Milli ile dini, maddi ile manevi, inanç ile ahlak, cami ile okul arasındaki makas ne kadar açılırsa toplum da o kadar çatışmaya uygun hale gelir. Birbirini tamamlayan değerler, birbirinin karşıtı ya da düşmanı haline gelir ya da getirilirse toplum gerilir. Toplumu geren, ayrıştıran, ötekileştiren, kamplaştıran her eylem ve söylem barışa, kardeşliğe değil çatışmaya hizmet eder. Bulunduğu makamı kullanarak inananlar arasında kin, nefret ve düşmanlığa sebep olmak sahip olunan inancı amacı aleyhine kullanmaktır.
Ortada hiçbir neden yokken fitneye sebep olmaktan din adamları herkesten daha fazla kaçınmaları gerekirken yangına körükle gitmek akıl sağlığı yerinde olanların yapacağı bir iş değildir. Çünkü İslam, “fitne çıkarmak öldürmekten daha kötüdür” der.
Dahası din adamının sevecen, sempatik ve hoşgörü kavramlarıyla konuşacak yerde lanetle, belayla, musibetle konuşmalarının da dini karşılığı yoktur. O din ki “Kolaylaştırın zorlaştırmayın, müjdeleyin nefret ettirmeyin.… Ölülerinizi de hayırla yad ediniz.” diyor.
Bazı imamlar için İslam’ın bazı hüküm ve uygulamaları pratikte çok da önemsenmiyor. Nitekim Ayasoyfa imamı -adı lazım değil- törende orayı müzeye çevirenler için “Onlardan daha zalim, daha kâfir kim olabilir. Ya Rabbi, o zihniyetin bir daha bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma” diyerek lanet okuyor.
Bu hangi şartlarda Ayasofya’nın müzeye çevrildiğinden habersiz, art niyetli ve görevinin bilincinde olmayan bir zihniyettir.
Aynı zihniyet 10 Nisan 1920’de Dürrizâde Abdullah’la somutlaşmıştı. Dürrizade ülkeyi işgal eden düşmana karşı mücadele eden Mustafa Kemal ve arkadaşları için idam fetvası vermişti. Bu ülke bu zihniyete karşı boynunda idam fermanıyla mücadele edenler tarafından kurtarılmıştır.
Yerli işbirlikçiler tarafından kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Vilson Prensipleri Cemiyeti, İslam Teali Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin üyeleri Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye hareketine karşı işgalcilerle birlikte savaş vermişlerdi.
Bu vatanı Atatürk ve arkadaşları bir yandan işgalci güçlere diğer yandan “Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlûkat Ankara’dadır.” Diyenlere rağmen kazanmıştır.
Bu zihniyet sahiplerinin günümüzdeki temsilcilerine şu soruları sormak zorunluluk oldu:
- Ayasofya’nın içinde bulunduğu toprakları düşman işgalinden kurtaran iradeyi kâfir ve zalim ilan etmek nasıl bir cürettir?
- Yunan’ı Anadolu’yu işgal ettiğine pişman ederek Akdeniz’e döken ordunun komutanına kimin ad ve hesabına lanet okunuyor?
- İmam Efendi İstanbul’u işgal eden İngiliz/Fransız ordusuna, Ankara’ya kadar Anadolu’da Müslüman katliamı yapan Yunan Ordusuna, işgal kuvvetlerine karşı koymayın diye telkin yapan hainlere neden lanet okumuyor?
- Atatürk’ün işgalden ve zulümden kurtardığı ve onun sayesinde var olan Ayasofya’nın başındaki bir şahsın onu kötüleyen sözleri öylesine söylenmiş olabilir mi?
- Bu zihniyet “keşke Yunan galip gelseydi” diyen zihniyetin benzeri değil midir?
- Bu zihniyetin Yunan’ın galip geldiği yerlerdeki Müslümanların ve mabetlerinin durumlarını bilmemeleri mümkün mü? Bugün Yunanistan’ın bütününde açık bir cami yoktur. Yalnızca Selanik kentinde bulunan yirmiye yakın caminin tamamı kapalı, kiliselerse açıktır. Bu sözlerin sahipleri Yunanın galip geldiğinde böyle olduğunu bilmiyorlar mı?
Atatürk’ün düşmandan kurtardığı ve kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde ümmet adına ahkâm kesmek kolay iştir. Ölümü göze alarak düşman karşısında bir saniye bile dizleri titremeden duramayacak olanların Atatürk’e yönelik söyledikleri aşağılık sözlerin sinek vızıltısı kadar değeri yoktur.
Bu tür söylemler provokasyondur. Amacı da emperyalistlerin “İslam’a karşı İslam” stratejisinin gereği olarak Müslümanı Müslümanla çatıştırmaktır. En tehlikeli bölücülük kutsallar üzerinden yapılandır. Dikkatli olunmalı, oyuna gelinmemelidir.