Bilimsel çalışmalar örgütlerde ki bürokratikleşmenin kitleleri yönetime katılmaktan alı koyduğunu göstermektedir. Siyasi partiler, karmaşıklaşan ve devasa boyutlara ulaşan fonksiyonlarını yerine getirebilmeleri için güçlü ve karizmatik liderlere ihtiyaç duyması, kitlelerin ehliyetsizliği ve ilgisizliği antidemokratik bir yönelime sebep olmaktadır.
Oligarşinin tunç kanunu!
Robert Michels bünyesine demokratik bir şekil verilmiş bütün bürokrasilerde zamanla demokratik amaç ve prensiplerden sapma ile belirli bir grubun hâkimiyetine girme eğiliminin görüldüğünü ileri sürmektedir.
Michels bu oluşumu “oligarşinin tunç kanunu” olarak nitelendirmektedir.
Düşünür daha da ileri giderek “her kim organizasyondan bahsediyorsa; oligarşiden bahsediyor demektir” görüşünü ortaya atmıştır
Michels, örgüt bürokrasisinin zamanla ideallerinden uzaklaşarak, bürokrasiye hâkim lider ve grupların etkisi altına girdiğini ileri sürmektedir. Düşünüre göre demokrasinin bünyesinde oligarşik eğilimler vardır ve demokratik bünye zamanla doğası gereği oligarşiye dönüşür. Michels, bozulmanın bürokratik iktidardan kaynaklandığını söylemiştir. Lord Acton da “her iktidar insanı bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” düşüncesini bu paralelde ortaya koymuştur.
Oligarşi nasıl oluşur!
Her lider devlet yönetiminde ya da bürokraside bir kez hâkimiyet tesis edince, hâkimiyetini sürekli kılacak yol ve yöntemleri araştırmaya başlar. Devlet yönetimini ele geçiren liderler zaman içinde iktidarlarını sürekli kılabilmek için başlangıçta savundukları amaç ve ilkelere ihanet edebilirler.
Durum o hale gelir ki kamu yönetimini elinde tutanlar bir süre sonra görevlerinin kendi sosyal ayrıcalıkları garanti altına almak olduğunu düşünmeye başlar. Artık birileri için iktidar, yönetimlerinin sürekliliği ile birlikte ayrıcalıkların garanti altına alınmasına dönüşür.
Yönetimlerde var olan bu zaaf aslında insan doğasının doğal sonucudur. Hiçbir nefis bu süreçten muaf değildir.
Kurtarıcı olarak düşünülenler sonuçta birer totaliter zorba olup çıkarlar.
Bir kişinin ya da bin kişinin aklı!
Burnham 1946’larda müteşebbislerin yerine özel işletmeleri ele geçiren yöneticilerin, “menager” ve “örgütçü”lerin ihtilalinden bahsetmişti.
Galbraith ise 1967’lerde kurumların başarılı ve etkin bir şekilde faaliyette bulunabilmeleri için gerekli bütün bilgilere sahip olanları bir araya getirerek “kolektif yönetim” biçimini tasvir etmişti.
Tarif edilen yönetimi biçimi kamu ya da şirketi yönetenlerin bir grup oluşturarak ortak karar almaları ve kamuyu ve işletmeleri bu şekilde yönetmelerini teknostrüktür kavramıyla açıklamıştı.
Bu yönetim tarzı her şeyden önce kararların ortak niteliği ile diğer yönetim biçimlerinden ayrılmaktadır. Bu şekilde atılganlığın ve girişim ruhunun ötesine, yani “ortak kararlar” ve “uzmanlar” dönemine geçiliyordu.
Gerçekte, büyük sanayi işletmeleri ya da devlet ancak kolektif bir biçimde yönetilebilirdi. Çünkü günümüz kamu ve sanayi işlemelerinin yönetilebilmeleri; çeşitli üretim tekniklerine, geleceği tahmin ve planlama meselelerine, finansman bilgisine, pazarlama yeteneğine, birçok karmaşık sonsuz denilecek kadar diğer uzmanlık bilgilerine ihtiyaç göstermektedir.
Hiçbir yönetici bu bilgilerin tamamına sahip olamaz. Bundan dolayı kişisel katkıların değerini ölçmenin, bunlara ne oranda itibar edileceğini ve bunun sonucunda kamunun ya da firmanın gelişme imkânlarının neler olduğunu tespit etmenin tek yolu olarak, karar yetkisine sahip bir kümenin içinde çeşitli uzmanlar birleştirme zorunluluğu vardır. İşte bu küme teknostrüktürü meydana getirmektedir.
Bakanlar kurulu ya da şirketlerin genel kurulları, teknostrüktürün hazırladıkları raporların otomatik olarak onaylandığı kurullardan başka bir şey değildirler. Başarılı olduğu sürece halk, makul bir kâr sağladığı sürece de ortaklar bu tür yönetimleri desteklemeye devam ederler.
“Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak” için Başkanlıkla birlikte üretebileceği muhtelif sonuçları da bir arada düşünmek gerekir! Demokrasiler marazi gelişmelere karşı sigortalı değildir!