesin gözü önünde ve BM’nin yıllık genel kurulu New York’ta cereyan ederken… Ve Azerbaycan bu saldırıyı, dünya kamuoyunun sessiz seyirciliği ve Türkiye ve İsrail’in açık desteği ile yapmaktadır.

Ortada açık bir etnik temizlik ve soykırım tehlikesi vardır…”

***

İhanetin böylesi hiçbir ülkede görülemez. Türk milletinin engin müsamahasını kimileri kendileri için fırsat sanıyorlar. Gün gelir, hesap sorulur. “Hepimiz Ermeni’yiz” grubu militanları bunu hiç ama hiç akıllarından çıkarmasınlar.

 

Arslan TEKİN

18 Eylül 2019 / 00:00

Milliyetçilik ayrıştırması

Türkiye’de kimilerinin fikir kaynakları sol-entel kesimdir. Dışlanma korkusuyla hakikati teslim etmekten hep kaçınırlar. Dün yazdık; Prof. Dr. Fuat Keyman bile bile “vatanseverlik”i, “milliyetçilik”ten ayırıyor.

Cengiz Çandar (Eski Çinci komünistlerden), Hrant Dink‘in ardından “Vatanseverlik başkaldırısı; Milliyetçilik hastalığı…” başlıklı yazısında menfur hâdiseyi fırsat bilip “milliyetçiliği” alabildiğine karalamıştı.

Hrant Dink‘le konuşurdum. Röportaj da yapmıştım. “Hepimiz Ermeniyiz” grubu, daha sonra, Hrant‘ın muhakkak karşı çıkacağı bağlantılarını ortaya döktüğüm için beni önce savcılığa şikâyet etti, sonra mahkemeye verdi. Şikâyet dilekçesini imzalayanların isimlerini burada yazsam şaşırır kalırsınız.

Cengiz Çandar‘ın adı, A. Öcalan‘ın ifadelerinde geçer. Talabanî‘nin yakın dostu. Vatanseverlik diyoruz…  Milliyetçilik diyoruz… C. Çandar şunları yazıyor:

“‘Hepimiz Ermeniyiz’ pankartlarının yer aldığı bir muhteşem cenaze töreninde yürüyenler; işte dünyada ‘Türklük onuru’nu onlar korudu ve Diaspora Ermenilerini şaşırtacak derecede ‘Türk’ün vicdanı’nı onlar temsil etti. / O olay, Türkiye’nin ‘vatanseverlerinin başkaldırısı’ idi. Milliyetçi saldırganlığın karşısına, Türkiye’nin vatanseverlerinin dikilmesiydi.”

Sözü milliyetçiliğe getirerek demediğini bırakmıyor:

“‘Milliyetçilik’ tehlikeli bir hastalıktır. Zira, milliyetçiliğin; düşünce planında ‘ırkçılık’, eylem planında ise ‘faşizm’ ile arasında çok belirsiz ve geçişi gayet kolay, akışkan sınırlar vardır. O sınırlar genellikle aşılır. Doğası gereği, azgınlaşır ve saldırgandır. Sınırları aştığı anda, çoğulcuğu reddeden ‘homojenlik’ arayan zihniyetinin kaçınılmaz sonucu zulüm ve kandır.

Milliyetçilik, ırkçı ve faşist türevleriyle birlikte, bir ülkeyi mahva sürüklemenin en kestirme yollarından biridir.” (Hürriyet, 6 Şubat 2007).

Başıma gelenlerden biliyorum, “Hepimiz Ermeniyiz” diyenler “Türk’ün vicdanı”nı asla temsil etmemişlerdir.

Prof. Dr. Fuat Keyman“vatanseverlik” ile “milliyetçilik”i ayrıştırırken, Cengiz Çandar‘ın yazısını muhtemelen şuuraltında ayrı bir yerde tutmuştur.

Mevzi tavırları bütün milliyetçilere nasıl yüklersiniz ve millî birliği, ülke bütünlüğünü sağlamak isteyenleri nasıl töhmet altında bırakırsınız!

Konuyu uzatıyoruz ama gerekli. Prof. Dr. A. Baran Dural, sözünü ettiğim Prof. Bey’in ayrıştırmasını ele alırken meseleye, bizim dışımızda, farklı noktadan bakar:

“Bugünlerde sadece Türkiye’de değil tüm dünyada “milliyetçilik sorunu” tartışılıyor. “Milliyetçilik sorunu”, romantiklik özelliğiyle önplana çıkan milliyetçiliğin, son derece akılcıl ve gerçekçi (realist- rasyonel) bağlamda, emperyalist devletler tarafından sürdürülen çağcıl küresel saldırının karşısında konumlandığı bir değer olması açısından, sorunlu bir yan teşkil ediyor. Aynı şekilde küresel emperyalist saldırıyı yürüten kapitalist-sömürgesi güçlerin, yer yer milliyetçiliğe sarılarak ya da milliyetçiliğe yakın kimi kavramlara sahip çıkar görünmeleri, milliyetçiliği bir sorun mertebesine çıkartıyor. Bu arada küresel saldırıdan şikayet eden irili ufaklı ezilen ülke milliyetçiliklerindeki önderliklerin somut reçeteler üretmek, ulusal, uluslararası ittifaklara girişerek aktif direnç göstermektense, küresel saldırıyı ulusal reçetelerde ve salt günü kurtarmak üzere sözde savunularla geçiştirmeye çalışmaları itibarıyla da, milliyetçilik hayli sorunlu bir yapı arz ediyor.” (Devam edeceğiz.)

Arslan TEKİN

19 Eylül 2019 / 00:00

Milliyetçiliğin tartışılması ne acı!

“Vatanseverlik mi, milliyetçilik mi?” sorusu etrafında tartışma genişledi. Prof. Dr. Fuat Keyman‘ın başlattığı tartışmada sahayı boş bırakmaya gelmiyor! Vuran vurana!

“Milliyetçilik” üzerine kafa yoran Prof. Dr. A. Baran Dural‘dan bir değerlendirme istemiştim. Dün bir bölümünü verdim:

“Milliyetçilik sorunu irdelendiğinde farklı ülkelerdeki düşünürlerin geçmişleri itibarıyla milliyetçilik kavramına soğuk baktığı bir gerçektir. İşin ilginç yanı son günlerde milliyetçilik- küreselleşme münazarasını başlatan da bu düşünürler. Milliyetçilik kavramına karşı geçmişten gelme olumsuz bir yargıyla yaklaşan küreselleşme karşıtı ve/veya küreselleşmenin nimetlerine kuşkuyla yaklaşan düşünürler, hem kendilerini daha iyi hissetmek hem de milliyetçiliğin olumlu/ olumsuz yönlerini kafalarında ayrıştırmak için tartışmayı yurtseverlik/ vatanseverlik kavramları ekseninde yürütüyorlar. Son günlerde değerli siyaset bilimci Prof. Dr. Fuat Keyman’ın Karar gazetesinde başlattığı, ‘vatanseverlik/ milliyetçilik’ analizleri de tartışmaya Türkiye’den açılan pencerelerden birisi ve özü itibarıyla son derece zihin açıcı- yararlı bir tartışma.

Keyman, Karar’daki son üç yazısında, tıpkı Batı’da olduğu gibi ABD Başkanı Trump hakkında sürdürülen, ‘Are Trump’s actions patriotoc or nationalist (Trump’un tutumu milliyetçi mi yoksa vatansever bir tutum mudur)?’ ikileminden yola çıkıyor. Türkiye’deki tek adamcılık ve bu tek adama destek olan milliyetçi gruplar sorununa yanıt arıyor. Keyman işe, milliyetçiliğin vatanseverliği kapsadığını ama her milliyetçi akımın yurtsever sayılamayacağını hatta yurtseverlik değeriyle çatışan milliyetçi yaklaşımlara rastlandığını söyleyerek başlıyor. Genellikle liberal ve solda kalan düşünce gruplarının milliyetçiliği hor görüp, onunla birleşmeye soğuk baktıklarını anımsatan Keyman, tıpkı yurtdışında varılan yargıyı paylaşırcasına, küresel saldırı ve emperyalist oldu- bittilere direnmek yolunda, milliyetçiliğin son derece faydalı bir düşünce sistemi olarak görünüp önemsenmesi gerektiğine inanıyor. Sadece milliyetçilik kelimesi yerine vatanseverliği/ perverliği kullanıyor. Bu söz oyunu dışında Keyman’ın dile getirdiği her teze katılmak mümkün.

Ne var ki Keyman, yukarıda dile getirilen milliyetçiliğe siyasal geçmiş itibarıyla soğuk yaklaşımı nedeniyle ki bunlar değerli hocanın kitaplarında da gayet açıktır, ‘Milliyetçiliğe Hayır, Vatanperverliğe Evet’ sonucuna varıyor. Milliyetçi olmadan vatanperver olunabileceğini hatta olunması gerektiğini ileri sürüyor. Yazarın burada kastettiği olgu milliyetçiliğin kötü bir ideoloji olduğunu savlamak değil aslında. Zira Keyman, dünyayla barışık, farklı siyasal görüşlerle ülkesi yararına uzlaşabilen, ulusal değerlerinden taviz vermeksizin her türlü pakt ve oluşum içerisinde serbestçe hareket ederek ülkesinin çıkarlarını koruyabileceğine inandığı modern milliyetçiliğe, ‘vatanperverlik’ diyor.

