Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, Türkiye’yi adeta somut bir tez ile anti tez karşısında bırakmıştır. Birbirine taban tabana zıt iki karakter –iktidar ve muhalefet adayı olarak- seçim sürecinde karşı karşıya gelmiştir.
Bu süreçte devlet gücüyle birey gücü; propaganda yüklü zihinlerle sağduyu, öfke ile sükûnet; söz diliyle bilim dili; retorik ile düşünce; üslup ile muhteva Erdoğan ve İhsanoğlu olmuş halkın karşısına çıkmıştır!
Erdoğan’ın mağdurluk, ayrıştırma, kutuplaştırma ve gerilimi siyasetinin öznesi olarak kullandığı iddiaları var. Etnik, bölge, mezhep, tarikat ayrıştırmaları yaptığı halk arasında yaygınlaşmış bir kanaattir. Halkın yüzde ellisini diğer yüzde ellisine karşı “evde zor tuttuğunu” bizzat Erdoğan söylemiştir.
İhsanoğlu ise ‘açgözlü kapitalist anlayış’ın sonucunda hayatını kaybeden vatandaşlardan söz ederken şu tespitte bulunuyor: “Ölen her bir cana ortak olarak üzülüyoruz. Ama çok uzun zamandır hep birlikte sevinemiyoruz, sevinmeyen bir ülke, ülke olma vasfını yitirmeye başlar”.
İhsanoğlu, ‘acıda ortak sevinçte ayrı’ olmanın ülkeyi ayıracağına dikkat çekiyor. “Dost-düşman”, “bizden olan-olmayan”, “çapulcu-sıkma baş”, “sokaktaki yüzde elli, evde tutulan yüzde elli” türünden yapılan ayrımların tehlikeli ve yanlış buluyor.
Diğer yandan Erdoğan, ‘taraf olmayanın bertaraf olacağı’ sözlerini taraflı bir Cumhurbaşkanlığını savunmak için söylüyor. Erdoğan, açıkça siyasi partili cumhurbaşkanlığından yanadır.
Bu durumda Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Çankaya’ya siyasi partili cumhurbaşkanı çıkartma seçimleri olarak gördüğü anlamına geliyor.
Halbuki şu anda yürürlükte olan Anayasaya göre Cumhurbaşkanının “hükûmetin genel siyâseti” ile ilgili alanlara müdahale edemez. Bu anlamda Cumhurbaşkanı “siyaset” yapamaz.
Anayasa’ya göre “Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye TBMM üyeliği sona erer”. Bu, Cumhurbaşkanının “Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milleti’nin birliğini temsil etmesi”nin bir gereğidir. Cumhurbaşkanının “tarafsızlığı” da Anayasa gereğidir. Tarafsızlık Cumhurbaşkanının yapacağı yemininde de vardır.
Erdoğan, “Biz milletin tarafındayız. Muhalefet de devletin tarafında” diyerek olguyu bir taraf olmak sorunu olarak ele aldığı görülüyor. Devletin etrafında kümelenen “bürokratik” ve “oligarşik yapı”nın devletçi tutumu oluşturduğunu söylüyor.
Erdoğan, açıkça kendisini milletin, muhalefetin adayı İhsanoğlu’nu ise devletin adayı olarak nitelendiriyor.
Doğrusu Erdoğan on iki yıldır iktidar olduğunu ve halen Başbakan olarak seçime girdiğini görmezlikten gelerek bunları söylüyor. On iki yıllık süreçte devletin etrafında oluşturulan bürokratik ve oligarşik yapının tamamen AKP tarafından inşa edildiğini gözden kaçırıyor. Bugün Erdoğan, Türkiye’de devlet cihazını her anlamda elinde tutan tek kişidir. Devletin bir adayı varsa o da Başbakan olarak Cumhurbaşkanlığı seçimine giren Tayip Erdoğan’ın kendisidir.
Bu ülkenin Üniversiteleri, askeri, polisi, istihbaratı, sermayesi, medyası Erdoğan’ın emrindedir… Her türden yasaklama, kapatma, kısıtlama, ihale verme, batırma, çıkartma ve kovdurtma yetkisine sahip tek kişidir. Kendi medyası, sermayesi, serveti vardır.
Buna karşın kendisini statükoya karşı milletin adayı olarak görüyor ve gösteriyor. Yalnızca şu gerçek bile devletin ve kurumların kimin elinde ve kime hizmet ettiğini ortaya koymaya yeterlidir: Devletin televizyonu TRT, Cumhurbaşkanı adaylarından Tayip Erdoğan’a 4-5-6 Temmuz günlerinde 533 dakika süre ayrılmıştır. Diğer Cumhurbaşkanı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’na ise toplam 3 dakika yer vermiştir. Rakamlar, sözü değil acı gerçeği gösteriyor.
Erdoğan, çelişkilerin Cumhurbaşkanı adayıdır. Hem döven hem de “yandım Allah” diye bağıran bir siyaset izliyor. Erdoğan’ın üslubunun ve izlediği yolun geleceği yoktur.
İhsanoğlu, Erdoğan’ın tuzağını düşmemelidir. Onun polemiklerine, itham ya da iddialarına cevap dahi vermemelidir. Oyunu Erdoğan’ın koyduğu kurallarla oynamamalıdır. Unutulmasın ki “öfke baldan tatlıdır” ama “kalem de kılıçtan keskindir”.