Milliyetçilik meselesi, son zamanlarda anayasa yapmağa kalkan ama bunu bir türlü gerçekleştiremeyen Türkiye’nin Anayasa maddelerini dibaceden başlayarak tek tek düşünme gayretkeşliğinden dolayı yanlış olarak gündeme oturdu.[1]
Yanlış olarak gündeme oturdu, çünkü milliyetçilik tartışması gerçekte entelektüel, felsefî, tarihî, sosyo-psikolojik ve biraz da teknik olarak uygun bir düzey varsa yapılabilecek bir tartışmadır. Yüksek bir idrak ve şuur seviyesi ister. Tarihi, ‘sınıflar mücadelesi’ olarak görenler arasından olsun, liberaller yahut inanç temellerini mihver alanlar arasından olsun, belli bir ‘kavramsal inşa’ kabiliyeti gerçekleştirebilecek ortam ister. Kavramlarda hemfikir olmasalar da, böylesi bir entelektüel düzey sahibi olmak, tartışmanın taraflarına, onların zihnî performanslarına faydalı olabileceği gibi; tartışmanın belli kesitlerinde milliyetçiliğin hedefi olan milleti yükseltmek –başta da maneviyat olarak yükseltmek- hedefine de hizmet eder.
Bu bakımdan anayasa gündemi arasında milliyetçiliğin kendine doğru bir düşünce düzeyi bulması imkânsız gibidir. Anayasa ihtiyacının dış etkenlerle içte meydana getirdiği telaş, milliyetçilik tartışmasının olmazsa olmaz şartı olan fikrî düzeyi göz ardı etmektedir.
Milliyetçiliğe son gündem vesilesiyle değinmeden önce anayasa gündemini bertaraf etmek lüzumu var. Neden? Çünkü milliyetçilik anayasa yazımı sürecinde olumsuz imajları yüzünden gündeme sızdı veya sızdırıldı. Böyle bir olumsuzluk iklimi içinde milliyetçiliğin zihinsel ve matematiksel çözümlemesi ve buradan düşünce dünyamız için, daha da önemlisi sosyolojik yapımız için ehven bir kavramsal inşa meydana çıkarmamız güçtür. Bu edilgen durum içinde olsa olsa milliyetçiliğin daha da yanlış anlaşılmasına ve yeni sapmalara erişmesine –uğramasına fırsat verilmiş olur.
Anayasa meselesini ise dışsal etmenler nedeniyle bir iktidar manevrası olarak görme ve öylece bazı hukukçulara metin yazdırma biçiminde anlama bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Evet, anayasa yazımı ile milliyetçiliğin bir regresyon analizi söz konusudur; ancak bu, bugünkü kayıkçı kavgaları arasında cereyan eden düzeysiz lakırdılarla, politik demeçlerle ve ucuz hukukçu salvolarıyla geçiştirilecek bir konu değildir.
Anayasa bir mutabakat metnidir; siyasal alan yani devlet ile sivil alan yani millet arasında ve bunların kendi içlerinde derunî birlikteliklerin ve ortak yasa koyuculuk fikrinin billurlaşmış söylemi işlevi görmektedir.
Hukuk yetmez, iletişimsel edebiyat lâzımdır
Jurgen Habermas’ın ifadesiyle anayasal metinler, tarihsel ortaklığın bir ruh köküdür, öyle olmalıdır. O ruh kökünün ifadesidir, arka-planıdır. O yüzden Alman anayasasının yazımı demek, Alman ruh kökünün o billurlaşmış ifadesini yakalama sanatıdır.
Bize bakalım, böyle bir sanatın icra olunduğuna veya buna dair bir çileye tesadüf edilebiliyor mu?
Anayasa bir hukuk metni zannediliyor ve kanun yazmaya kalkışan güya hukuk okumuş kişilere sipariş edilerek mesuliyetten kaçılıyor. Mesuliyetten, samimiyetten, vefadan, fedakârlıktan, sadakatten, hürmetten ve aşktan mahrum bir metin yazılabilir mi? Neden bir şiir, şu İstiklal marşımız bütün anayasalardan ziyade milli mutabakat metni olarak önümüzde durmaktadır?