Göründüğü gibi ilk başta milliyetçileri irkilten bu tartışmada esas itibarıyla milliyetçiliğin özde itiraz edeceği bir durum yok. Ancak tıpkı ABD’de olduğu gibi Türkiye’de de gerek milliyetçi aydınların küreselleşme karşısında ciddi bir teorik birikimleri olmamasından gerekse farklı ideolojilerin aydınlarıyla saf tutmaya soğuk bakmalarından ötürü, tartışma iç tutarlılığa bağlanamıyor ve kavramsa çerçeve, ‘nomnalizme (adcılık)’ kurban ediliyor.”

Baran Dural, tartışmayı, yine gerekli olan bir başka cepheden ele alıyor.

Milliyetçiliğe Batı perspektifinden baktığınızda farklı yere varılacaktır. Yarın A. B. Dural değerlendirmesinin son bölümünü vereceğim. Ardından bir “yerli” ismin, Gökalp‘ın tarifleri üzerinde duracağım.

Arslan TEKİN

20 Eylül 2019 / 00:00

Asabiyet-milliyet-vatan

Millet, milliyet deyince sanki “ırkçılık” yapılıyor. Komünist kalıntılar, onların ağızlarına bakan siyasî İslâmcılar, eyyamcılar, ülkeden ülke çıkarmak isteyen dilimciler, emperyalistlerin maşaları, el ele, kol kola, beden bedene saldırıya geçiyorlar. Bir ülkede yaşadıkları için ister istemez, o ülkeyi yıkmak istemediklerini de göstermek ihtiyacı duyuyorlar; “vatanseverlik” kavramı ardına sığınıyorlar. Sonra aslî unsura vurdukça vuruyorlar. Prof. Dr. Fuat Keyman“vatanseverlik mi, milliyetçilik mi?” sorusuna cevap ararken, bunlardan etkilenmediğini söyleyemez!

“Vatan” derken, “devlet”le birlikte düşünmeliyiz. Buna girmiyorlar. “Vatan” derken “asabiyet”le de birlikte düşünmeliyiz… Buna da girmiyorlar. Kafalarında, “milliyetçi” sıfatıyla adını resmîleştirmiş bir parti ve türevleri var. “Parti” bazında düşünüp “parti” bazında yorum getiriyorlar. Ne alâkası var!

Hangi zihniyetin milliyetçiliğe karşı olduğuna bir örnek malûm isim M. Bekaroğlu‘dur. Bu kişi, “Sağ ol sayın Keyman; ben aynen yazdığınız gibiyim, sıkı bir vatansever ama milliyetçi değil…” diye tivit atmış. Onu, daha öğretim üyesiyken Van’da, üniversitede, bölücülüğün de konuşulduğu bir toplantıda dinlemiş ve hükmümü vermiştim.

Prof. Dr. Baran Dural‘ın değerlendirmesinin son bölümü:

“Yani bir düşündüğümüzde bizzat George W. Bush döneminde 2001 yılında çıkarılan ABD’de güvenlik kılıfı altında yurttaşların hak ve özgürlüklerini ciddi tehdit eden, hatta varlığıyla liberalizmin siyasal ve bireysel özgürlükçü yanını ortadan kaldırdığı öne sürülen yasanın adı, Patriot Act (Yurtseverlik /Vatanperverlik) yasasıydı. Şimdi madem milliyetçilik ‘kaka’ yurtseverlik ‘cici’ olan terimdi o zaman buradaki yasa, sırf içinde Patriot(ism) kelimesi geçtiği için kutsanacak mıdır? Bugün vatanperver olmamakla beraber marazi şekilde milliyetçi davranmakla suçlanan Trump, Patriot Act’den sonra çıkarılan tüm insan hak ve özgürlüklerin sonunu temsil eden yasaların bir sonucuysa, bunda milliyetçiliğin günahı ne?

Dolayısıyla bu çok değerli tartışma elbet milliyetçi aydınların zahmet etmezler de konuya girerlerse faydalı bir noktaya taşınabilecek bir teorik zemine oturuyor. Burada dünyayla barışık, gerektiğinde normal şartlarda kendisiyle çelişir gözüken ittifaklara vatanın selameti için girebilen, kısaca dünyalı bir milliyetçiliğin küresel tehdidin karşısına konulmasıdır ki ben de eserlerimde yıllardır aynı kuramı savunuyorum. Sırf inat uğruna Erol Güngör’ün nitelemesiyle marazi bir şekilde geçmişe tutunup kalan ya da geçmişte yaşayan bir bitpazarı milliyetçiliği mi yoksa insan hak/ hürriyetlerine saygılı, evrensel hukukun değerlerine bağlı, mücadeleci ve çağdaş bir milliyetçilik mi? Tartışmanın özü ve tözü bu olmalıdır. Aksi takdirde olumsuzlamak isteyen için milliyetçilikle vatanperverlik yer değiştirse de Keyman’ın kullandığı gibi kalsa da netice değişmez. Türkiye’de her iki milliyetçiliği de savunan siyasal gruplar var ve bu grupları birbirinden ayıran zorlama adlandırmalar değil, söz konusu kadroların ürettikleri iştir. Yoksa elbette milliyetçi olmadan vatanperver olunabilir ve milliyetçilik tutuculaşırsa vatanperverliğe aykırı sonuçlar doğabilir.”

“Asabiyet”in teorisini kuran İbn Haldun‘u ele almadan, bu tartışmaya girilemez. Mukaddime‘de “Vatan” kelime olarak, doğup büyüdüğü yer anlamında sadece beş yerde kullanılmıştır. Bir yerde başşehirlerden bahsederken “Mutlaka her milletin bir vatanı vardır.” demiştir. Ama “mülk/devlet” üzerinde ayrıntılı durur ve “asabiyet”le bağ kurar.

Yarın tartışmaya Gökalp‘la nokta koyuyoruz.

 

Arslan TEKİN

21 Eylül 2019 / 00:00

Vatan-millet-Gökalp

Türkiye’de “milliyetçilik” deyince, Ziya Gökalp ana duraktır; yanınızda bitiverir.

Gökalp “millet”i şöyle tarif eder:

“Millet, ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafi, ne siyasî, ne de iradî bir zümre değildir. Mil­let; lisanca, dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek olan, yani aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir…”

Devamında şu örneği verir:

“Memleketimizde vaktiyle dedeleri Arnavutluk’tan yahut Arabistan’dan gelmiş millettaşlarımız vardır. Bunları Türk terbiyesiyle büyümüş ve Türk mefkûresine çalışmayı itiyat etmiş görürsek, sair millettaşlarımızdan hiç tefrik etme­meliyiz. Yalnız saadet zamanında değil, felaket zamanında da bizden ayrılmayanları nasıl milliyetimizden hariç telak­ki edebiliriz. Hususiyle bunlar arasında milletimize karşı büyük fedakârlıklar yapmış, Türklüğe büyük hizmetler ifa etmiş olanlar varsa, nasıl olur da bu fedakâr insanlara “Siz Türk değilsiniz,” diyebiliriz. Filhakika, atlarda şecere ara­mak lazımdır, çünkü bütün meziyetleri sevk-i tabiîye müs­tenit ve irsi olan hayvanlarda da ırkın büyük ehemmiyeti vardır. İnsanlarda ise, ırkın içtimaî hasletlere hiçbir tesiri olmadığı için şecere aramak doğru değildir. Bunun aksini meslek ittihaz edersek, memleketimizdeki münevverlerin ve mücahitlerin birçoğunu feda etmek iktiza edecektir. Bu hâl câiz olmadığından “Türk’üm!” diyen her ferdi Türk ta­nımaktan; yalnız, Türklüğe hıyaneti görülenler varsa, ce­zalandırmaktan başka çare yoktur.” (Türkçülüğün Esasları, Haz. Nargiza Sattarova, Bilge Kültür Sanat Yayınları, s. 32-33).

Gökalp yeri gelir “ümmet”i ve “millet”i bir arada kullanır.

Gökalp‘ın İslâmcı yönünün ağır bastığını söyleyebilirim. Türkleşmek İslâmlaşmak Muasırlaşmak” makaleleri bir tarafa asıl İslâm Mecmuası ve Küçük Mecmua‘daki makalelerine bakılmalı. (“Gökalp’ın ‘İslâm’ Konulu Makaleleri” yayınlanmıştır. Toplu hâlde bu kitapta bulabilirsiniz. Bilge Kültür Sanat Yayınları.)

