İnsanları anlamanın usullerinden bir tanesinin, birlikte yola düşülenlerle yol arkadaşlığı yapmak olduğunu söylerler.
Yola çıkmak, yola koyulmak, yol boyu arkadaşlık etmek, yolun meşakkati, yolun ahengi, yolun yokuşları, inişleri, çileleri ve hileleri yol arkadaşı ile paylaşılan konulardır.
Başlangıçta, aynı yolun yolcularıymış gibi görünürsünüz de, en olmadık zamanlarda, en umulmadık zamanlarda yaşanan olaylar sonrasında aynı yolun değil, ayrı yolların insanları olduğunuz orta çıkıverir.
Bizim yollarımız otoban değildi. Avrupa standartlarına uygun iki kat asfaltlanmış denilen yollardan da değildi.
Biz bölünmüş yolları da bilmezdik.
Ayrılan yollar, karşıdan karşıya bakan yollar, birbirine selam vermeyen yollar yoktu o zamanlar.
Yol hikayeniz aynı olunca, yola çıkış niyetiniz aynı olunca, yola bakış düşünceniz farklı olmayınca, o yolda yürünür gidilirdi.
Hele yolun sizi ulaştıracağını düşündüğünüz, size heyecan veren işaretleri de varsa.
Adım adım yürünen bir sevda olurdu yol!
Yol bizim her şeyimizdi, omuz omuza yürüdüğümüz, kolkola girdiğimiz, neşeli bir türkü tutturduğumuz, sıcağına, soğuğuna, ayazına, tipisine, yağmuruna-çamuruna, tozuna-toprağına daha başlangıçta razı olduğumuzdu.
Sonra ne mi oldu?
Yatağına kırgın ırmaklara döndük! Belki de döndürüldük!
Oysa biz değil stabilize yolları, toprak yolları bile asfaltlara değişmezdik.
Açık kasa kamyon arkalarında yolun ne kadar tozu varsa yüzümüze yapışırdı da, ilk su başında yüzümüzü yıkarken, birbirimizin haline gülüp-geçtiğimiz o günler nereye gittiler?
Aynı yolun yolcuları, ayrı yolun yolcuları oldularsa var mı yolun bir kabahati, suçu-taksiri?
Yol kimsenin babasının yolu değil!
Yol elde tutulan, zapt edilen, zapturapt altında tutulabilen bir nesne hiç değil!
Yolun yalnız başına yürünmesi gereken zamanlar olabilir.
Gün o yolun birlikte, beraberce yürünmesi gereken bir zamana gebe ise, şunlar, benimler gelebilir, geri kalan benimle gelmesin denildiğinde, neden gelmesinler diye başlanır sual edilmeye!
En başta yol sorar, hayırdır nereye diye?
Yola çıkıp da insanları yarı yolda bırakanlar olabilir.
Yola çıkıp, yola engeller koyup, bana sormadan geçmesinler diyenlerde çıkabilir.
Lakin; yol ısrarı sevmez, yol dayatmayı kabul etmez, yol sahiplenmeye tavır koyar, yolu yolcuya haram edenlere geçit vermez.
Yol benim diye konuşmanın binlerce yıldır kimseye hayr etmediğini bilmek istemeyene, yol güler geçer de, yol benim diyen, yola sahiplenen yol bana gülümsedi diye okur bu hali?
Yol samimiyet ister, içtenlik ister!
Zaten samimi olarak yola düşene, kendini sevdirendir, yol!
Çünkü, yol da, seni sevdi mi korkma denmiştir!
Yol seni sevmişse, geçmesin diye ayağını uzatanı da görürsün, kuyunu kazanı da, yola çıkarken kalbinde ve beyninde benlik rüzgarları esenleri de!
Yol benim, yol bizim, bu yoldan bizden başka kimse geçemez, kimse yürüyemez diye konuşanlar var ya…
Sor bakalım ne yaptılar o yol için?
Yol üzerine dikenli teller çekenler, kapılar koyanlar, kendilerince tapulayanlar, gelene-gidene tepelerden bakanlar için ömür biter yol bitmez derler de, inanmak istemezler.
Yollar ne kadar kapatılırsa bir o kadar da açma teşebbüsü olur.
Yol olsun, benim olsun diyenlerle yol biter mi?
Madem yol senin, ne kadar yürüyemeyen varsa, aksayan varsa, yürümeyi kendine problem edinen varsa, yürümeyelim burası iyi, burada duralım, burada kalalım, daha ileriye gitmeyelim diyen varsa etrafına toplamışsın, sen de onlara uymuşsun, ya da onlar sana uymuşlar bu işin sebebi ne diye sormayacak mı, yola birlikte çıktığın ancak yürümeye devam etmek isteyenler!
Yol da, soluklanmak için durulabilir, mola da verilebilir.
Buraya kadar geldik, burası pekte güzelmiş, burada kaldığımız kadar kalalım, hatta hiç devam etmesek de olur denildiğinde yolun hoşgörüsüne bırakırsınız kendinizi.
Ancak, yol kapanmaya gelmez, bir şekilde açılır!