İşte bundan… Samimiyetten, mesuliyetten, vefakârlıktan, fedakârlıktan, hürmetten ve aşktan nasibini aldığı için…
Türk’ün ruh kökünün bir ifadesi, biraradalıklarımıza tercüman olabildiği için… Türk deyince, üst bir kimliği yaşayıp anlattığı için…
Anayasa böyle yazılır!
Bu da hukukçuların yapacağı bir iş hiç değildir! [2]
Gönül dili
Eğer Anadolu mayasının bin yıllık gönül dili, bu dile dair ortak yaşama iradesi, onun temel yasa koyucu olarak adalet nizamını perçinleyecek özlü açıklaması idrak edilerek bir anayasa hazırlığına girişilseydi bugün Kürt sorunu çerçevesinde çıkarılan ucuz pazarlıkların hiçbirine müracaat edilmeyecekti. Zira bu bin yıllık gönül dili sadece Kürtleri değil, bütün bu tarihsel ortaklıklara imza atmış bütün unsurları millî kimliğimiz içinde anlamlaştıracaktı, bütünleştirecekti.
Cultura, kültür yani ekin, yabancı bir kelime olduğu halde içselleştirilmiş ve kültürümüz üzerinde bir zihinsel ve matematiksel bulgu ve ürünlere kavuşmamızı sağlamıştır. Yüz yılı aşkın bir zamandır da kültür bahsinde milliyetçiliğin çağdaş bir açıklaması yapılagelmektedir.
Diğeri de medeniyet kavramı… Bu kavram da gâvurcadır ama o da içselleştirilmiş, âdeta dinimiz ile dünya görüşümüz ile bir tutulduğu gibi; farklı bir açıdan da modernleşmemizin mihveri yapılan sosyal değişmemizin öncüsü kılınmıştır. İster kültür yaratan arka-plan olarak yani İslam olarak, isterse modern açıklamasıyla bir kültür üst dilimi ve dolayısıyla değişebilecek – kabullenilebilecek bir uygarlık düzeyi olarak alınsın, netice itibariyle civilisation da son bir buçuk asrın lakırdısıdır.
Fakat millet ve milliyetçiliğin bu iki kavram gibi son iki asırda daha çok kullanıldığına bakarak yeni ve modern şeyler olduğuna hükmetme gafleti göstermezsek eğer, tedai ettirdiği biraradalıkların izahı bakımından binlerce yıllık geçmişi vardır.
İşte tam da burada millet ve milliyetçiliğimizin salt batılı izdüşümleriyle konuşamayacağımız ortaya çıkıyor.
Nation ve nationalism millet ve milliyetçiliğimizin tam karşılığı değildir. “O zaman mecbur muyuz böylesi işlerle beynimizi meşgul etmeye” diye bir itiraz yükselebilir ki böylesi itirazlar uzunca bir dönem İslamcı ideolojilerin en önemli argümanı olmuştur.
Fakat onlar da yerli İslamları ile bu milletin bin yıllık terkibiyle fikir yürütemedikleri, İslamcılıkları daha çok ithal bir İslamcılık olduğu için kendi toplumlarına, kendi sosyolojilerine çok az katkıda bulundular.
Siyasal olarak yeni sorumlulukları eski ezberleri üzerinden onları, meseleyi çözebilecekleri rehavetine soksa da gerçekler karşısında yeni arayışlara girişmeleri kaçınılmazdı.
Bugün olan budur…
Tıpkı Ziya Gökalp’ın haksız ve düzeysiz eleştirilmesi gibi haksız ve düzeysiz bir milliyetçilik eleştirisi mevzubahistir.
Anayasa bir türlü yazılamıyor. Yerden yere vurduğumuz, benim de çoklukla acımasız muhalefet yaptığım üçlü koalisyon hükümeti zamanında bile 18 madde değiştirilmişti. Anayasa yazımı üstüne bir takım “yapardın yapamazdın” tartışmaları bir yana, şu anda “demokrat, özgürlükçü, modern” bir anayasa yapmak-yazabilmek için hiçbir engel yok gibi görünüyor.
Peki neden yazılamıyor?
Zira Habermas’ları yetiştiren, iletişimsel bir edebiyatın benzeri bizde yok. İletişim dünyası edebiyattan, edepten mahrum, edebiyat dünyası iletişemiyor. İletişimsel bir edebiyatı olmayan iş dünyası, siyaset dünyası, medya ve bürokratik elitin oluşturduğu kare(dördül) ya da kumpas, millet için nasıl anayasa yazabilecek ki?!…
Böylesi bir karenin dolayısıyla milleti de, onun milliyetçiliğini de doğru tarif edebilmesi ve yeniden mümkün olabilen en büyük birliği gerçekleştirmesi, ortak yaşama şuurunu yükseltmesi mümkün mü?