Gökalp‘ta “vatanperverlik” (“vatanperver” olarak) bir yerde geçer. O, “vatanî ahlâk”tan bahseder. Vatanî ahlâkla millî hassasiyeti ayırmaz:

“Millî tesanütü kuvvetlendirmek için her şey­den evvel vatanî ahlâkı yükseltmek lâzım geliyor. Fakat vatanî ahlâkı yükseltmek için ne yapmalıyız?

‘Vatan, millî harstır [kültürdür],’ demiştik. Demek ki vatan; dinî, ahlâkî, bediî güzelliklerin bir müzesidir, bir sergisidir. Va­tanımızı derunî bir aşkla sevmemiz bu samimî güzellikle­rin mecmuu olduğu içindir. O hâlde, millî harsımızı bütün güzellikleriyle ne zaman meydana çıkarırsak, vatanımızı en çok o zaman seveceğiz ve bu kadar şiddetle seveceği­miz o sevimli vatan uğruna şimdiye kadar yaptığımız gi­bi yalnız tehlike zamanlarında hayatımızı değil, sulh ve sükûn anlarında da bütün şahsî ve zümrevî ihtiraslarımızı feda edebileceğiz. Görülüyor ki, millî tesanütü kuvvetlen­dirmek için, ilk iptida, millî harsı yükseltmekle mükellef olan münevverlerin bu işi çabuk başarmaları lâzım.

Millî tesanütün birinci temeli, ‘vatanî ahlâk’ olduğu gibi ikinci temeli de ‘medenî ahlâk’tır. Vatanî ahlâk, kendi milletimizi mukaddes tanımaktan ibaret olduğu gibi, me­denî ahlâk da milletimizin fertleriyle onlara benzeyen sair fertleri muhterem tanımaktan ibarettir. Cemiyet, mukad­des olunca, onun fertleri de mukaddes olmaz mı?

O hâlde vatanımızı, milletimizi nasıl seviyorsak, millet­taşlarımızı da öylece sevmeliyiz. Bütün millettaşlarını sev­meyen bir adam, milletini de sevmiyor demektir.” (s. 88-89).

Kısaca; Batı örnekleri bize teşmil edilemez!

 

 

Arslan TEKİN

08 Ekim 2020 / 00:00

Sınırsız bir ülke olmalı dünya!

Yayılmacı Ermeni grupları kim neden şımartıyor? Önce bunu Ermenilerin düşünmeleri lâzım. Dağlık Karabağ’da hak iddia ediyorlar ama işgal ettikleri alan hak iddia ettikleri alanın iki misli. Eğer onları itekleyenler “Şimdilik durun!” demeselerdi, daha ileri gideceklerdi. Çünkü 1990’lı yılların başlarında Azerbaycan Türklerinin inancından ve yüreğinden başka bir şeyleri yoktu. Elde silah olmayınca ne inanç yetiyor ne yürek…

Ermenileri sahaya sürenler, “Dur!” dedikleri yerde çıban başı bırakıyorlar ki, ne Ermenistan onsun, ne Azerbaycan. Ve hatta Azerbaycan’ın canı Türkiye de çıban başının cirahatından nasibini alsın. Pek dillendirilmiyor ama İran’ın da tedirgin olması isteniyor. Çünkü asıl Türk nüfusu İran’da. Hem de şuurlu bir nüfus, (Şu anda İran’ın Tebriz merkezli yöresinde, kalplerin Azerbaycan için attığını, hemen her gün Ermenistan’ın ve Ermenistan’dan yana tavır koyan Tahran yönetiminin protesto edildiğini biliyor musunuz? Hatırlatırım, sadece İran sınırları içinde kalan Güney Azerbaycan’da en az 30 milyon Türk’ten da gayri doğuda Türkmenistan’ın uzantısı Türkler de yaşıyor.)

Ermenistan’ın başındaki Paşinyan‘ın, bakmayın siz Batı’ya Rusya’dan daha fazla göz kırpıyor denmesine… Yanı başında Rusya var ve 1990’lı yıların başında Azerbaycan topraklarını asıl işgal edip Ermenistan’a veren de Ruslar.

Azerbaycan Hazar Denizi kıyısında… Zengin Petrol ve gaz yataklarına sahip. Nereye kadar küstürülebilir? 10 milyon Azerbaycanlı, diğer yandan Azerbaycan için bir olan İran’daki Türkler.

Azerbaycan şu anda kendi topraklarını kurtarmak için harekâtta… Putin, savaşa tek taraflı fazla müdahil görünmemek için, “Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü içinde Ermenistan’a karşı sorumluluklarımız var. Fakat çatışmalar, Ermenistan topraklarında yapılmıyor. Rusya anlaşma çerçevesinde sorumluluklarını her zaman yerine getirir. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’la sürekli temas halindeyim. Rusya’nın müttefik olarak sorumluluklarını yerine getirmesi konusunda bir soru işareti yok.” diyor.

Bakmayın siz Putin‘in asıp kesmesine… O, fazla açıldığının farkında. Bir yerde kendisini de frenlemek gerektiğini düşünüyor. Belarus meselesi… Batı alttan alta körüklüyor. Günlerdir devlet başkanlarına, dolayısıyla Rusya’ya karşı gösteriler sürüyor. Belarus, Batı ile Rusya arasında tampon. Beyaz Ruslara Batı el atar ve kendi tarafına çekerse, Rusya büyük sıkıntıya girer. Ukrayna’da Batı’ya yüzlerini dönenler Putin’e karşı tavırlı. Hele Ukrayna’ya bağlı Kırım’ın sorgusuz sualsiz ilhakı, Ukraynalıların en derin yarası.

Kırım’a el konulması bizi de sarsmıştır. Kırım’ı, Ukrayna’dayken bizim toprağımız gibi görüyorduk. Bunun bir sebebi, Ukrayna’ya nüfus kağıdıyla gidip gelmemiz. Gürcistan’a da nüfus kâğıdıyla gidiyoruz. Ne güzel değil mi!

Herkes yerini bildikten, birinin diğerinin toprağına göz dikmedikten, hürriyeti kana kana içtikten sonra, “O topraklar bizimdi” hesabının içine girilmesi manasızlaşıyor. Kırımlı Cengiz Dağcı niçin “O Topraklar Bizimdi” adlı ünlü romanını yazdı? Çünkü, Kırım’ı işgal edenler, o toprakların sahiplerini kendilerinden ayırdığı, katlettiği, sürdüğü için; kendi inancını, kendi ideolojisini dayattığı için…

Çok önceden beri yazarım… Herkes yerini, yurdunu bildikten sonra bütün sınırlar açılmalı.

Şu anda Ermenistan Devleti sınırları içinde, işgal ettiği bölgelerde Türk yoktur; ama, Azerbaycan’da Ermeniler vardır.

Sınırsız bir ülke olmalı dünya!

Arslan TEKİN

18 Ekim 2020 / 00:00

İşgalci Ermeniler, suçlu Türkiye!

Gence yine balistik füzeyle vuruldu. Binalar yerle bir oldu. Kadınlar öldü, çocuklar öldü… Aile yadigârları gitti. Ne zaman enkaz görsem ne zaman bir yavrunun oyuncak bebeğini, hele gelinlikli bebeğini görsem, içim burkulur, gözlerim dolar.

Türkiye’de, Ermeni kilisesinden ayrı, sol liberallerle aynı çizgide yürüyen grubun yönetimindeki Agos gazetesine göz attım. Agos‘un bir özelliği, Ermenistan’dan da haber alabilmeleri. Dünkü haberde şöyle bir ifade var:

“Ermenistan Savunma Bakanlığı Basın Sözcüsü Şuşan Stepanyan, ‘Azerbaycan askeri-sivil liderliğinin açıklamalarına yanıt: Ermenistan Cumhuriyeti topraklarından ya da Ermenistan Silahlı Güçleri tarafından Azerbaycan’a yönelik ateş açılmamıştır” açıklamasında bulundu. / Ermenistan bugün sabah saatlerinde Karabağ’ın Stepanakert [Hankendi] şehrinin top ateşine tutulduğunu ve bir sivilin hayatını kaybettiğini açıkladı.”

Agos deyince müteveffa Hrant Dink‘i anmamak olmaz. Gazete, Hrant‘ın Karabağ hakkındaki 8 Ekim 2004 günü çıkan “Bıktıran Tekrarlar” yazısını vermiş. Yazının özü şu: “Karabağ sorunu Kafkasya’nın geleceğini tehdit eden ve karşılıklı uzlaşmayla bir an önce çözülmesi gereken ciddi ve tarihsel bir sorundur. / Bu çözüm içinde halkların bağımsızlık talepleri, güvenlik sorunları ve müktesep hakları kesinlikle gözetilmeli, bölgeden göçettirilmiş olanlar yurtlarına dönebilmeli ve barış içinde yaşamanın koşulları yaratılmalıdır. / Böylesi bir çözüm için uluslararası girişimler, başta Minsk Grubu olmak üzere, çaba sürdürmektedir, Türkiye’nin de bu çaba içinde yer alması önemlidir.”

