Türkiye ve Ortadoğu çok önemli bir dönemecin eşiğinde. Büyük şeytanlar iş başında. Büyük planlar devreye sokuluyor. Kuklaları göreve gönderiliyor. Onları mühim bir iş yaptı zanneden bir kitle oluşturuluyor. Düğmeye basılmış durumda. Ve aka arkaya şehit haberleri alıyoruz. Şehirlerimiz, devlet dairelerimiz baskına uğruyor. Türkiye çok büyük bir saldırı ile karşı karşıya. Bunu açık seçik görebiliyoruz. Aptal değiliz. Bu saldırının adı "Savaş"tır. Yurdumuza, milletimize karşı ilan edilmemiş bir savaş yürütülüyor. Saldırıların arkasında hangi ülkelerin bulunduğunu, dolayısıyla bu savaşı hangi ülkelerin, hangi maşaları kullanarak yürüttüğünü sağır sultan bile duydu, biliyor. Ama ne yazık ki devletimiz tarafından Türk Milleti nasıl bir savaş ile karşı karşıya olduğuna dair yeterince bilgilendirilmemektedir. Basınımız bu konuda üzerine düşeni yapmıyor.
Devletlerin vatandaşını bilgilendirmesi için en etkili yol ülkenin basınından geçer. Basınımız ise gaflet değilse ihanet içindedir. Otuz küsur senedir Türkiye’nin teröre karşı verdiği mücadele, basın tarafından desteklenmemiş, tam aksine, devletin aleyhine terör ve yandaşlarının görüşleri, sistemli olarak kamuoyuna aktarılmıştır. Kamuoyu bilgilendirilmesi gereken meselelerde bilgiye aç, susuz bırakılmış, gelişmeleri sanki bir yabancı gibi görmesi, ilgilenmemesi, uyuması, alışması, vurdumduymaz hale gelmesi, karamsarlığa düşmesi, sistemli yayanların kucağında sersemlemesi, bunun yanında da ülkenin en önemli meseleleri dururken lüzumsuz meselelerle ilgilenmesi sağlanmıştır. Bunun en somut örneğini ise televizyonlarda günler, geceler boyu yayınlanan futbol programları oluşturuyor: Bilmem hangi futbolcunun atamadığı golü hangi sebeplerle atamadığı, en ince ayrıntılarına varana dek haftalarca konuşuluyor ama Türkiye’de, açık konuşalım Türklerin asli ve ayrılmaz bir parçası olan Kürtlerin nasıl devlete düşman hale geldiği konuşulmuyor. Arapça, Farsça ve Türkçe kelimelerden oluşan ve her köyde ayrı konuşulan dillerin nasıl olup da farklı bir dil haline getirildiği konuşulmuyor. İçinde kendine ait bir kelime bulunmayan bir dil, nasıl olur da bir millet dili haline getirilir, bunu kimse konuşmuyor. Terör örgütü tarafından Avrupa’ya yaptırılan göçler neticesinde Türk çocuklarının Türkiye’de oluşturulacak yeni bir millet için nasıl beyinlerinin yıkandığını, kendilerini farklı görmelerinin sağlandığını ve eğitildiğini, daha sonra da Türkiye’deki belediyelere ve kamu kurumlarına yerleştirildiklerini, İngilizlerin, Almanların, Fransızların, Hollandalıların.. istihbarat örgütlerinin ne gibi çalışmalar yaptığını konuşmuyorlar. Otuz yıldır da konuşmadılar. Üç beş kıymeti kendinden menkul sözde yorumcu ile kamuoyunu nasıl uyuttuklarını hepimiz gördük.