İşte Sayın Başbakan böylesi bir karenin tam orta noktasında bulunan ama milleti –mutasavver millet- için mecburen bir şeyler yapması gerektiği bilincinde çırpınırken bir açıklama yaptı. Açıklama hayli tepki topladı. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli ve BBP genel başkanı Sayın Mustafa Destici başta olmak üzere diğer siyasiler özür beklediler. Başbakan da hemen akabinde özür gibi bir açıklama yaptı ve milliyetperverlik kavramına sarıldı. Sanki milliyetperverlik milliyetçilikten ayrı bir şeymiş gibi…
Anamın İncinen Kalbi
Başbakan’ın milliyetçiliği ayaklar altına alması kötü oldu.
O da bu kötülüğün birkaç gün içinde farkına vardı ve milliyetperverlik üstüne olumlu söylemlere girişti.
Milliyetçilik ayaklar altına alınabilir mi?
Ya da herhangi birinin milliyetçiliği ayaklar altına alma imkân ve ihtimali var mıdır?
Bütün ömrü boyunca namazını niyazını hiç ihmal etmemiş, peygamberimizin sünnetinden zerre-i miskal ayrılmamış ümmetin selametini her şeyin üzerinde tutmuş anam bile milliyetçiliğin ayaklar altına alınması karşısında 90’a yaklaşırken, dizleri tutmaz iken isyan etti.
“Anacağım başbakanımız sürçü lisan etti; dile getirmek istediği veda hutbesindeki gibi şeylerdi, ırkçılık kavmiyetçilik filan” dediysem de ikna edemedim.
Çünkü her irfan sahibi Müslüman gibi o da milliyetçiliğin arka-planını biliyordu, duyumsuyordu. O batılı diskurlardan perişan olmuş, iğfal edilmiş bir sosyolojik beyne sahip değildi. Bizim sözde akademisyenlerimiz gibi düşünmüyordu.
Âkif gibi düşünüyordu. Kur’an ve Safahat okumuş ve hafızasına kazımış birisi olarak milliyet değerlerinin içinde ne olduğunun şuurundaydı. Âkif’in “Gelmişiz dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz” mısraını unutmamıştı.
Eğri oturup doğru konuşalım.
Her şeyden önce bir ön yargıyı düzeltmemiz gerekiyor.
Başbakan milliyetçiliği ayaklar altına alma söylemine rağmen Cumhuriyet tarihinde en milliyetçi başbakanlar arasında yer almaktadır.
Recai Kutan beyefendi MSP geleneğinden gelen ama öncelikle İTÜ mezunu bir mühendis olarak bizim ilgilendiğimiz konularla ilgili bir siyasetçiydi. Mesela onun milliyetçilikle ilgili söylem bakımından bir ünsiyeti bulunmadığı kanaati yaygın olsa da, gerçekte o milliyetçi bir politikacı ve teknik adamdı. Türkiye’nin su meselesinde ben daha evrensel düşündüğüm halde, o benden de daha milliyetçiydi. Sularımızın paylaşılması noktasında bendeki tolerans onda yoktu.
Başkaca sağdan ve soldan örnek verilebilir. Birçok farklı fikir ve görüşün arka-planında milliyetçilik damarı olabilir. Bu anlamda iki büyük dünya savaşında meydana gelen kan dökücülüklerden ders almasını bilen kıta Avrupa’sı yeni bir milliyetçilik ortaya koymaktadır denebilir. Keza komünizm kisvesi arkasında geçen asırda bir Rus milliyetçiliğinin deruhte edildiği iddiası yanlış olmaz.
Başbakan da kimi konularda- uygulama bakımından- milliyetçiliği aşırıya kaçan bir siyasetçi profili çiziyor aslında…
Düzeltmemiz gereken bir ön yargı daha var. O da Apo’nun bir Kürt milliyetçisi olduğu kanaati.
Apo bir Kürt milliyetçisi olsaydı Kürt hareketi böyle mi olurdu?