Hrant burada Ermenistan, Azerbaycan topraklarından çıkmalıdır, demiyor. Bağımsızlıktan bahsediyor.  Tek farklı söylediği Türkiye’nin görüşmelere dâhil edilmesi.

Türkiye’de Türk’e tavrı olan bazı Ermeni kuruluşların, yayın organlarının olduğunu bilmeliyiz. Özü Türk, beyni satılmış “Hepimiz Ermeni’yiz” grubu da onlarla birlikte hareket ediyor. Türk’e karşı bir bildiri imzaya açtılar.

“Ermeni Haber Ajansı” sitesi varmış. HDP/PKK milletvekili Garo Paylan‘ın “Saldırgan Türkiye ve Azerbaycan’dır, Ermenistan değil” mealindeki tivitine gerekli cevabı veren ASAM’ın üzerine giden bir haber yapmış:

“Azerbaycan’ın Ermenistan’a ve Artsakh’a (Dağlık Karabağ) karşı başlattığı saldırılar sürerken Türkiye’de HDP’liler ve HDP Ermeni milletvekili Garo Paylan gazetelere verilen ilanlarla hedef gösterildi. / ASAM (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi) yayınladığı bildiride ve bazı gazetelere verdiği ilanda HDP’liler ve Garo Paylan’ı ‘ihanetle’ suçladı.”

Bakalım, ASAM haklı mı, haksız mı? Garo‘nun tiviti:

“Karabağ’da, Ermenilerin Azerilere saldırdığı iddia ediliyor. KKTC’nin, Kıbrıs Rum Kesimi’ne saldırma olasılığı neyse, Karabağ’da Ermenilerin Azerilere saldırma olasılığı odur. Karabağ’da mevcut durumu değiştirmeye çalışan Azerbaycan ve Türkiye’dir Savaşta yine önce hakikat ölüyor.”

Yetmedi… HDP/PKK’nın bu milletvekili sanki Ermenistan Cumhurbaşkanı Paşinyan indirilmiş yerine oturtulmuş. New York Times‘a bir makale gönderiyor. Ermenistan için canhıraş çığlık atıyor:

“Türkiye bu çatışmada etnik yakınlığı olan Azerbaycan’ı güçlü bir şekilde destekliyor ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şu zamana kadar dünyanın farklı yerlerinden gelen ateşkes çağrılarını kulak arkası etti. Azerbaycan’a desteğini savunma teknolojisi, insansız hava araçları ve propaganda makinesiyle de gösteriyor. (…) Geçtiğimiz haftalarda, hükümet kontrolündeki televizyonlar ve hükümet yanlısı gazeteler, aşırı milliyetçi bir ton benimseyerek Ermenistan’ı düşman olarak tanımladı …”

İşgalci Ermeniler, suçlu ise Türkiye! Artık söyleyecek söz bulamıyorum.

 

 

Arslan TEKİN

16 Aralık 2021 / 00:01

Sınırsız Ermenistan-Türkiye!

Başından beri Ermenistan”a yakın durduk. Zorlaştıran Ermenistan”dı. İşgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekirdi. Çekilmedi. Yine de biz, üstelik Karabağ”da katliam yapan birliklere komuta etmiş, Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan”ı, 2009”da, Bursa”da oynanacak Türkiye-Ermenistan maçına davet ettik. Sarkisyan rahatsız olmasın diye Azerbaycan bayraklarıyla stada girmek isteyenlerin bayraklarını bile topladık.

Daha Taşnak militanları saldırılarını sürdürürken Alparslan Türkeş”in çabasını biliyorsunuz. Bu çabayı ilk elden kaynaklara girerek, olayların şahitlerini dinleyerek yazdım. Buna girmeyeceğim. Türkeş”in, o zamanki Ermenistan Cumhurbaşkanı Ter Petrosyan”la Paris”te bir araya gelmesini, yine birinci el kaynaktan o zamanki Paris Büyükelçimiz Tansuğ Bleda”nın hatıralarından aktaracağım:

“MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş”in 1993 yılı Mart ayında Paris”e yaptığı ziyaret benim için en ilginç olanlardan biridir. Özel bir misyonla gelmiş olduğunu ancak konuta yerleştikten sonra öğrendim. Nitekim hemen ertesi günü Crillon Oteli”nde kalan Ermenistan Cumhurbaşkanını ziyaret ederek Azerbaycan”la Ermenistan arasında savaşın yarattığı ıstıraba son vermek üzere hükûmetimizin görüş ve oluşturduğu bazı öneriler kendisine aktarıldı. Görüşmede Petrosyan”ın dış politika danışmanı Liberyan, Paris”te maslahatgüzarken tanıdığım Dışişleri Bakanı Papazyan ve de ben hazır bulundum. Ermeniler kişiliğinden dolayı Türkeş”in söylediğini büyük bir dikkatle dinlemişler ve geniş ölçüde de paylaşmışlardı. O görüşmede yalnız Yukarı Karabağ ile ilgili sorunlar değil Türk-Ermeni ilişkileri de ele alınmış ve Tuğrul Türkeş”in başkanlığındaki bazı Türk iş adamları ile Fransa”da yaşayan kalburüstü Ermeni iş adamları büyükelçilikte bir çalışma yemeği çerçevesinde buluşarak her iki ülke arasında gerçekleştirilebilecek iş birliği projesi üzerinde durmuşlardı. Hatırladığım kadarıyla, daha ilk görüşmede ortaya çıkan ikili projenin portresi 600 milyon doları bulmuştu. Ancak bu buluşmanın yarattığı olumlu hava ve sürecin sonu gelmedi ve daha Türkeş, Paris”ten henüz ayrılmıştı ki Petrosyan”ın kontrol edemediği Taşnak güçleri Laçin Koridoru”na karşı saldırıya geçerek alınan tüm kararları geçersiz kıldılar.” (Tansuğ Bleda, Maskeli Balo, İstanbul 2000)

Ter Petrosyan da o görüşmeyle ilgili: “Gözlerime inanamadım. Türkeş”in bize yaklaşımını çok iyi bilirdim. Konuşmaya başlayınca, karşımda bambaşka bir Türkeş belirdi. Azerilerle barış yapmamızın gereklerini anlattı.” der.

Ermeni diasporası “İntikam!.. İntikam!..” naraları atıyor. 1915 hâdiselerini hafızalarda diri tutuyor. Her yerde 1915! İçimizdeki neo-liberal “Hepimiz Ermeni”yiz” grubu da Taşnakçıların elini eteğini öpüyor.

İntikam çığlıkları atanlar bilsinler… Osmanlı bitti. Yeni Türkiye kuruldu.

(“Yeni Türkiye”, Mustafa Kemal”in sık telaffuz ettiği bir kavram. Diyeceksiniz, eskisi var ki, yenisi kuruldu. “Osmanlı” diye yatıp kalkanlar çok bozulacaklar. “Türk” deyince afakanlar basıyor. Eskisi de “Türk”tü. Devletin resmî adı “Osmanlı” idi.)

Bütçe görüşmelerinde Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu “Ermenistan ile normalleşme adımları çerçevesinde karşılıklı temsilciler atayacağız.” dedi. Ermenistan”dan da karşılık geldi. Ermeni Dışişleri Sözcüsü Vaan Unanyan, bizim açıklamamızı olumlu bulduğunu ve karşılık olarak temsilci tayin edeceklerini söyledi.

Araya oyun bozucular girmezse, iki taraf da kazanacaktır. Ve en çok Ermenistan tarafı kazanacaktır.

1915 kilidi kırılmalıdır. Adım adım, sınırları kaldırmaya yol almalıyız. İki taraflı girip çıkmaya nüfus kâğıdı yetmeli.

 

Arslan TEKİN

10 Eylül 2022 / 00:01

‘İkiyüzlülüğün Almancası’

1915 Ermeni tehciri tartışmaları, hiç hız kesmedi. Ermeni diasporası, kendi içini kinle şişire şişire bir başka dünyada yaşadığına inanmaya başladı, ASALA”yı kurdu, diplomatlarımızı şehit etti.  (Vikipedia”da “Ermeni Kırımı”, başlığı altında, tehcir, tartışmasız “soykırım” gibi işlenmiş. Bu maddeyi ASALA”dan biri yazmış olmalı!)

Birinci Dünya Savaşı”nda Almanlarla birlikteydik. Savaşta, birçok birliğin komutanı da Alman”dı.

Ermeni tehcirinde Almanların rolü ister istemez akla geliyor. Türklerle birlikte hareket ediliyor, savaşanın kazanılması gerektiği hesabı yapılıyorsa, içimizde düşman olmaması gerekiyor. Maalesef, bizimle savaşan devletlerin kullandığı Taşnakçı militanlar, Anadolu”nun ortalarında bile isyan çıkartıyorlardı. Bütün ahali zarar görüyordu. Tehcir zarurî bir hâl almıştı.