Türkiye Cumhuriyeti bu savaştan galip ayrılmak istiyorsa kapalı kapılar ardında yürüttüğü görüşmelere değil, milletini olup bitenler ve çözüm yolları konusunda aydınlatmaya önem vermelidir. Çünkü bu savaş, ancak insanını çok iyi eğiten, bilgilendiren, her bakımdan güçlendiren büyük ülkelerin kazanabileceği bir savaştır. Bu savaşta hamasi sözlerin yeri yoktur. Sıradan sivil toplum kuruluşlarının cılız seslerinin vatandaşı bilgilendirmeye gücü yetmez. Devlet, bilgilendirmem diye ısrar ederse o devletin varlığı tartışma götürür, geleceği de karanlıktır.
Bugüne kadar Türkiye Basını, kanayabilecek ne kadar yara varsa hepsini kanatmıştır. Bu yaralardan oluk oluk kan fışkırmaktadır. Bundan böyle Basın kendisini toparlayıp bu yaraları nasıl saracağını düşünmelidir. Düşünmez ise ne olur: Bu devlet yıkılır. Bu devletin yıkıntıları arasında kendisi de boğulur gider. Bu çatışmalar, adam kaçırmalar, bombalamalar, mayınlamalar, yoğun şekilde sürdürülen göçler, Türkiye’nin Irak gibi, Afganistan gibi, Suriye gibi olması ile sonuçlanacak bir kaos ortamını doğurur. Suçlu ile suçsuz, yerli ile yabancı birbirine karışır. Nice günahsız insanların canı yanar. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkes şunu iyi bilmelidir ki, bu toprakların parçalanması, kimsenin yararına olmaz. Sadece ve sadece İngilizlerin parmağına doladığı emperyalist ekibin, kan içicilerin, hortumcuların işine yarar.
Dün Şemdinli’de, bugün Beytüşşebap’ta, yarın bilmem nerede Türkiye devletine karşı yapılan savaş, Kürt kardeşlerimizin savaşı değil, asırlık "Dwide and rule" (Parçala ve yönet) ilkesi sahibi İngilizlerin savaşıdır. Kürtçe diye bir dil oluşturan, sizin büyük bir medeniyetiniz vardı diyen, siz farklısınız diyen ve farklı bir millet algısı için bütün basın yayın imkânlarını kullanan İngiliz’dir. Ermenilerce idare edilen PKK’yı kurduran da, yöneten de Londra’dır. Ne yazık ki aynı Londra Türkiye’yi yönetenleri de aba altından sopa göstererek, ödüllere boğarak idare etmektedir. Bu durumda Türkiye’yi yönetenlerin sığınacağı en makul kitle yine Türk Milleti’dir. Bu yüzden de yöneticilerimizin Türk Milleti’ni hafife almaları doğru değildir. Basını ve diğer organları etkili bir şekilde kullanarak Türk Milleti’nin sür’atle, her bakımdan, güçlendirilmesi gerekir. Başbakan’ın danışmanları akıllarını başlarına alsınlar. Olayların sebep ve sonuçlarının gizlenmesi değil, açıklanması gerekiyor.[1] Çünkü açık yara kangren olmaz!
Türk Milleti’ne ihanet edenlerin sonu çok acı olmuştur. Bunu ihanet içinde olanlar zaten bilmektedir. Sonuçlarına da katlanacaklardır. İhanet içinde olduğunu bilmeyenlere sesleniyorum: Herkes kendine çeki düzen versin. Bu millet, Allah’ın sevdiği bir millet olmasaydı, bunca gaflete, ihanete rağmen bu kadar süre ayakta kalabilir miydi? Allah’ın adını dünyaya yayma şerefi çok şükür hâlâ Türklerdedir. Kendini farklı gören kardeşlerime sesleniyorum: Önce beynini yıkayanların ve talimat aldıklarının kimler olduğunu gör! Geri dönülmez bir noktada değilsin. "Her bakımdan" Türk olduğunu şerefsiz Basın göstermese de, yöneticilerimiz buna göz yumsa da sen Türk Milleti’nin ayrılmaz bir parçasısın.
Sözüm size, bize, hepimize…
[1] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21376364.asp?utm_source=twitterfeed&utm_medium=facebook