Milliyet değerlerinin hangisine sahip?
Milli şairimiz Akif: “Gelmişiz dünyaya milliyet nedir, öğretmişiz” derdi.
Milliyet kavramı, içinde bir takım umdeler ve medeniyet kuran faziletler olan kavramdır. Böylesi bir kavrama hakaretamiz yaklaşmak onun ihtiva ettiği değerlere, o umdelere bir hakaret olacaktır.
Milliyet değerleri nelerdir, umdeleri nasıl anlaşılmalıdır?
Bunların arasında o millet tasavvurunu teşkil eden toplumun ya da toplulukların, sosyal kesitlerin inanç değerleri başta gelir. Milliyetçiliğe bir saldırı aslında o inanç değerlerine bir saldırı olarak algılanacaktır.
Din birliği, soy birliği, dil birliği, inanç ve ülkü birliği, ortak tarih şuuru, bir arada yaşama iradesi, ortak geçmiş kadar ortak gelecek tasavvuru-projeksiyonu, siyasi birlik bir de… Bütün bunlar milliyet değerleridir.
Milliyetçilik zaman zaman bu değerlerden birine daha ağırlık verebilir. Ama bu ağırlık veriş o çağda o zaman diliminde ya da o mekân-ortamda milletin menfaatine gelişir. Gelişmelidir.
Mesela farklı ırklardan müteşekkil bir millet tasavvurunda ırkların ön plana çıkarılması kadar ahmakça bir zihinsel çözümleme, ideoloji ya da iddia saçmadır. Herhalde buna milliyetçilik diyemeyiz. Bu milletin bizzat varlığına kasteden bir tehdit olduğundan ve milliyet değerlerinin harç vazifesi görmesini engellediğinden dolayı da saçmadır. Kimi entelektüellerin işte tam da bu noktada fikri çıkmazları milletin başına bela olmaktadır. Kimi entelektüeller böylesi bir sapmaya milliyetçilik diyerek Başbakan dahil birçok insanın doğru düşünebilme melekelerini ifsat etmektedirler.
Milliyetçilik milliyet değerlerine dayanır ve milletçilikten farklı olarak soyutlama içerir. ‘Millet’çilik biraz da halkçılık gibi milletin belki de kahır ekseriyeti milliyet değerlerinden habersiz yaşarken ve yine belki de bizzat o değerlere saldırı aracı olarak kullanılırken, sürdürülebilen bir halk dalkavukluğu olabilir. Milletin menfaatlerini gözetmek, onları çağlar üzerinden sıçratmak, onları televizyon sahibi yapmak, iş aş, barınacak ev sahibi yapmak ve en çok da eğlendirmek bu anlamda milletçilik bahsinde yer alan hususlardır. Kalkınmacılık peşindeki siyasal iktidarların ya da iktidara namzet siyasal parti ve akımların milletçi olmaları bu yüzdendir. Yapıp edebilecekleri şey halkın geçim standardını yükseltmektir. En büyük fazilet onlar açısından budur.
Ancak milliyet deyince biz daha farklı ve daha mücerret şeyler anlıyoruz. Büyük milletlerin mücerret olana adanmışlıkları da işte milliyetçiliklerinin yüksekliği, şuurlanmalarının kavi oluşundan ileri gelmektedir.
O halde önermemiz doğrudur:
Apo bir milliyetçi değildir. Apo bir Kürt milliyetçisi değildir.
Apo’nun ya da bölücü hareketin Kürt milliyetçisi olduğu ön yargısı yüzünden bir büyük birliği kurabilecek millet iradesi boşa çıkarılmakta, Türk milliyetçiliği de yanlış anlaşılmakta ve giderek yanlışa sürüklenmektedir.
Kürt milliyetçiliğini önleme yolunda tedbir geliştiren sözde devlet aklı –MİT başta olmak üzere- son müzakere sürecinin akim kalmaması için gereksiz ve yanlış söylemlere başvurmaktadır. Güya Kürt milliyetçiliğini önlemek için milliyetçiliğin her türlüsüne karşı çıkmakta, Türk milliyetçiliğine vurarak Kürt milliyetçiliğinin önünü alabileceğini düşünmektedir.
Eğer burada engellenmek istenen şey –terör örgütü- daha baştan milliyetçiliğin uzaktan yakından akrabası değilse o zaman bu strateji gümlemektedir.