Dr. M. Engin Çoruh, bizzat Alman belgelerine girerek Almanların ikiyüzlülüğünü ortaya koydu: “İkiyüzlülüğün Almancası-Doppelmoral”. Alt başlık: “Alman Arşiv Belgelerine Göre Almanların 1915”de Tehcir Kararının Alınmasında ve Uygulanmasında Rolleri”. (Togan Yayınları, 288 s.) (Kitap enine boyuna büyük ve ağır. Hâlbuki, insan okuyacağı kitabı her yere taşıyabilmeli. Bu kitabı ancak masa başında okuyabilirsin. Bu ara notumuz bütün yayıncılar için.)

  1. Engin Çoruh”un kıymetli bir çalışma yaptığını baştan belirteyim.

Almanya”da, 2016”da, “Ermeni tehciri” için “soykırım” kararı alınmıştı.

Yazar kitabının “Önsöz”ünde, “Federal Alman milletvekillerinin Alman İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu”nun müttefiki olduğunu, 1915 tarihinde meydana gelen olayları bildikleri halde ses çı­karmadıklarından dolayı kendilerinin de suçlu olduklarını aldıkları kararın gerekçesi olarak gösterdiklerini” yazar ve devam eder:

“Almanların kolonilerindeki yerli halka karşı uyguladıkları katli­amlar Osmanlının isyan edip yüzbinlerce insanı öldüren ve ülkeyi bölmeye çalışan terörist Ermenilere uygulamış olduğu tehcir ile aynı konumda değildir ve asla aynı kefeye konamaz. 1904-1908 yılları arasında Almanların Namibya”da uyguladıkları katliamlar bugünün değerlendirmelerine göre tam bir soykırımdır. 1915 tehciri ise Osmanlının vatandaşını ve kendisini korumak için almış olduğu ve daha sonraları BM Ana Sözleşmesinde de belirtilen en tabii hakkıdır. (…) Almanların itiraz huyları bilindiğinden kitabın bel kemiğini içeren konular tamamen Federal Alman Parlamentosu ve Alman Askeri Arşivleri Belgelerine dayanmaktadır. Bu belgelerin yanı sıra Federal Alman Parlamentosu Bilim Komisyonunun konu hakkındaki raporları da çok ilginç olduklarından kulla­nılmışlardır. Aynı zamanda bütün dünyanın ve Almanların her zaman şahit olarak gösterdikleri Johannes Lepsius”un kitapları, insanlık suçu işleyen Nazileri yargılayan 1945-1946 IMT Nürnberg Mahkemeleri­nin müttefikler tarafından yayınlanan 42 ciltlik resmi tutanakları, Alman Silahlı Kuvvetleri Başkuman­danlığının harp cerideleri, İmparatorluk Almanya”sının askeri arşiv belgeleri, Federal Alman Parlamen­tosu arşiv belgeleri, Ludwigsburg NS arşivi belgelerinin yanı sıra bilimsel ve objektif olduğu bilinen araştırmacıların eserlerinden de faydalanılmıştır.”

Yazar, “Hıristiyanlığa” dikkat çeker:

“Tehcirin soykırım olduğu iddiasını ortaya atan şahıs, kurum ve parlamentoların hepsi iddialarını yalan ve sahte evraklara uzun lafın kısası hiç de güzel olmayan, kirli masallara dayandırmaktadırlar. Bu tip davranışları yalancılık, sahtekârlık, iftiralara dayanan suçlamaların Hristiyanlık inançlarına göre incelememizin gerekli olduğunu bize göstermiştir.” (s. 235)

  1. Engin Çoruh, itiraz edilemeyecek bir çalışma ortaya koymuştur.

Okumak lâzım.

Arslan TEKİN

22 Eylül 2022 / 00:01

Ermeniler Türkiye’siz var olabilirler mi?!

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi”nin ABD Ermeni diasporasının iteklemesiyle Erivan”ı ziyareti, Azerbaycan”a ve Türkiye”ye dil uzatması, barışın önünü tıkıyor.

Ermeni diasporası, Ermenistan”da yaşayan halkın neler çektiğini, istemedikleri savaşın içine nasıl sürüklendiklerini, nasıl yoksulluğa düştüklerini, nasıl çaresiz kaldıklarını düşünmeden kışkırtıcılıkta sınır tanımıyor.

Türkiye”de yüz bin Ermeni göçmenden bahsediliyor. Ermenilere düşmanlığımız olabilir mi?! Mümkün mü?!

Ermeni isyanları, özellikle misyonerlerin zemin hazırlamalarıyla 19. yüzyılda hız kazandı. II. Abdülhamit döneminde çok kanlı çatışmalar oldu. Hinçakçı/Taşnakçı militanlar 24 Ağustos 1896”da Osmanlı Bankası”nı bastı. Abdülhamit”e, 21 Temmuz 1905”te, cuma selamlığından önce suikast düzenlediler. Şeyhülislâmın Abdülhamit”i bir maruzatı için durdurmasaydı, padişah havaya uçacaktı.

24 Temmuz 1908”de II. Meşrutiyet”in ilânından sonra İttihat ve Terakkî idareye ağırlığını koydu. Seçimlerde Ermeniler de 12 mebus çıkardılar.

Diyeceğim Birinci Dünya Savaşı başlamadan önce peş peşe isyana kalkıştıkları, kan döktükleri, devletin başındaki insanı öldürmeye kalktıkları hâlde, Türk”ün hoşgörüsü içinde halk bir bütündü. Bunlar hiç düşünülmeden, 1915 tehciri dile dolanıyor, “soykırım” deniliyor, başka bir şey denmiyor.

İsviçre”deki “Doğu Perinçek Davası” iyi okunmalıdır. (Dava görülürken ben de Lozan”daydım. Olanları biliyorum.) Daha önce İsviçre”de bir konuşmasında “soykırımı inkâr” ettiği iddiasıyla D. Perinçek mahkûm edilmişti. AİHM bu hükmü kaldırdı.  (D. Perinçek, davanın safhaların “Perinçek-İsviçre Davası – “Ermeni soykırımı” Yalanı AİHM”de” kitabında ayrıntılı yazmıştır.)

“Türkçü” Türk Yurdu dergisi, 1913 yılında, “Ermenilerin Millî Şenlikleri” başlığı altında Ermenilerin hassasiyetini dikkate alan bir haber veriyor:

“1913 sene-i milâdîsi Teşrinievvelinin 13. pazar günü, Ermeni vatandaşlarımızın medenî ve millî bayramları baş­ladı. İnsanlar tarafından yapılan ve yazılan tarihin ne hoş tesadüfleri vardır: Anadolu hayatı için pek mühim bir se­ne olan milâdın 1913”üncü yılı Ermeni harfleri icadının 1500”üncü ve Ermeni tabaatının 400”üncü sene-i devriye­sine rast geliyor!.. Milletlerin tekâmül ve inkişafında, jü­bileler, sene-i devriyelerin ciddî faideleri muhakkaktır: Jübile günlerinde millet; maziye irca-yı nazar ederek kat” olunan mesafeyi, gelip geçen vekayii hatırlar; hâldeki iktidar ve faaliyetinin derecesini ölçer; istikbâle dair ta­savvurlarını, emellerini kuvvetlendirir ve yayar..

413- 1513- 1913! bu tarihî rakamlar etrafında, Os­manlı Ermenilerin üç beş gün evvel yaptıkları şaşaalı şen­lik, ihtimal ki Ermenistan”ın Bizans ve İran arasında muhafaza-i muhtariyet ettiği devirden beri görülemeyen bir hava-yı serbestî ve cesaretle muhat idi. O hava-yı serbes­tî ve cesarete hak kazanabilmek için, Ermeni vatandaşla­rımızın pek çok çalışmış ve çalışmakta bulunmuş olduk­larını itiraf zarurîdir.

Gündelik cerideler, Ermeni harfleri şenliklerini hayli tafsilât vererek yazdılar; lâkin hep yazdıkları zevahirdi.”

Dergi, Kumkapı civarındaki kiliselerden birisine muhbirini göndermiş, muhabir kilise ve etrafında gördüklerini heyecanla anlatıyor:

“Halk pek çok ve pek şendi. Ermeni milletinin en aşa­ğı tabakalarına kadar vicdan-ı millî nüfuz etmiştir. Kılık ve kıyafetlerinden balıkçı, kayıkçı, tulumbacı zannolunan kimseler bile şenliğe anlayarak, duyarak ümitler, emeller besleyerek iştirak ediyorlardı.” Türk Yurdu, Yıl: 3, s. 51 (15 Teşrînievvel 1329 – 30 Ekim 1913)

Keşke hep böyle olsaydı… Keşke “dış güçler”in tuzağına düşülmeseydi.

 

Arslan TEKİN

24 Nisan 2023 / 00:01

Ermeni meselesi, Musevî lobileri…

Dün 23 Nisan’dı çocuklar gibi şendik. Bugün 24 Nisan canımız sıkılıyor. Ermeni diasporası yine hücuma geçecek, yine Türklere yüklenecek: “Türkler Ermenileri soykırıma uğrattı!” İçimizdeki postal yalayıcı “Hepimiz Ermeni’yiz” grubu ağıt düzecek, “Türk”e iğreti bakacak.

