Nice krallıklar, İmparatorluklar silindi gitti. Güçleri kudretleri yalan oldu. Barışın güvercinleri yerine, savaşın kartalları gezdi durdu omuzlarda. Savaş bitmedi, barış gelmedi. Ne varsa güzel olan, soldu bitti öldü. Barışamadık barışmayı başaramadık bir türlü…
Bir küslük tutturduk, mezara kadar diye de ekledik. Barışmanın bütün yollarını kapattık kendimizce. Kaç bayram geçti, kaç kandil geçti, kaç yıl geçti aradan. Aralara kimler girdi kimler.
Amma velakin…Yumuşamadı kalpler, kırılmadı gururlar, kibirler.
Bitmedi o küslük…Uzadıkça uzadı…Sebepler dahi yalan oldu.
Kapıma gelmesin ne bayramda ne seyranda diye laflar uçtu, dolaştı, turladı tanıdıkları, hısım akrabayı…
Yetmedi…
Cenazeme de gelmesin, salımdan da tutmasın istemem diye haber göndermeler tuzu biberi oldu her şeyin.
Barışla olan selam sabah kesildi.
Sonra ne mi dediler?
Barışamadık…
Barışmak istemediniz ki, barışmak için tek bir adım dahi atmadınız ki…
Bir araya gelin dedi büyükler…Geldik bir araya, karelerde görünme babından el uzattık. Uzatılan el boş çevrilmez diyenler, o ayrı iki eli tutturdular birbirine…
Ne oldu dersiniz?
Barışamadık yine…
Bulunmaz Hint kumaşıydık ya…
Baktık ki, bir biz değilmişiz barışmayı istemeyen…Barışmasınlar diye ayağa kalktı çevre…Ayağa kalktı, eş dost…Ayağa kalktı hısım akraba…
*****
Barışamamaktan beslenmek gibi bir kuru inadın peşine düştü insanlar.
Barış bu kapıdan içeri giremez diye de bir türkü tutturdular.
Barış bazı zamanlar, kırmış gibi gözüktü o inatları. Kavgalar, karşı koymalar suspus oturdular. Hoşgörü kapatıldığı izbelerden çıkarıldı, sen bize tamda bugünlerde lazımsın dercesine, gel dediler, gel de yaraları sar.
O gel denilen zaman, barışın saman alevi gibi parladığı parlatıldığı kısacık bir andı…Barışa aralanan kapı sadece o kadarla sınırlı kaldı…Sonra yine eski tas, eski hamam…
Sanılıyor ki, bahar geldi…
Ne gibi mi?
Saddam sonrası Irak gibi…
Esad sonrası Suriye gibi…
Cemal Abdülnasır sonrası Mısır gibi…
Kaddafi sonrası Libya gibi…
*****
Dünya barışa hasret, barışmaya hasret…Çölde susuz kalmış insanların o susuzluğu gibi…
Sahte barışlar…Sahte iyi niyetler…Göstermelik hoşgörüler iş başında…
İnsanlığı barışa hasret bırakan, ellerindeki barışı onların elinden alan kim varsa cezasını en ağır bir şekilde ödemedi mi?
Vazgeçin şu anlamsız tahakkümden…Vazgeçin şu baskılardan, eziyetlerden, soykırımlardan…
Vazgeçin dünyayı ele geçirme açgözlülüğünden…
Mazlumların ahını alan, mazlumları inciten, mazlumların nefesini kesen kim varsa yaptıklarını kat be kat misliyle ödemedi mi?
Aslında herkes her şeyi biliyor. Ya olursa…Ya tutarsa…Ya işler bizim istediğimiz gibi giderse mi diyorlar bilemiyoruz. Gücün ve kudretin ellerinde olmasını insanlığın hayrına seferber etmemeye yemin etmiş gibiler…
*****
Ne demişti Tevfik Fikret:
“Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa, Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır;”
Ne demişti Mehmet Akif;
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; /Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. / Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? / Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Barışamamak öyle kalın bir perde ki, perdeyi açmak başlı başına mesele…Perde açılabilse, gün ışığı girecek, güneşi görecek insanlar, pencerelerini açabilecekler barışa…Mis gibi barış havası girecek barışa kapalı coğrafyalara…
Ne mutlu zulmü alkışlamayanlara! Ne mutlu zalimi sevmeyenlere, zalimin yanında durmayanlara!
*****
Zalime dur diyen, karşı duran, karşı koyan insanlar, liderler, önderler ve milletler her zaman oldu. İstiklale aşıktı o insanlar. İstiklal için gözlerini kırpmadan ölüme gittiler.
Zalim dayanamadı, karşı koyamadı böylesi cesarete…Esiri olduğu gücün zirvesindeyken, ya birdenbire yoldan çekildi. Ya bir sabah bir daha uyanamadı.
Ne tahtları kaldı ne taçları…
Bazısı taçsız kraldı, titriyordu milyonlar onun korkusundan.
Stalin gibi mesela…
Milyonlarca insanı ortadan kaldırmıştı. 26 milyon insanı öldürdü diye yazanlar oldu. Dünyadaki zalimlerin en ünlülerinden biriydi.
Keşke barışa adadığı bir ömre sahip olsaydı.
Dünya kendini barışa adayan insanları, liderleri ve onları takip edecek millet ve devletleri bekliyor.
Yaşlı dünyamız oh demek istiyor. Ülkeler, coğrafyalar kan ağlıyor. Huzur yok, istikrar yok…
Barışmamak için elimizden ne gelirse yapıyoruz…Öyle olunca da barışamıyoruz. Ne kendimizle ne de bir başkasıyla…
*****
İnsanı yaşatmak denen o güzelliği pas geçmek, ıskalamak insanlığın ve dünyanın hak etmediği, layık olmadığı en dramatik olay.
İnsan öldürmeyi, yok etmeyi, haritaları ve sınırları alt üst etmeyi, dünya üzerinde ne varsa benim demeyi hedeflemiş liderler, güç ve kudret sahipleri imkansızı istemeye devam ediyorlar.
İspanyolların orta ve güney Amerika’yı yerle bir etmeleri gibi. Onlardan çok daha önce Roma’nın Avrupa’yı, Kuzey Afrika’yı, Anadolu ve Ortadoğu’yu inim inim inletmesi gibi…Adolf Hitler’in milyonlarca insanı ölüm kamplarında yok etmesi gibi…Çin’in Doğu Türkistan’ı mahvetmesi gibi…İsrail’in Ortadoğu’yu ateşe vermesi gibi…
Dünya üzerinde süper güç olma peşinde koşan, Amerika, Rusya ve İngiltere’nin ince ve derin hesapları gibi…
Nice krallıklar, İmparatorluklar silindi gitti. Güçleri kudretleri yalan oldu. Barışın güvercinleri yerine, savaşın kartalları gezdi durdu omuzlarda. Savaş bitmedi, barış gelmedi. Ne varsa güzel olan, soldu bitti öldü. Barışamadık barışmayı başaramadık bir türlü…