2008 yılında ‘Kürt Sorununa Türk Tarih Felsefesi Açısından Bir Yaklaşım: Kürtler Nasıl Türk Olur’ [3] başlığı altında bir kitap yazdım. Bugün tartışılan hususları sanki önceden bilmiş gibi bir zihinsel ve matematiksel çözümleme yaptım. Kürt meselesini enine boyuna tartıştım. Bölücü örgüte yaftalanan Kürt milliyetçiliğinin doğru olmadığını ispatladım. Ortada milliyetçilik filan yoktu. Olsaydı eğer, Kürt hareketi demokratikleşir, modernleşirdi. Klasik ve batılı anlamıyla bile milliyetçilik böyle bir süreci hazırlardı. Bizim anladığımız anlamdaki milliyetçilikte ise milliyet umdelerine bakmak icap ederdi. Kürt milliyeti söz konusu ise o zaman onun umdelerinin, değerlerinin masaya konulması gerekiyordu. Bu unsurların yahut herhangi bir doğulu milliyet değerlerinin genişleyerek daha ihata edici bir millet ve milliyetçilik kavramında yeniden bir kavramsal inşa gerçekleştirmesi gerekiyordu. Bunun imkan ve fırsatları bulunmalıydı.
Var mı?
Yok… o halde ortada bir Kürt milliyetçiliği bulunmamaktadır. Bir Kürt milliyetçisi de yoktur. Eğer öyle olsaydı tıpkı bin yıl önceki gibi Türkmen dervişgazilerin ve alperenlerin-Horasan erenlerinin yaptığı gibi bir gönül dilinin icad edilmesi gerekirdi. Aşkın, merhametin, hürmetin, sadakatin, vefanın dili… hani? Bin yıl önceki dirilişte olduğu gibi bir Yunus, bir Yesevi, Hacı Bektaş, Hacı Bayram’dan iz var mı? Türkmenler – Oğuzlar bir yönetim sanatı ortaya koyarak bütün civar unsurlarıyla birlikte Roma olma yolunda ilerlerken zırt pırt Türk demediler ama dokunduklarını Türk yaptılar. Anadolu mayası dediğimiz şey işte budur. Cultura veya civilisation gibi değildir. Arpa kültürü de buğday kültürü de iyidir hatta mübarektir. Arpa ekersin arpa biçersin. Ekin öyle bir şeydir. Ekin ya da kültür toprağı değiştiremez, dönüştüremez. Ama süt dolu bir kaba ister inek sütü, ister koyun sütü, ister keçi sütü, ister manda sütü koyun; kap ister yayvan ister derin ister porselen ister toprak ister plastik olsun mayanız sağlamsa çaldığınız maya bütün bir kabın içindeki sütü dönüştürür, değiştirir ve yekpare bir kimliğe eriştirir.
Doğru mu?
İşte bin yılın terkibi ortaya koyduğu gönül diliyle anayasayı da yazabilecek iletişimsel edebiyatı yani mutabakatın metnini şiirini yazabilir.
Milliyetçilik tartışmalarının zamanı değil. Tartıştıkça her taraf batacak. Batınca ne olacak? Bu millet hamurundaki bütün ne varsa bundan zarar görecek.
Ülkücülük versus milliyetçilik! Doğru, ama milliyetçilik olmadan da ülkü devleti kurulamaz
Anayasa tartışmaları bitince milliyetçiliği gerçekten daha önce benim binlerce defa aldığım gibi ele almak lüzumu yine var. Mesela tarihte ülkü devleti kurmuş ve böylece en büyük fazilete erişmiş Türklerin yeniden kutsal da bilse milliyetçiliğin önüne ülkücülüğü koyması üzerine bir ahkâma ve efkâra kalkışabiliriz. Ülkücülük Versus Milliyetçilik başlıklı yazımı yine Türk Yurdu’nda yazmıştım. Milliyetçilik elbette milliyet değerleri içerdiği için ve onlar için ortaya konan bir eylem planı ve duygular skalası olduğu için hayırlıdır ve en başta mazlum milletlere emperyalizme karşı mücadele ruhu kazandırması bakımından önemlidir. Tek bu çıkarsama bile tek başına milliyetçiliği olumlu kılar. Fakat medeniyet yaratan ülkücülük açısından ve soyutlamanın üstünlüğü esasından yola çıkarsak bütün diğer beraberlikleri, unsurları, kültürleri bünyesinde barındırabilen ve onu aşkın bir felsefeye kanatlandırabilen ülkü devleti [4] hasleti milliyetçiliğin adını sıklıkla kullanmayı bir kenara itmemizi, hatta kendi kimliklerimizi o dönüştüren mayaya katmada öncü olmamızı salık verir.
