Toplumsal tehditler topyekûn seferberlik gerektirir. Toplum sağlığı söz konusu olduğunda siyaset yalnızca ayrıntıdır.
Makyavelist bir mantıkla camiyi, okulu, kışlayı, adliyeyi siyasetin göbeğine taşıyanlar aynı alışkanlıklarını toplum sağlığı konusunda da göstermeleri düşündürücüdür.
Muhalefet belediyelerinin bedava ekmek dağıtmasının engellenmesi ya da bu belediyelerin bu olağanüstü şartlarda halka sağlık hizmeti vermesi için bazı alanları hastaneye çevirme girişimlerinin önlenmesi akıl işi değildir.
Sorun belediyelerin bu bağışı yapacak yasal yetkisinin –ki vardır- olup olmaması da değildir.
Toplumsal felaketler söz konusu olduğunda toplumun bütün kesimlerinin hiçbir ayrım gözetmeksizin harekete geçmesinden daha doğal bir şey yoktur.
Yardım toplama, ekmek dağıtma ya da fuar alanını hastaneye çevirmeyi paralel bir yapılanma olarak nitelemekse tam bir akıl tutulmasıdır.
Bu bağlamda Koronavirüs gibi küresel bir salgının belasına uğramış, işini kaybetmiş, yardıma muhtaç hale gelmiş kişilere büyükşehir belediyelerinin başlattığı bağış ve yardım kampanyalarının engellenmesinin izahı yoktur.
Asıl olan halka yapılacak hizmettir. Siyasi partiler, dini kurumlar, yerel idareler, sivil toplum örgütleri, vakıflar, kamuya yararlı dernekler kim olursa olsun halka doğrudan hizmet götürmesinin teşvik edilmesi yerine suçlanması, engellenmesi doğru değildir.
Yardıma muhtaç insanlara bağışı ya da yardımı kimin yaptığı değil toplanan kaynakların amacına uygun ve şeffaf bir şekilde yapılıp yapılmadığı önemlidir.
Her zaman söylendiği gibi herkesin elini taşın altına koymasının neresi yanlıştır?
İktidarın yardımsa “ben yaparım”, bağışsa “ben toplarım”, hastaneyse “ben açarım” tavrı takınması yanlış ötesi yanlıştır.
Herkes elinden geleni yapar sonuçta bundan halk yararlanır.
Doğrusu budur diğer davranış biçimleri hem yanlış hem de hastalıklıdır.
İyinin düşmanı kötü değil daha iyidir!
Bir yönüyle bakarsanız felaketlerin acısını arasında ortaklaştırmış halka millet denir. Türk halkı Yemen’e gidip gelmeyenlere ağıt yakarak, Balkan felaketine gözyaşı dökerek, Viyana’daki bozgunun sızısını yüreğinde duyarak milletleşmiştir.
Bu manada köklü tarihleri (acıları) olanlar büyük milletlerdir. Çünkü milletler tarihi muhassalalardır. Yaşanmış olan bozgunlar, zaferler, yenilgiler, felaketler toplumların müktesebatlarıdır.
Milli ve tarihi müktesebatın kullanılma biçimi toplumsal felaketler karşısında milletin var olma direncini belirler.
Büyük bir tarihin, fikrin ya da yaygın söyleyişiyle davanın küçük evlatları olarak yaşayanlar öyle de ölmeye mahkûmdurlar.
Bu nedenle koronavirüs gibi toplumsal bir felakete karşı toplumun bütün kesimlerinin duyarlılıklarını artırmak şarttır.
Felaketlerle mücadele bir partinin, mezhebin ya da kliğini işi değildir ve olamaz. Mücadele topyekûn olur.
Dış tehditler, milli çıkarlar, toplum sağlığı, terör söz konusu olduğunda siyasi görüş farklılığına bakılmaksızın farklılık içinde birlik şuuruyla davranmak esastır.
Stratejik konularda iktidarı ve muhalefetiyle yüreklerin toplu vurması toplum yararına istenilen sonucun alınabilmesi için şarttır.
Siyaset sonuçta topluma hizmetin aracıdır.
Siyasi yaklaşımlar açısından iyinin karşıtı da kötü değil daha iyidir.
Daha iyiye ulaşmak için özgün ve farklılık önemlidir. Siyasi tavrın yerli ve milli olması toplumun çıkarınadır. Böyle bir tavır yakından uzağa bakmayı, önceliği kendi toplumuna ve sorunlarına vermeyi zorunlu kılar.
Ancak kendi kendine yeterli bir ekonomiye sahip olanlar “biz bize yeteriz” diyebilirler. Yerli ve yeterli bir ekonomi “sen, ben yok biz varız” düşüncesinden hareketle oluşturulabilir.
Toplum olarak virüse karşı ölüm/kalım mücadelesi verildiği bir zamanda iktidar daha iyi için kendisini eleştirenleri “virüs, paralel, devlet içinde devlet” söylemleriyle tanımlayamaz.
Zaman virüsten siyaset çıkarma zamanı değildir. Zaman hep birlikte el ele vererek toplumu sağlıklı kılma zamanıdır.
İktidarı ve muhalefetiyle herkes aklını başına devşirmelidir!