Dünkü haberlerde görmüşsünüzdür; Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, üniversitede açılan Starbucks’ı önceki gün işgal etti. Boğaziçi Üniversitesi’nin Güney Kampüsüne Starbucks adlı yabancı şirketin bir şube açmasına izin vermesi, öğrenciler tarafından protesto edildi. Öğrenciler yaptıkları yürüyüşün ardından “kafe”yi[1] işgal etti. Öğrenciler çalışmayı durdururken evlerinden getirdikleri yiyecekleri ve içecekleri masalara koyarak eylem başlattı. Kütüphane önünde toplanan öğrenciler, önce rektörlüğe yürüdü. Rektörlüğün önünde yapılan açıklamada “Okulun küresel şirketlere açılmasıyla birlikte kampüs çokuluslu firmaların ticari faaliyetlerini yürütebildiği bir pazar haline geldi” denildi. Açıklamanın ardından Starbucks’a yürüyen öğrenciler, “Okulumuza yerleşiyoruz” sloganıyla kendi hazırladıkları yemekleri “kafe”nin mutfağında dağıtmaya başladı. Müzikleriyle ve tartışmalarıyla Starbucks’ta kalmaya devam eden öğrencilere hocaları da destek verdi. Geceyi Starbucks’ta geçiren öğrenciler, film gösterimi ve atölye çalışmalarının yanı sıra temizlik de yaptı. Starbucks yetkilileri ise işgalle ilgili olarak yaptığı açıklamada küresel gücün ince diliyle öğrenciler ve üniversite yönetimi arasında bir taraf olmadıklarını belirtti ve “Öğrencilerin isteklerini dile getirmelerine sonsuz saygı duymaktayız. Ancak onların bu haklarının kısıtlanmaması kadar, Starbucks mağazamızda da misafirlerimizin hizmet alma özgürlüklerinin kısıtlanmaması ve tepkilerin mağaza dışında gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.” dedi.
Ülkemizde birçok üniversitede birtakım eylemler yapılıyor. Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin “kafe” işgali eylemi de bunlardan biri. Eylemin diğer eylemlerden farkı ve dikkat çekici olan tarafı şu; öğrenciler “Okulun küresel şirketlere açılmasıyla birlikte kampüs çokuluslu firmaların ticari faaliyetlerini yürütebildiği bir pazar haline geldi” diyorlar. Kampüs ya da Türkçesiyle yerleşkenin çokuluslu firmaların pazarı olduğunu söylüyorlar. Eylemde çeşitli görüşlerdeki öğrencilerin bir araya geldiği görüntülerden anlaşılıyor.[2]
Öğrencilerin bu işgal eylemi gelip geçici bir heves gibi de gözükmüyor. “Kafe”de bir gece sabahlamışlar. “Maksat muhabbet olsun, eve gitmemek için bahanemiz olsun, güzel vakit geçirelim, kakara kikiri yapalım!” gibi bir durum yok ortada. Aksine işgal eylemlerini sürdüreceklerine dair ipuçları var. Elbette emellerinde ne kadar samimi olup olmadıklarını zaman gösterecektir. Bu davranışları, küresel şirketlerin üniversitede kendilerine verilen hakları bırakıp gitmeleri sonucunu doğurur mu, bilinmez. Çünkü üniversite yönetimiyle bir anlaşma yaptıkları, yönetimin bu alanı onlara tahsis ettiği ve “buyurun işletin” dediği meydanda. Öyle olmasaydı o şirketin orada işi olmazdı. Demek ki hukuki bir kalkana da sahipler. Şirketin, öğrenciler ne kadar direnirlerse dirensinler, kendisine verilen bu hakkın sonuna kadar arkasında olacağını düşünüyorum. Bırakıp gitmesi durumunda diğer üniversitelerdeki benzer şirketlerin de işyerlerini kapatmaları yolunu açmış olacaklardır. Hatta üniversitelerin dışında küresel şirketlerin kurduğu bu tür “kafe”ler, restoranlar, hamburgerciler, pizzacılar da durumdan etkilenecek ve üniversite öğrencilerinin başlattığı bu eylem belki oralara da yayılacak, onların da tasını tarağını toplamasını gerektirecektir. Tabii sadece yiyecek içecek hizmet sektörüyle sınırlı da kalmayacaktır. Ancak bunun için önce üniversite eyleminin başarılı olacağının görülmesi, bundan halkın diğer kesimlerinin etkilenmesi ve bu tür eylemleri ülke çapında desteklemeleri gerekir.
Şimdi Küresel Emperyalizm sözü dillerde dolaşıyor. Bir zamanlar sadece emperyalizm ve yerli işbirlikçileri söz konusuydu. İşte o emperyalist devletlerden ABD’nin misyonerleri, ülkemizde emellerine uygun kukla adamlar yetiştirmek, içten bölmek ve parçalamak üzere Robert Koleji kurmuştu. Kolej, İstanbul Bebek‘te küçük bir evde eğitim ve öğretime başlamış ve şimdi Boğaziçi Üniversitesinin kurulduğu alanda faaliyetine devam etmişti. Bu işi başlatan ise ABD’de kuyumculuk yapan ve daha sonra misyoner olmayı seçen Cyrus Hamlin adında bir misyonerdi. Bu okula ilerde Robert Kolej denmesinin nedeni ise Rothschild ailesinden New York‘lu iş adamlarında Christopher Rinlender Robert’in bu okula çok büyük miktarda yardım yapmasıydı. Robert 1878’de ölene dek kolejin bütün harcamalarını üzerine almış ve servetini beşte birinin koleje verilmesini vasiyet etmiştir. Öldüğünde koleje kalan dört yüz bin dolarla okula yeni ve mükemmel binalar yapılmış, bu iyiliklerinden dolayı okula Robert Kolej adı verilmiştir. Robert Kolej öğrencileri ileriki tarihlerde Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin, hatta Bulgaristan‘ın siyasî hayatında önemli roller oynamışlardır; Mesela ilk 5 Bulgar başbakanı bu okuldan mezun olmuştu. Bu okulun arazisine kurulan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, yine küresel emperyalizmin bir kolu olarak faaliyet gösteren küresel şirketlerden birinin üniversiteden defolup gitmesini istiyor. Rektörlüğün Üniversiteyi çokuluslu şirketlerin küresel pazarı olmaktan çıkarmasını talip ediyor. Bu gelişmenin, Komünizm’in önce Rusya’da çökmesi kadar çok önemli bir gelişme olduğunu, söyleyebilirim.