Sayın Başbakan’ın dilinin sürçmüş olduğunu düşünüyorum, yahut bazı danışmanlarının o hep tenkit ettiğimiz etnik milliyetçiliklerinin psikolojik arazlarından ona yanlış metin yazdıklarını… II. Abdulhamid ve çağdaşı Namık Kemal’in zaman zaman karşı karşıya gelseler de bir büyük birliği muhafaza ve/veya kurma yolunda kendileri ve ardıllarının, Osmanlıcılık başta olmak üzere üç tarzı siyasetlerindeki gerekçe ve bileşkede nasıl buluştuklarını biliyorum. Büyük Birlik Projesi Olarak Milliyetçilik ve Namık Kemal kitabımda milliyetçiliğimizin son dönem kaynaklarını vurguladım. Buna göre milliyetçiliğimiz milliyet değerlerimizin ve unsurlarının her coğrafyada ve her çağda nasıl esnek-flexibl uzayıp daralabilen, esneyip genişleyebilen yapısından ve kabiliyetinden ötürü değişebilmekte ve bazen ve bazı yerde unsurlardan birine veya birkaçına daha fazla ağırlık vermektedir. Bu durum milliyetçiliğimizin sadece o unsur çerçevesinde açıklanmasını gerektirmez.
Kaldı ki, Türk Düşünce Ufukları’nda buluşturduğumuz Namık Kemal, Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Mehmet İzzet, Yusuf Akçura, Mümtaz Turhan, Osman Turan, Necip Fazıl, Nurettin Topçu, S. Ahmet Arvasi, Galip Erdem, Erol Güngör, Atsız, Cemil Meriç gibi aydınlarımızın asgari müştereklerini tespitteki çabamız bizim milliyetçiliğimizin insanlığa nasıl faydalı bir muhteva taşıdığını da ortaya koymuştur. [5]
Mümtaz Turhan 1948 yılında İngiltere’den döndüğünde savaştan yeni çıkmış Avrupa, ırkçılığın ve faşizmin izlerini silmek için bilhassa milliyetçiliğe karşı –zararlı milliyetçiliğe karşı- söylem ve eylem planları geliştiriyordu. O dönemin Türk aydınının güzel bir örneğini vermiştir Mümtaz hoca… Tıpkı daha önce Fransız devriminden sonra dünyayı kasıp kavuran yeni fikir ve kavramlara kendi şeraitinden ve tarihinden karşılıklar bulmaya çalışan Namık Kemal gibi yapmış ve İngiltere’de karşılaştığı ve öğrendiklerini kendi terkip ve tefrik süzgecinden geçirmeden halkına dayatmamıştır. Edilgen olmayıp, gördüğünü duyduğunu aynen alıp ülkesine kakalamayıp, kendi milleti ve milliyeti için lüzumlu olanı yazmış, söylemiştir.
Onun Niçin Milliyetçiyiz makalesini başta Sayın Başbakan olmak üzere bütün liderler ve üniversiteliler okumalıdırlar. Yılmaz Özakpınar Mümtaz Turhan’ı okuyup değerlendiren Erol Güngör hocamız gibi milliyetçi fikriyatın önde gelen kalemlerindendir ve kültür medeniyet mukayesesinde Gökalp’ın çizgisini doğru mecraına kavuşturmuştur. Şöyle diyor Kültür Değişmeleri ve Batılılaşma Meselemiz kitabında: “Mümtaz Turhan Niçin Milliyetçiyiz başlıklı makalesinde Türk milletinin en ileri medeniyeti ve tam bir millet haline gelmesini milliyetçiliğin bir hedefi olarak gösterir.” [6]
Demek ki milletleşme devam etmektedir. Dolayısıyla millet menfaatine olan her şey aslında milliyetçiliğin meselesidir. Bu anlamda milliyetçiliğe karşı durarak bir milletleşme mümkün görülemez. Devam ediyor hocamız: “Bu hedefe ulaşma yollarını 1948’de İngiltere’den döndükten sonraki yazılarında ortaya koymuştur. Bu yazılarda inanç ve geleneklerin ana kayası üzerinde bilimin ilerletici imkânlarını kullanma gereğini vurgular. Ona göre milliyetçilik, bu yolla toplum kurumlarını modern ihtiyaçlara göre yapılandırma bilinci ve o yolda gösterilen çabadır.