Hâlbuki Türkler 23 Nisan 1920’de, yeni bir evreye geçtiler, büyük bir mücadeleyle yeni devletin temellerini attılar. Yeni devletin temeli atılırken doğuda Taşnakçı Ermenilere karşı da büyük mücadele verdiler. (Taşnakçıların daha önce Birinci Dünya Savaşı’nda nasıl vahşî katliama giriştiklerini Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adamda çok acıklı yazar. Bizzat şahittir.)

Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında ülkenin “vaziyet ve manzara-i umumiye”sini anlatırken, sözü Ermenilere de getirir:

“Ermeni patriği (Zaven) Efendi de, ‘Mavri Mira’ heyetiyle hem-fikir olarak çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor.” (Nutuk,1927 bs., s. 6)

Sonra Vilâyât-ı Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliyye Cemiyeti’nin “matbû raporu”ndan bahseder:

“İstanbul’daki merkez idarelerinden verilmiş olan bu direktif dâhilinde, Erzurum şubesi, vilâyât-ı şarkıyyede [doğu vilayetlerinde] Türk’ün hukukunu muhafaza ile beraber tehcir esnâsında yapılan sû-i muamelâtta [kötü muamelelerde] milletin kat’iyyen medhaldar bulunmadığını [dahli bulunmadığını] ve Ermeni emvâlinin [mallarının] Rus istilâsına kadar muhafaza edildiğini, buna mukabil Müslümanların pek gaddarâne harekâta ma’rûz kaldığını ve hatta hilâf-ı emir [emir hilâfına] tehcîrden alıkonulan bazı Ermenilerin hâmîlerine [koruyucularına] karşı revâ gördükleri muamelâtı, müdellel vesâikle [delillerle] âlem-i medeniyete [medeniyet âlemine] arz ve iblâğa [bildirmeye] ve vilâyât-ı şarkıyyeye [doğu vilayetlerine] karşı dikilen enzâr-ı ihtirası [ihtiraslı bakışları] hükümsüz bırakmak için çalışmaya karar veriyor.” (Erzurum şubesinin beyannâmesi)” (s. 7)

Millî Mücadele’ye en büyük desteği veren Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, Kars ve Iğdır da dâhil doğu bölgesini silahlı Ermenilerden temizlemiştir.

Eğer Millî Mücadele başlamasaydı, bu bölgeye Ermeni militanlar çökecekti.

Aklıma başka bir şey takıldı. Bilmiyorum, bu yıl da ABD Başkanı Joe Biden, 2021 ve 2022’de dediği gibi “Ermeni soykırımı” diyecek mi? Benim nazarımda, böyle demesinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yok.

Ermenilerle savaştık; işgal edilen bölgelerin büyük kısmını geri aldık. “Savaştık.”“Geri aldık.” derken, kastım 2020’de 44 gün süren İkinci Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’ın topraklarını geri alması. Türkiye, Azerbaycan’a, “her türlü” desteği vermişti. Azerbaycan demek “biz” demek.

ABD’nin İsrail’le iç içeliği malum. ABD’nin, ne durumda olursa olsun, önceliği İsrail’dir.

Azerbaycan Türkleri de 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra Ermenilerin saldırılarına maruz kalmış, yine Türkiye Türkleri yetişmişti. Türkiye Türkleri sadece Azerbaycan Türklerine değil; Kafkaslar’a geçicince -pek bilinmez- Dağıstan Türklerine de destek vermiş, ilk elde iki ülke de devlet kurmuştu. (Ara not“Osmanlı” demedim, “Türkiye Türkleri” dedim. Osmanlıcılarımız diş gıcırdatmasınlar, Osmanlı sahası için “Türkiye” de yaygın kullanılırdı.)

Tarihi geçelim. Mesele şu: Azerbaycan, İsrail’le bayağı yakın. Yeni yeni antlaşmalara vardılar. 29 Mart 2023 günü haberlerinde, Azerbaycan’ın Tel Aviv’de büyükelçilik açma töreni bilgileri yer alıyor. İsrail’e giden Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov, İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen’le görüşmesinin ardından Eli Cohen“Azerbaycan, İsrail’in stratejik ortağıdır. Bölgesel güvenlik, enerji, turizm gibi birçok başlıkta çok sıkı koordinasyon içinde çalışıyoruz.” demişti.

Azerbaycan Tel Aviv’de 29 Temmuz 2021’de ticaret ve turizm temsilciliklerini açmıştı.

Bu açılışların İkinci Karabağ Savaşı’ndan hemen sonra olduğunu hatırlatırım.

İsrail’in Azerbaycan’a bu derece yakınlaşmasında elbette İsrail kendi çıkarını öne alıyor. Casusluk faaliyetleri için ana merkez Azerbaycan. Çıkar karşılıklı olmazsa bu derece yakınlaşılmaz. Azerbaycan da yakınlaşmadan azamî derece istifade ediyor. Yıldan yıla silah alışı artıyor. Bu ilişkinin “düşman”a karşı caydırıcılığını da düşünmek gerekir. Azerbaycan’ın etrafında “düşman” mevzi almış. Rusya’nın her an tavır değiştirebileceğini de göz önünde tutmalıyız. Karabağ’da sözüm ona Rus askeri “barış gücü” ama Ermeni militanların koruyucusu. Türklere karşı birlikte hareket ediyorlar.

İsrail’e yakınlaşmak, dünyada söz sahibi Musevî cemaatlerine göz kırpmaktır. Dolayısıyla neler kazanılacağını hesap etmek hiç de öyle zor değil. Reis Beyimiz 29 Ocak 2009’da İsviçre-Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres‘e “Hadi oradan!” der gibi “Van minüt!” çekmesinin, zaman içinde bize nelere mal olduğunu düşünmeliyiz.

Sözü nereye getirecektim yahu!

ABD de mütemmimi İsrail’in, Türkiye’nin mütemmimi Azerbaycan’a yaklaşmasının yeni merhalesi, hem de çok önemli merhalesi Tel Aviv’de elçilik açılması, acaba Joe‘yu düşündürür mü? Tabiî Joe‘nun düşünecek hâli yok. Musevî lobileri, Beyaz Saray’a, “Şu Ermeni meselesinde ölçüyü kaçırmasanız mı acaba!” telkiniyle -herhâlde- yaklaşırlar!

Şu notu da düşmeliyim: Tavrım, hiçbir surette Ermenilere karşı değil; kışkırtılan, Türk düşmanlığı güden, yaraları kaşıyarak menfaat sağlamak isteyen kasıtlı Ermeniciler ve onların yalakaları bizdeki “Hepimiz Ermeni’yiz” grubudur.

***

“Hepimiz Ermeni’yiz” diyerek sokağa dökülen, ağıt düzen sol/sosyalist/komünistlerimiz lütfen ağa babaları, Mustafa Suphi‘nin Türkleri Taşnakçı Ermeni militanların katliamından nasıl koruduğunu lütfen okusunlar. Bu yazım, 11 Nisan 2022’de çıktı. Yazıya gönderme yapmadım. Hazır bulun, okuyun, dedim.

*

Mustafa Suphi nasıl korudu?

+++++++++++++++

Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey‘in şehadetinin 103. yıldönümü. 10 Nisan 1919 tarihinde İstanbul Beyazıt Meydanı’nda asılmıştı.

Kemal Bey, 14 Ekim 1922 tarihinde, Mustafa Kemal‘in teklifiyle İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) kararıyla “millî şehit” kabul edildi.

Kemal Bey iki defa yargılandı. “Boğazlıyan”daki görevi sırasında tehcire tâbi tutulan ahalinin mallarının yağmalanıp gayrimenkullerinin talan edilmesine müsaade verdiği ve olaylar sırasında tedbirsiz davrandığı” iddiasıyla Yozgat’ta mahkemeye çıkarıldı. Mahkeme beraat kararı verdi.

Konya’ya tayin edilen Kemal Bey, 1918 sonunda tutuklandı. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, galip İtilaf Devletleri çok insanı tutuklattılar. Kemal Bey de içlerindedir.

Kemal Bey, savunmasında ‘Ben aldığım emri yerine getirdim. Sürgün edilenlere insanî şekilde davrandım. Vicdan azabı duymuyorum. Kimsenin ölümü için emir vermedim.’ dese de hüküm peşindi. İdam edildi. (Kemal Bey meselesine döneceğim.)

Arada hatırlatırım. Şevket Süreyya Aydemir Kafkas Cephesi’nde askerdi. “Suyu Arayan Adam”da anlatır. Karşılaştığı manzara dehşetengiz:

“Ermeni ordusuna Taşnak komitecileri hâkimdi. Bu komitenin büyük hırsı, sadece bir imha ve intikam savaşından ibaretti. Çılgın hesaplaşmanın bir türlü sonu gelmiyordu. Erzurum yolu üstündeki Cinis köyü karşısında Evreni köyünde, kadın, erkek, çocuk bütün köylüler öldürülmekle kalmamıştı. Öldürülenlerin vücutları parçalanarak, kollar, bacaklar, kafalar, kasap dükkanlarındaki etler gibi, duvarlara, çivilere, çengellere asılmıştı. Fakat bunları yapanların hırsları bununla da sönmemişti. Köyde ne kadar hayvan ele geçmişse, mandalar, sığırlar, davarlar, kümes hayvanları, hatta köpekler öldürülmüş, parçalanmıştı.” (s. 129)

Ş. S. Aydemir, ilk gençlik yıllarında Turancıydı. Sonra Turancılıktan komünistliğe geçiş yaptı.