Bu eylem, diğer üniversitelerde ve sokakta yapılan eylemlerden farklı bir eylemdir. O eylemlerin büyük bir kısmı emperyalistlerin aleyhine gözükse de bir şekilde ekmeğine yağ süren eylemlerdi. Meselâ Nükleer Reaktör karşıtı eylemler. İşi biraz yakından incelemiş olanlar Nükleer Enerjinin ülkemiz için ne kadar hayatî olduğunu görür. Ancak üniversite çağındaki duygusallığı sömürenler doğaydı, çevreydi diyerek onları nükleer karşıtlığına çekebilmiştir. Sadece küresel emperyalistlerin işine yarayacak bu eylemleri yapanlar, kime hizmet ettiklerini anlamamıştır bile. Çok samimi bir şekilde faydalı bir amaca hizmet ettiklerini düşünmüşlerdir. Bugünkü işgal eylemine dönersek, acaba öğrenciler üniversitede bir “kafe”de yaptıkları bu masum işgal eylemi hakkında derinlemesine düşündüler mi? Gerçekten bu işin sonunun nereye varacağını biliyorlar mı? Bu uğurda nereye kadar direnebileceklerini sanıyorlar?
Öğrenciler bir “kafe”nin küresel şirketlere verilmesine karşı çıkıyorlar. Hâlbuki neredeyse bütün Türkiye küresel şirketlere parsellendi bile. Bugünkü iktidar, kendilerinden önce hukuki altyapısı hazırlanmış olan Küresel şirketlerin işgalini daha da kolaylaştıracak tedbirler almıştır. Sadece seyirci kalması dahi işgalin daha da hızlanarak sürmesini doğurmaktadır. Tabir yerindeyse aziz vatanın bütün kaleleri işgal edilmiş, tersanelerine girilmiş, vatan küresel şirketlere peşkeş çekilmiştir. Küresel emperyalizmin işgaline küçük, zayıf da olsa bir dur denilmesi gerekmekteydi. Böyle bir ortamda Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençler çok asil bir düşünceyle eylem yapmaktadır. Bu eylem sürer ve amacına da taşkınlık, hukuksuzluk olmadan ulaşırsa bu bir dönüm noktası olabilir. Üniversite yönetiminin başlangıçta bu olayı geçiştirmek isteyeceğini düşünüyorum. Ses çıkarmayıp sevecenlikle bu işi örtbas edeceklerdir. Ama öğrenciler, bu samimi duruşlarını sürdürüp devam ederler ve yönetim de yanılıp işgali kuvvetle önlemeye kalkarsa bu eylem bütün Türkiye’ye mal olabilir. Bu bakımdan her kesimi bu öğrencilerimizi desteklemeye ve eylemlerini tanıtmaya davet ediyorum. Emperyalizme karşı olan herkes bu eylemi desteklemelidir. Çünkü ülkemizden kovulan her yabancı şirket surda açılan bir gediktir.
Eskiden yurdumuzda okullarda “Yerli Malı Haftası” kutlanırdı. Şimdi neredeyse yerli hiçbir marka ve mala hayat hakkı tanınmamaktadır. Bu eylem bizi kendimize döndürebilir. Yerli üretim yapabileceğimiz sıradan konularda bile çokuluslu şirketlerin Türkiye’yi işgaline göz yumulması aymazlıktır. İktidarıyla, muhalefetiyle bu konuda gerekli tedbirlerin alınması gerekir.
Benim işgali yapan üniversite öğrencilerinden bir ricam var; İşgalleri sırasında Küresel Emperyalizmin sadece üniversitelerimizin bir alanını, maddi zenginliklerimizi değil, beynimizi de işgal ettiklerini düşünsünler. İşgale katılanlar, oturup sohbet ederken müzik dinliyorlarmış; türkülerimizi dinlesinler. Bir süre türkü dinledikten sonra “biraz da başka müzik dinleyelim!” diyenler çıkmaya başlayacaktır; işte o kardeşlerimiz, dinledikleri ve dinleyemedikleriyle, seyrettikleri ve seyredemedikleriyle beyinlerindeki küresel şirketlerin istilasını görebilirler. Sadece “küresel şirketlerin maddi pazarı olmaya hayır!” demekle mesele çözülmüyor. Önce kendi beynimizin ne kadar açık pazar haline geldiğine bakalım. Mesele kültürel olarak açık pazar haline gelmiş beyinlerimizi açık pazar olmaktan çıkarmak, tarihimize, edebiyatımıza, sanatımıza, müziğimize, maddi ve manevi zenginliklerimize yönelerek bunları geliştirip, bir ürün haline getirerek uluslar arası pazara sokabilmekten geçiyor.
Sözüm size, bize, hepimize.
[1] Kafe kelimesi yerine kahvehane dememiz gerekir ama ne yazık ki dünyada ilk kahvehaneyi kuran biz olduğumuz halde bizden kopya edilen bu mekanlar, günümüzde yabancıların bizden aldığı adın bozulmuş haliyle anılmaya başladı.