Niçin Milliyetçiyiz makalesinde Mümtaz Turhan, insaniyetçiliğe engel gördükleri için milliyetçiliğin aleyhinde olanların yanıldığını söyler. Bu iki idealin bağdaşmaz olmadığını belirtir. Tam tersine millet hayatı ve milli kültür meydana gelmeden insanlık camiası kurulamayacağını ileri sürer.”
Mümtaz Turhan, bugünkü aydınlarımız için bir metodoloji koymuştur denebilir. Doğunun tefrik etme hazinesi ve terkip etme kabiliyeti birleştiğinde milliyetçiliğimizin milli bünyeyi ve hatta insanlık âlemini yaralayıcı faktörlerinden azade; bütünleştirici, geliştirici hatta modernleştirici fonksiyonlarını öne çıkarabiliriz. Bir de milliyetçiliğin üstüne ülkü ve hedef konduğunda bir medeniyetin ibdası mümkün hale gelecektir.
Belki de bu tartışmaları sağlıklı zihinsel ve matematiksel çözümleme yolunda değerlendirebiliriz. Ama telaş ve korkulardan, dış ve iç baskılardan, vehim ve alışkanlıklardan azade olarak bunu yapabiliriz. Sayın Başbakan izin verirse önce anayasa için bir iletişimsel edebiyat, yani ruh kökümüze ve mayamıza uygun dili: gönül dilini anayasanın ruhunu oluşturacak biçimde işleyebilecek bir gönül seferberliği gereğini paylaşmalıyız. Belki de ne bileyim kendileri başlatabilir bunu… Meseleyi hukukçulara havale etme kolaycılığından vazgeçip, aydınımızı bir fikir çilesine zorlayabilir. Bu da anayasa yapsak da, yapmasak da memleketin selameti açısından faydalı bir gelişme olacaktır. Biliyorum ki vur deyince öldüren savcılardan o da bîzardır. Kurumlar, cemaatler, sosyal sınıflar, sivil toplum ve siyasal toplumun bütün unsurları bir ‘concensus’ meydana getirmeden yazılacak metin nasıl mutabakat metni olacak ki zaten? Sayın Başbakan’ın sivil toplum sınıfta kaldı feryatlarını en iyi anlayabilecek insanlardan biriyim.
Anayasa hukukçusuna elbette ihtiyaç var; fakat her şeyden evvel gönül diline, üsluba, Nurettin Topçu’nun dediği gibi: mesuliyet, samimiyet, merhamet, hörmet ve aşka daha çok ihtiyaç var.
Kürt sorunu için de böyle, milliyetçiliklerin doğru anlaşılıp yaşanması ve bir büyük birliğe kanatlandırması için de böyle, anayasa yazabilmemiz için de böyle…
Sonsöz
Eğer ülkücülük versus milliyetçilik mânâsında bir felsefeyi aktarmak istediyse yani Efendimizin Vedâ Hutbesi’ndeki duygusunu bizimle paylaşmak istediyse başımızın üstünde yeri var.
Ama yine de bin yıllık milliyet değerlerimizden ve İslâm’ın bayraktarlığını yapmış bu necip milletten özür dilemesi onu küçültmez yüceltir.
