Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu
Dr. Lütfü Şahsuvaroğlu

Sis ve Sırp

Sayın Başbakan Sırbistan ziyaretini sis sebebiyle yarıda bırakmak zorunda kaldı.

Oysa ki sis nedeniyle Sırp keskin nişancılar Saraybosna’daki masumları öldüremiyorlardı.

Teo Angalapulos’un Ulyis’in Bakışı adlı filmi bunu ne de güzel anlatır.

Bir sinemacı –ki Teo oynamaktadır- tarihin ilk filmini aramaktadır. Bu filmin izini sürmektedir. Tarihin ilk filmi tarımsal yayım üzerinedir. Yün eğiren kadınlar…

Bu filmin Balkanlar’da olduğu bilinmektedir ama hangi Balkan ülkesindedir, o meçhuldür.

Teo birçok ülkeyi dolaşır, birçoğunda Demirperde zamanından anıları vardır. Çünkü Teo da eski bir komünisttir.

Bulgaristan’dan ayrılırken bir orta yaşlı kız trene binmekte olan Teo’nun peşini bırakmaz. Yalan aşkına olumlu cevap peşindedir. Bu yalan aşk komünizmden başka bir şey değildir.

Bulgaristan’da olmadığı anlaşılan filmi başka bir Balkan ülkesinde aramak için trene binen Teo’nun peşinden koşan kıza cevabı ilginçtir kahramanımızın:

“Ben seni hiç sevmedim ki…”

Sonunda filmin Saraybosna Sinema Müdürlüğü’nde olduğunu öğrenir kahramanımız…

Bin bir gaileden, çatışmadan çıkan Teo Saraybosna Sinema müdürü ile hoş bir sohbete girişir. Tarkovski filmlerinden konuşurlar vesaire…

Sinema Müdürünün yanında çalışan çocuk: “çay içer misin?” diye sorar.

Türkçe “çay” der…

Filmi izledikten sonra sevinci yüzünden okunur Teo’nun…

Yarın cumartesidir.

Cumartesi dere boyunda gezinti yapmak Saraybosnalıların geleneğidir. Ailece böylesi gezintilerden hoşlanırlar…

Sinema Müdürünün karısı, kızı, dul kızının iki çocuğu dere boyunda yürüyüşe çıkarlar, Cumartesi günü…

Çünkü sis vardır ve keskin Sırp nişancılar sisli havalarda Saraybosnalı masumları öldürememektedirler.

Fakat dere boyunda ilerlerken bir ses duyarız.

Bu askeri bir aracın sesidir. Kahkahalarla Sırp askerler inerler ve masumları bu sefer çocuklardan başlamak üzere öldürürler. Çocukları dereye atarlar, ama biz görmeyiz; seslerden anlarız. Aileyi ise kurşunlarla öldürüp yine kahkahalarla araçlarına binerek uzaklaşırlar…

Ulyis’in Bakışı Batı vicdanının Bosna felaketi karşısında bir vicdan bastırmasıdır. 

Yine de övgüye değer…

Zira İslam dünyasından böyle bir film çıkmadı…

Birkaç şiir, o kadar…

Başbakan Sırbistan ziyaretini sis nedeniyle yarıda kesmek zorunda kalmış…

Yoksa Sırp keskin nişancılar siste de adam öldürmeyi öğrendiler mi? Yahut kendi günahlarının izini süren başka tehditlere hazırlıklı olmak bakımından böyle bir tedbir almışlardır…

 Belki de Sayın Başbakan ev sahiplerine o günahlarını hatırlatıyordur; kim bilir?

Ne olursa olsun, sis denince benim aklıma Ulyis’in Bakışı ve Sırp keskin nişancıların yakın tepelerden Saraybosna’yı avlayamaması gelir. Avlayamaması yahut şehre dalıp dere boyu masum gezintilerden intikam alması…

Yakın tarihimizin bu katliamcılarını unutmak mümkün değil elbette…

Türkiye Sırbistan ile iyi ilişkiler içinde…

Niçin olmasın?

Türkiye kan emici terör örgütüyle de bir zamanlar pek iyi ilişkiler ve çözüm süreçleri içindeydi…

Türkiye şimdi neden Filistin’i yağmalayan ve Filistinlileri katleden İsrail ile iyi ilişkiler içinde olmasın?

Ne beis…

Devlet böyledir işte…

Böyle yaşarlar…

ÇATI

Benim bir Çekirdek ve Çatı teorim var.

Çekirdek alabildiğine sağlam ve parçalanmaz olmalı…

Bütün dış taarruzlara karşı, yıkıcılıklara karşı mukavim olmalı, atom atsan parçalanmaz bir çekirdek gibi olmalı…

Fakat çatı da alabildiğine geniş, herkesi kuşatıcı olmalı…

Milletleşme vetiremizin özü budur.

Millet ve devlet münasebetinin, tarihselciliğinin de mihveri bu…

Çekirdek belki Ziya Gökalp’ın Oğuzculuğunda aranabilir, çatı ise Büyük Doğu ve/veya Büyük Birlik…

Mümkün olabilen en geniş birlik…

Attila’nın ordularında envayi çeşit etnik unsurun bir araya gelişi gibi…

Oğuz Han’ın bütün Türkistan halklarını bir araya getirişi gibi…

Cengiz Han’ın o Batılıları hayran bırakan yönetişim sanatında olduğu gibi…

Alparslan’ın Anadolu içlerine kanat çırpan kartalları gibi…

Fatih’in ordusu gibi…

Çekirdek ve Çatı teorisi ne kadar çağdaşlaştırılırsa bugünkü badirelerden de kurtulmak o derece mümkün hale gelir.

Çatı geniş ve kuşatıcı olmalı ama çatıya başkalarının antenleri kondurulmamalı…

Bu pek yanlış bir strateji olur.

Çatıya önüne gelen baz istasyonu yerleştirememeli…

Çatıda önüne gelen gezinememeli…

Çatı geniş ve kuşatıcı olmalı ama çekirdeğe de saygılı olmalı…

Çekirdekten habersiz, çekirdeğin hüviyetine kastederek çatımızda gezinilemez.

Bugün etnik unsurları memnun edeceğim diye devletin çatısı dingonun ahırı gibi olmuştur. Önüne gelen çatımızda film çeviriyor.

Bürokrasi perişan; ehliyetsiz unsurlarla dolu… 

Sonra da çözüm süreci bitti diye millî mücadele bekleniyor bazılarından. Adamda bunun formasyonu yok ki, nasıl yapacak?

Çatı derken aslında Kapalı Çarşı’yı anlatacaktım. Mesele milli meseleye geldi dayandı.

Milli mesele Kapalı Çarşı gibi tarihi bir emanetin üstünde tepinilmemesi…

Kapalı Çarşı’nın çatısında önüne gelen film çevirdi. El oğlunun film çevirmesi bir yana, bizden gözükenler çatıya baz istasyonlarını doldurmuş…

Bu, istihbaratı yabancı ajanların eline teslim etmek gibi bir şey…

Yazık pek yazık…

Bugünden tezi yok Kapalı Çarşı’nın namusu korunmalıdır.

Kapalı Çarşı’nın çatısı onun çekirdeğine ihanet edemez.

Devlette de aynı hassasiyetin gözetilmesi gereği, Çekirdek ve Çatı teorimizin nasıl derin bir mazmun olduğunu göstermiyor mu?

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!