İlk komünist partisi kurucularının birçoğu Turancıdır. Mustafa SuphiEthem Nejat liderleriydi. Ethem Nejat, Türk Yurdu dergisinde de yazardı. M. Suphi‘nin imzasını görmedim. O, erken zamanda İttihatçılarla arayı açmıştı.

Mustafa Suphi deyince komünistlerimizin içleri titrer. Türkiye’ye, Mustafa Kemal‘in izniyle girdi girmedi tartışması hâlâ devam eder. Bilindiği gibi, M. Suphi 14 arkadaşıyla Karadeniz’de boğdurulmuştur. Kesin olan şu ki Mustafa Kemal‘in tavrı Bolşeviklerle işbirliğine ‘evet’, çünkü şartlar bunu gerektiriyordu, komünizme ‘hayır’dı.

  1. Suphi‘yi öne çıkarışımda maksadım başka.
  2. SuphiBakü’ye geçmiş, komünist partisini teşkilatlandırmakla meşgul.

Bu arada Azerbaycan Millî Ordusu’nun Gence Alayı, 26 Mayıs 1920 tarihinde, Gence’de, Bolşevik Ordusu’na isyan başlatıyor. Bolşevik Rus Ordusu’na büyük kayıplar verdiriyor. Sonra Gence’de bulunan Ermeniler ayaklanarak Azerbaycan isyancılarını arkadan vuruyor. Bolşevik kuvvetleri, Ermenilerin desteğiyle Gence’yi alıyor. Bolşevikler çoğu kadın ve çocuk binlerce kişiyi öldürüyorlar, 1500’den fazla kadına tecavüz ediyorlar.

Mustafa Suphi, burada devreye giriyor. Tabiî Bolşeviklerin isteğiyle. Bolşeviklerin derdi halkı kazanmak. M. Suphi Gence’de araştırmalara başlıyor. Hususiyete Bolşevik güçleri içindeki Ermeni askerlerin Müslüman halkı öldürdüğünü ve tecavüzlerde bulunduğunu tespit ettiği raporunu gönderiyor. Bu rapor üzerine Nahçivan yönüne hareket eden 11. Kızıl Ordu’nun 52. Fırkası’ndaki Ermeni askerler bu fırkadan çıkarılarak Ermeni mıntıkalarına gönderiliyorlar. Mustafa Suphi‘nin sayesinde Nahçivan Türkleri, Bolşevikler katliama giriştiler mi bilmiyoruz, Ermenicilerin katliamından kurtuluyorlar.

Komünistlerimiz, Türk düşmanı ‘Hepimiz Ermeni’yiz’ grubuna sakın kanmasınlar. Yoksa Mustafa Suphi‘ye ihanet etmiş olurlar!

Arslan TEKİN

28 Nisan 2023 / 00:01

Onun bunun uşakları neyin peşindeler?

HDP’den milletvekili adayı oldu. Beklerdik ki, adam Kandil’de kalacak, PKK başlarına akıldanelik edecek. (Bir zamanlar Kandil’e çıkmış, Abdullah Öcalan‘ın yetiştirmeleriyle fotoğraf çektirmişti.)

“Türk”e aykırı ne varsa onun kaleminden çıkıyor. Dedesinin kemiklerini sızlatıyor.

İttihatçı troykanın üçüncü ayağı Cemal Paşa‘nın torunu Hasan Cemal‘den bahsediyorum. PKK’nın uzantısı HDP’lilerin kapak attığı Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayı. Eğer HDP’den ayrı hareket edeceğini açıklayan Erkan Baş‘ın partisi TİP oyları toplamazsa, en yaşlı üye olarak TBMM’ye girecek. Ve “Türk” deyince midesi bulanan Hasan TBMM’nin geçici başkanı olacak.

Bu Hasan en son ne yaptı biliyor musunuz? Ona geleceğim.

“Ermeniler”“soykırım” diye girdiğinizde Vikipedi’nin maddesi karşınıza çıkar. Taşnakçı zihniyetle yazılmış akla ziyan bir madde. Elbette tezler ve karşı tezler verilebilir. Ama bir tarafı kesif, bir tarafı pasif verirseniz, zihniyetinizi, niyetinizi ortaya dökersiniz.

İki paragraf alacağım:

“5 Temmuz 2013’te, Erivan’da Diaspora Bakanlığı’nın düzenlediği soykırım anmalarıyla ilgili avukatlara verilen bir forumda Ermenistan başsavcısı Aghyan Hoysepyan şunları söylemiştir:

‘Doğrusu Ermenistan Cumhuriyeti kaybettiği toprakları iade almalı ve Ermeni Soykırımı kurbanları maddi tazminatlar almalıdır. Ancak tüm bu talepler yasal bir zemine oturmak zorundadır. Güçlü bir şekilde inanıyorum ki soykırım mağdurlarının yakınları maddi tazminat almalı, Türkiye topraklarında mucize eseri korunmuş kiliseler ve kiliselere ait topraklar Ermeni Kilisesi’ne iade edilmeli ve Ermenistan Cumhuriyeti kaybedilen toprakları geri almalıdır.'”

Aşırı uçlarda niyetin nereye vardığını görüyorsunuz.

*

İçimizdeki “düşmanlar” da Türkiye’ye kastı olanlara çanak tutuyorlar. HDP/PKK “Yeşil Sol Parti” çatısı altında, İstanbul Şişli’de metronun Pangaltı çıkışında 24 Nisan’ı anma günü düzenliyor. Milletvekili adayı Hasan Cemal konuşuyor:

“Sevgili Hrant Dink’in acısı beni sevgili Ermeni halkının acısıyla da tanıştırmıştı. Hrant Dink sayesinde bir yerde bu toprakların hiç iyi olmayan sayfalarını anlamaya başlamıştım. 2017 yılında yazdığım kitap, ‘1915 Ermeni Soykırımı’ adını taşıyor ve kitabın yazılışında da dediğim gibi Hrant Dink’in acısı vardı. Bugün Ermeni kardeşlerimin acısını paylaşmak için buradayım.”

İnsanımıza düşmanlık eden kazanıyor. Hiçbir ülkede kendi halkına tavırlı olanlar kazanamazlar ama bizde kazanırlar. Kazanacağını bilerek de PKK’ya övgüler düzerler, ‘Ermeni soykırımı’ derler.

Hasan Cemal denen adam, Hrant Dink‘in ardına saklanıyor. Hrant‘ın ne dediğini bildiği hâlde oralı değil.

Hrant‘ın ne dediğini okuyalım:

“…bu çağda, ne bir parlamentonun hakemliğe soyunmasını kabul ediyorum, ne de bir devletin.

Gerçek hakem halklar ve onların vic­danlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanıyla boy ölçüşemez.

Benim tek isteğim canım Türkiyeli arkadaşlarımla ortak geçmişimi alabildiğine etraflıca ve de o tarihten hiç de husumet çıkarmamacasına özgürce konuşabilmek.” (“Gerçek hakem halklar ve onların vicdanlarıdır”, Birgün, 1 Kasım 2004)

O, tehcire, belki peşin tavır koymamak için “soykırım” demiyor, “yıkım” diyordu.

Hrant “soykırım” da demiştir. Reuters Haber Ajansı muhabirine konuştuğunda: “Evet 1915’te olan bir soykırımdı, çünkü dört bin yıldır bu topraklarda yaşayan bir halk ve onun uygarlığı artık yok.” dediği kayıtlara geçmiştir.

Ama şu sözleri de kayıtlarda vardır:

“Ben soykırım derken bunu Türklerin yaptığını söylemedim. Asıl Kürtler çok sayıda Ermeni öldürdü.”

Müteveffa Hrant‘ın bahsettiği planlı “soykırım” değil; tehcirde, göçürülenlerin yol üzerinde başlarına gelenler. Sözlerinden öyle anlaşılıyor.

Müteveffa Hrant‘la röportaj yaptım, ara ara haberleştim. Elbette geçmişin acısını yüreğinde duyuyordu.

Onunla konuşmamda, bana belki bilerek geldiği için “soykırım” ifadesi kullanmadı. Halkların “diyalog” kurmasından bahsetti. Konuşmamızın zemini “diyalog”du.

Onun, peşin hükümlü takipçileri, yazdıklarımdan dolayı bana tavır koydular; savcılığa verdiler, mahkemeye verdiler. Üstelik raporlar yazdılar, yazılarımı “nefret suçu” içine aldılar. Geri zekâlılar desem değiller; maksatları, bizim gibi ülkesine, milletine sahip çıkanları yıldırmak.

