İnsanlığın var oluşuyla başlar iktidar mücadelesi. Habil ile Kabil’in mücadelesi de özünde bir iktidar mücadelesiydi. İlk insandan ilk mitolojilere kadar anlatılan her hikâye gerçekte bir iktidar hikâyesidir. Yunan mitolojisinde Kronos’un, oğlu Zeus’un eliyle devrilmesi tam anlamıyla bir iktidar mücadelesidir. Mitolojide Kronos da tıpkı babası gibi davranır… Bir oğlunun kendine daha güçlü çıkıp, krallığı elinden alacağını bildiği içindir ki Kronos çocuklarını doğar doğmaz yutar… Ancak karısı, oğlu Zeus’u babası yutmasın diye, doğar doğmaz onu Girit Adasına kaçırır ve yerine kundaklanmış bir taş yutturur kocasına… Günü gelince Zeus, bütün kardeşlerini babasına kusturur. Akıl ve kol gücüyle Kronos’u devirip tanrılar tahtına oturur. Bu devrimle Titanların egemenliği sona erdirilir, Olympos Tanrılarının iktidarı kurulmuş olur.
İktidar, cinsel güdü de dahil bütün duyguların üstünde ve ötesindedir. Ancak iktidarın doğasında da kendisini kullananları çürüten bir mekanizma vardır.
İktidarın insanları, toplumları ve ahlakları bozduğu önemli ölçüde kabul gören bir anlayıştır. İktidar tutkusu, insanoğlunun en güçlü güdülerinden birisi olmasına rağmen hiç de eşit dağıtılmamıştır.
Bertrand Russel’ın dediği gibi iktidar; rahatlık tutkusu, zevk tutkusu, hatta bazen onaylanmak arzusu ile sınırlandırılmıştır.
Diğer yandan iktidar arzusu güçsüz olan kişilerin, olayların akışını etkilemeleri oldukça zordur. Sosyal değişmelere yol açan kişiler bir kural olarak toplumu değiştirmek isteğini kendilerinde güçlü bir biçimde duyanlardır.
İktidarı elde etme dürtüsünün iki şekilde ortaya çıkacağını söyleyenler vardır: Açık olarak liderlerde; kapalı olarak lideri izleyenlerde iktidarı elde etme duygusu ortaya çıkar.
İnsanlar, kendi istekleriyle bir liderin ardına takıldıkları zaman bunu liderin kumanda ettiği grup yoluyla ve iktidarı elde etmek amacıyla yaparlar. Lideri izleyenler, liderin arzularını kendi arzularıymış sanırlar.
İktidarı elinde bulundurmak, duyguyla ilgili bir tecrübedir. İktidar büyüdükçe etkisi de artar. Bilhassa aniden ele geçirildiği zamanlarda iktidar, son derece şaşırtıcı, iktidarı ele geçirenin hareket ve yeteneklerini dumura uğratıcı bir mesele olabilir.
Soljenitsin, zulüm antolojisi niteliğindeki üç ciltlik eserinde iktidara ilişkin çarpıcı analizler yapar. İktidarın teorisini değil, pratiğini yaşayan bir düşünürün kaleminden bakın iktidar nasıl tanımlanıyor:
“İktidar bir zehirdir, binlerce yıldır tanınır. Hiçbir zaman ve hiçbir kimseye başkaları üzerinde maddi iktidar kurmak nasip olmaya! Ancak, hepimizin üstünde daha üstün bir varlığın bulunduğuna inan, dolayısıyla kendi küçüklüğünü bilen iman sahipleri için iktidarın henüz öldürücü niteliği yoktur. Yukarı alandan yoksun kalanlar için iktidar, kadavradan bulaşan zehir. Bu bulaşmadan kurtuluş yok onlar için.”
İktidar hakkında Tolstoy’un yazdığını hatırlar mısınız? “İvan İlyiç’in bulunduğu görevde canı istediği her insanı mahvetmek için yetkisi vardı! İstisnasız hepsi onun elindeydi, içlerinden en önemlisini suçlu olarak karşısına çıkarmak mümkündü.”
Tolstoy’un dediğine göre adamı işine bağlayan, ödevi onun için çekici kılan, işin bu tarafıydı: “Kendini insanlara hükmeder durumda görmek ’gereğinde yetkisini kısmak’olanağı.” Yetkiyi kısmak! Bizim delikanlılara hiç uymaz.
İktidarı ellerinde tutanlar para, demir gibi sert bir disiplini ve körü körüne bir imanı benimsetmeye çalışırlar. Ne yapacağı önceden kestirilemez. Bireyi yok edip birbirine kenetlenmiş bir yığın propagandanın saldırısına ve baskısına maruz bırakırlar.
AKP’nin on yıllık süreçte her şeye hakim, bütün aykırı seslere tıkalı ve yoluna çıkan muhalifleri demokratik hoşgörü ile değil, hapishanelerle tehdit etmesi totaliter iktidar algısıyla ilişkilidir. Olgular iktidarın, -az ya da çok- ama mutlaka iktidarda olanları bozduğunu göstermektedir.