[1] Milliyetçilik üzerine 1974 yılından beri yazıyorum. İlk kitabım 1974 yılında Millet gazetesinde tefrika edildi. Türk Milliyetçiliğinin Tarihi. Binleri aşan makalem var. Genç Arkadaş, Hasret, Nizam-ı Alem, Gündüz, Yeni Hafta, Yeni Düşünce, Yeniçağ, Muhalif, Gelecek, Türk Yurdu ve yüzlerce dergi ve gazetede yazdım. Mümtaz Turhan’ın dediği gibi milliyetçiliği modern ihtiyaçlara göre yapılandırma bilinci ve çabası olarak Su Barışı’nı bir büyük birlik milliyetçilik projesi gibi yazdım. Uzak vadede ümmetin birliğini hedef aldım. Türk Düşünce Ufukları adı altında 24 kitaplık biyografi hazırladık. Amacı milliyetçiliği doğru tarif ve aydınlarımızdaki ortak noktaları bulmaktı. 24 kitabın beşi bana ait. Namık Kemal, Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Necip Fazıl, Nurettin Topçu. Ziya Gökalp ve Türkçülüğün Boyutları da bu amaca hizmet eden bir başka kitabım. Büyük Birlik Projesi Olarak Milliyetçilik ve Namık Kemal tam da kafası karışıklar için rehber kitap. Hele hele Osmanlıcı yahut ümmetçi geçinip karşı olanlar için… Türk Sosyalizmi ve Nurettin Topçu da milliyetçiliğe bir başka perspektiften ekonomi politikten bakıyor. Kürt Sorununa Türk Tarih Felsefesi Açısından Bir Yaklaşım Kürtler Nasıl Türk Olur Kürt milliyetçiliğini bile hazmeden bir ufuk vermesi bakımından önemliydi. Sayın Başbakan’a da imzalayıp vermiştim, ama adından çekinip okumamış anlaşılan. Zira ilk ele alan yine mi asimilasyon politikası dedirtecek olan başlığından çekinenleri çok gördüm. 2024 romanında ve birçok makalem de de yine AB’nin Kürtsüz bir Türkiye isteyişinin ardındaki planları açıkladım. Korkularının Nostrodamus’a dayandığını gösterdim. 28 Şubat’ın karanlık günlerinde Türkiye Yazarlar Birliği tarafından fikir ödülü de alan Milli Sivil Stratejik Konsept Çağdaş Kızılelma ve Yeniden Ülkücülük kitabımda da milliyetçiliğe tam da Mümtaz Turhan hocanın yenilikçi perspektifinden ama o çizgiyi de eleştiren bir yeni çözümleme ile yaklaştım. Türk Yurdu dergimizde de son yıllarda bu konuda çok yazı yazdım. Demek ki kırk yıla yakın yazmışız. Ama ne kendi çevremizde, ne de genel olarak ülkemizde doğru anlaşıldık. O zaman asrın idrakine söyletme açısından sorun var demektir. Daha kırk yıl uğraşacağız anlaşılan…
[2] Benim de Danışma Kurulunda bulunduğum Yeni Türkiye dergisinin yeni dönem ilk sayısı 1100 sayfayı aşıyor. Hepsi de anayasa ile alakalı makaleler… Fakat ne yazık ki ruh kökü meselesini irdeleyen yahut Habermas tekniğiyle meseleye bakabilen çok az yaklaşım var.
[3] Lütfü Şehsuvaroğlu, Kürtler Nasıl Türk Olur Kürt Sorununa Türk Tarih Felsefesi Açısından Bir Yaklaşım, Elips Yayınları, Ankara 2008, www.lutfusehsuvaroglu.com, www.hasretkitapevi.com
[4] Ülkü Devleti için Teoman Duralı’nın kitaplarına bakılabilir. Teoman Duralı’ya göre tarihte ülkü devleti kurabilen yegâne millet Türklerdir. Bunu anlamak için tarihe şöyle bir bakmak kâfidir. Öyle ya ülküye yani fikre, devletin adaletine felsefesine inanmış herhangi bir Sırp sadrazamlığa kadar yükselmektedir.
[5] Türk Düşünce Ufukları, Alternatif Yayınları Ankara
[6] Yılmaz Özakpınar, Kültür Değişmeleri ve Batılılaşma Meselesi, Ötüken, İstanbul 2003; Yılmaz hocaya ayrıca Mümtaz Turhan kitabını sipariş ettim ve Türk Düşünce Ufukları’nda çıktı. Onun ve Erol Güngör’ün milliyetçilik ile ilgili eserleri okunmalıdır. Ziya Gökalp’ın en doğru eleştirisi bu iki hocam tarafından yapılmıştır. Özellikle kültür ve medeniyet meselesi üstüne mutlaka yeniden okunmalıdırlar. Bunlara ilaveten benim Ziya Gökalp ve Türkçülüğün Boyutları adlı kitabım da bu minvalde milliyetçiliğe yeni bakış açısı kazandırması açısından tartışılma yaratmıştır.