*

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’nda yenilgisinin belgesi Mondros Mütarekesi’ni 30 Ekim 1918’de imzalıyor.

Galip İtilâf Devletleri, Ermeni tehcirinden dolayı İttihat ve Terakki mensuplarının yargılanmalarını istiyor. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral CalthorpeTevfik Paşa Hükûmeti’ne savaş suçlularının tutuklanması ve yargılanması emrini veriyor. İşgal altında baskıyla kurulan Divân-ı Harb-i Örfî mahkemelerinin verdiği hükümler, Ermenicilerin asıl dayanağı. İşgal altında kurulan bir Divan-ı Harp’te sağlıklı sorgu yapılabilir mi, sağlıklı ceza verilebilir mi? Hüküm verenler de ona göre seçiliyorlar.

İdam cezası alanlardan biri tehcir sırasında Yozgat Boğazlıyan Kaymakamı olan Mehmet Kemal Bey’dir. Nasıl yargılandığı, kimlerin nasıl şahitlik ettiği, nasıl ceza aldığı meselelerine girmeyeceğim.

18 duruşma sonunda Yozgat Tehciri davası, 8 Nisan 1919 tarihinde sona erdi. Mehmet Kemal Bey idam cezasına çarptırıldı. 10 Nisan 1919 günü, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda asılan Kemal Bey’in idamı halk arasında büyük infial uyandırdı. Cenaze törenine çok sayıda insan katıldı. Cenazesi üzerine, “Türklerin büyük şehidi Kemal Bey” yazıldı.

*

Cumhuriyet döneminde, Ermenicilerin suikastına uğrayanlar, haksız idam edilenler ve yakınları için kanun çıkarıldı. Doç. Dr. Mustafa Şahin‘in “Hasan Tahsin UZER’in Hayatı, İdari ve Siyasi Faaliyetleri” kitabından aktarıyorum:

“TBMM’de 29 Mayıs 1926 tarihli birleşimin ikinci celsesinde, “Ermeni suikast komiteleri tarafından şehit edilen devlet ricalinin ailelerine ve evlâdına emlak ve arazi veya nakden tazminat itası hakkında (1/799) numaralı kanun lâyihası” görüşmelerine devam edilmiştir. Bu kapsamda Ermeni suikast komiteleri tarafından şehit edilen; Talat, Cemal, Sait Halim Paşalar ile Cemal Azmi, Bahaettin Şakir, Cemal Paşa’nın yaverleri Süreyya ve Nusrat Beylerin, tehcir meselesinden dolayı Kürt Mustafa Paşa’nın başkanlık ettiği Divan-ı Harp kararıyla idam edilen Urfa Mutasarrıfı Nusrat, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal, mahkeme sırasında firar ederek intihar eden Doktor Reşit Beylerin isimleri tek tek sayılan anne, baba, eş ve çocuklarına yirmi bin lira değerinde ayni ve nakdi tazminat verilmesi kararlaştırılmıştır. Kanun görüşmeleri sırasında Edirne Meb’usu Faik Bey, kapsamı biraz daha genişleterek erkek ve kız kardeşlerine de verilmesini teklif etmesi üzerine Ardahan Meb’usu Tahsin Bey “o zaman hududu nereye kadar gidecektir?” diye müdahalede bulunmuştur. Tartışmalardan sonra kanun teklif edildiği şekliyle kabul edilmiştir.

Meclis’te tamamı 31 Mayıs 1926’da kabul edilen 1109 sayılı bu kanun, 405 sayılı Resmi Gazete’de; 27 Haziran 1926’da 822 sayılı kanun olarak yayımlanmıştır. Kanuna göre, Ermenilerden kalan taşınmazların, şehit aileleri üzerine tescilinde zengin fakir ayırımı yapılmayacak ve bu mallar 10 sene süre ile satılamayacaktır.” (s. 225-226)

Peşin hükümlü olmayalım. İtidal her zaman kazandırır.

 

Arslan TEKİN

14 Mayıs 2023 / 00:01

Ermenistan ne yapmak istiyor?

Herkes seçime kilitlendi. Gözden kaçanlar var.

Ermenistan, Türklerin hakkına tecavüz ettiler ve Azerbaycan’ın yüzde yirmisini, Sovyetler dağılırken, Azerbaycan’ın en yalınız zamanında işgal ettiler. 28 yıl o toprakları kullandılar. Kullanamadıklarını çoraklaştırdılar. Türklerden iz kalmasın istediler, tarihî eserleri yıktılar.

Çok şükür, sıkıntılı da olsa, o topraklar büyük oranda kurtarıldı. İnşallah bu defa Rusya Federasyonu dağılacak, Karabağ’da tartışmalı alanlar da hakkı olanın, Azerbaycan Türklerinin eline geçecek.

Ermenistan’ın hâmisi yine Rusya. Putin‘in, “barış gücü” diye Karabağ’a gönderdiği askerler Taşnakçı Ermeni militanların emir eri oldu! Ermeni militanlar, daha bir kaç gün önce, sözüm ona Rus barış gücünün gözü önünde ateş açtılar; bir askeri şehit ettiler, bir askeri yaraladılar.

Ermenistan, Karabağ’da yenildi. Bundan sonra o toprakları bir daha işgal edemeyecekler. Bunu bilmeliler.

Erivan, barış istemek mecburiyetinde… Ermenistan’ın asıl kurtarıcısı Türkiye. Batıya açılan en güvenilir kapı ülkemiz olması bir yana, Türklerin Ermenilerle iç içeliği akılda tutulmalıdır

Tarihçileri Urfalı Mateos‘un (1070?-1137) kroniğini okusalar, geçmişte Türklerin ve kendileri gibi Hristiyan olan Bizanslıların davranışlarını görürler. Mateos “Ermenilere zulüm ve esaret uygulaması yüzünden Bizans’a karşı büyük bir kin ve nefret duyduğunu anlamak zor değildir.” der.

Anadolu’ya giren Selçuklulardan nasıl insanca muamele gördükleri Ermeni tarihçilerin kayıtlarında yer alır.

Bugüne baksanız, ders kitaplarında baş düşman “Türkler” gösterilir. Onlar için Türklerin varlığı, “hilâlin gölgesi”dir. Bu başlık altında verilen tarih bilgilerinde Türkler “istilâcı”dır, kan dökücüdür.

Tarihe gitmenin de bir manası yok şimdi.

Acılar yaşanmışsa geride bırakalım ve önümüze bakalım.

Yunanlılar 1919’da Anadolu’ya girdiler. Öyle bir zulüm ki, anlatılamaz.

Sonra ne oldu? İstilacıların başı Venizelos, Atatürk‘le bir araya geldi. Hatta Yunan lider Millî Mücadele‘nin başkomutanını Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi.

Ermeniler, savaş yenilgisinin asıl sebeplerini düşünüp “barış” için kafa yormaları gerekirken Türkleri karşılarına alıyorlar.

Ermeniler, Erivan’da, “Nemesis Anıtı” dikmişler. Nedir bu biliyor musunuz? 1915 Tehciri’nin failleri gösterdikleri İttihatçılara suikast düzenleyenlerin yüceltilmesi… 1970’li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti diplomatlarına pusu kurmuşlar, 31 diplomatımızı şehit etmişlerdi. O suikastçılar da korundular, yüceltildiler.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı. 26 Nisan 2023 günü, Ermenistan’ın Başşehri Erivan’da açılan “Nemesis Anıtı”na dair şu açıklamada bulundu:

“1920’li yılların başlarında Osmanlı siyasi ve askerî liderlerinin yanı sıra dönemin Azerbaycanlı yetkililerine ve hatta bazı Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşlarına karşı gerçekleştirilen suikastların faillerine ithaf edilen ‘Nemesis Anıtı’nın Erivan’da açılmasını şiddetle kınıyoruz.

Bu utanç verici anıtın açılması, 31 diplomatımız ve aile üyelerinin katledildiği menfur terör saldırılarına yol açan kanlı bir tedhiş hareketinin yüceltilmesidir.

Bu olayın Ermeni basınında takdim ediliş tarzı da, tasvip edilmesi mümkün olmayan çarpık bir tarih yorumunun bazı zihinlerde halen devam ettiğini göstermektedir.

Türkiye ve Ermenistan arasındaki normalleşme sürecinin ruhuyla bağdaşmayan bu tür provokatif adımlar, bölgede kalıcı ve sürdürülebilir barış ve istikrarın tesisine yönelik çabalara hiçbir suretle katkı sağlamayacak, tam tersine normalleşme sürecini olumsuz etkileyecektir.”

Sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye hava sahasının, Türkiye’ye uçanlar hariç, Ermenistan uçaklarına kapatıldığını açıkladı.

Biz kaç defa yazdık, Ermeniler artık kendilerine gelsinler, biz kapıları açalım derken onlar düşmanlığı körüklüyorlar.

Türklerle barışmayanlar, bilsinler ki çöker giderler.

 

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!