Uzun uzun zaman önce memleketin birinde tepeler üzerine yayılmış, inişi yokuşu bol bir şehir varmış. Şehrin surları dışında ise oldukça geniş araziler, tarlalar ve bahçeler şehrin zenginliğini yansıtırmış. Şehrin altı ise o arazilere ve bahçelere açılan tünellerle doluymuş.
Şehirde öyle bir adam varmış ki, bir evin bir oğluymuş, sülalesinde tek oğul oymuş. Herkesin dörder beşer kızı olmuş, ancak hiç çalışmayan, çalışmaya niyeti olmayan adam ise, amcalardan dayılardan, teyzelerden yana bahtı açık bir adammış. Çocuk yaşından itibaren herkes sülalesinin göz bebeği olan bu çocuğa, içlerinden gelerek bir şeyler bağışlamışlar.
Anası tarafından da çok malı mülkü varmış. Kimini kiraya vermiş, işine gelmeyeni satmış yemiş içmiş dolaşmış. Sonunda bir şehirde bir kıza aşık olmuş. Kaçırmış kızı, tepeleri çok şehirde evlenmişler. Üç oğlu iki kızı olmuş. Karısı bağ bahçe işlerinden anlayan bir kadınmış. Adamın bazı tarla ve bahçelerini birkaç kat verimli hale getirmiş. Kazandığı akçeleri kuruşu kuruşuna kocasına veriyor, o da kendi gönlünce yiyip içiyor, diyar diyar gezip dolaşıyormuş.
Şehirde güven telkin eden kadınlardan biri, kızı kenara çekmiş. Demiş ki, bu senin kocan ne çalışır ne size bakar. Kazandıklarını bir kenara koy. Olmadı. Bana ver ben saklayayım. Beş çocuğun var. En büyük oğlun on yaşında. En küçük olan kız daha iki yaşında bile değil.
Kız ben bir düşüneyim demiş. Sonrada biriken akçelerini karşılıklı vesikalarla imzalayıp teslim etmiş o güvenilir kadına.
Bir ay sonra çalışmayan çıkmış gelmiş. Bana demiş akçe lazım. Ne biriktirdiysen ver. Kadın üç kese akçe getirmiş. Kocası bu demiş az. Beni bir ay idare etmez. Ne yapıyorsun sen, benden akçe mi saklıyorsun? Kadın ben demiş beş çocuğumla ne yapayım aç mı kalayım? Gezeceğine burada kal çocuklarının başında dur. Bu şehirde bir işin gücün olsun. Çalışmayan, beni demiş bu şehirde herkes bilir. Ben el işinde, birinin emrinde çalışmam. Malım mülküm çok. Satsam yesem ölünceye kadar bana da yeter, sana ve çocuklara da. Beni sal be kadın. Beni bırak. Geçme önüme. Israr etme. Bırak ne zaman canım isterse gelip gideyim. Bak şimdi gidiyorum. Bir ay kadar sonra geldiğimde on kese akçe isterim. Hazırla bana on kese akçe, altı ay semtine uğramam. Yaşa bu konakta çocuklarınla. Kadın senin demiş başka şehirlerde karıların ve çocukların mı var?
Çalışmayan, işin o tarafı seni ilgilendirmez demiş. Kapıyı çarpmış gitmiş. Ertesi gün şehirden birileri gelmiş. Demişler ki, kocan Bedestenden iki dükkân sattı. Sur dışında da güzel bir bağ vardı. O da satıldı. Ne oluyor ne yapıyor? Kadın beni demiş çocuklarımdan başka kimse ilgilendirmiyor. Aradan on sene geçmiş. Çalışmayanın en büyük oğlu Muhafız olmaya niyetlenmiş. Savaştan kaçmış, görevden kaçmış. Muhafız başı sen demiş bize lazım değilsin. Bir daha bu memlekette muhafızlık yapamazsın.
İkinci oğul anasının en büyük destekçisiymiş. Ellerindeki imkanlarla dükkân almışlar. Tarla bahçe almışlar. Hayat iyi kötü devam ederken, bir gün yaşadıkları konağın kapısına birileri gelmiş. Demişler ki, biz bu konağı çalışmayandan satın aldık. Size üç gün mühlet. Çıkmazsanız, muhafızlarla geliriz. Kadın tedbir olarak birkaç sene öncesinde küçükte olsa bir konak satın almış. Aynı gece oğlu en küçük oğlu ve kızlarıyla birlikte o konağa gitmiş yerleşmiş.
Çalışmayan bir ay sonra şehre gelmiş. Doğruca kadın ve çocuklarının yaşadığı konağın kapısını tekmelemeye başlamış. İkinci oğul açmış kapıyı. Çalışmayan, benim paramla aldınız bunların hepsini diyormuş, bu konağı satıp parasını bana vereceksiniz. Kadın, hayırdır mirasyedi demiş. Tarlalar, bahçeler bitti herhalde, benim ve çocuklarımın tırnaklarıyla kazarak kazandığı bu evde senin tek bir akçen yok. Defol kapımızdan.
Çalışmayan şehrin meydanında bir taşın üstüne oturmuş. Yanına en büyük oğlu gelmiş. Babam demiş, ben kendime seni örnek almıştım. Hiçbir işte dikiş tutturamadım. Serseri bir hayatım oldu. Sen ise o şehirden o şehre, o diyardan bir başka diyara dolaştın durdun. Satacak ne kaldı elinde? Ya bir dükkan ya da birkaç bahçe…Onca parayı yediğin içtiğin insanlar neredeler? Üç karın on kadar da çocuğun var diye anlatıyorlar. Beşte biz, bir ana da bizde. Çoluk çocuk bakımından bir hayli zenginsin. Lakin bu şehrin en zengini iken şimdi tek bir meteliğin yok. Çalışmayan onca mal mülk yetmedi demiş. Lakin anan ve kardeşlerinde benden bir şeyler kaçırdılar. İspat edemiyorum amma. Büyük oğul, yanlış düşünüyorsun babam demiş, anam ve kardeşlerim çok çalıştılar. Kazandıkları ne varsa kendi çalışmalarının karşılığı. Bu çalışmaya bütün şehir şahit. Daha fazla itiraz edip de insan içine çıkamayacak hale düşme. Senin yerinde olsam, binerim atıma, arkama bile bakmadan çeker giderim. Nerede olacağını söyle, bu şehirde neyin kaldıysa satıp sana getireyim.
Çalışmayan binmiş atına şehrin kapısına doğru gidiyormuş ki, yaşlı bir adam atının dizginlerine yapışmış. Dur oğul demiş. Ben senin en küçük dayınım. En küçük amcanda az ileride sana diyeceklerimiz var. Dur artık, gitme. Çalışmayan hayatta kalan en küçük amcası ve dayısıyla oldukça uzun bir görüşme yapmış. En büyük oğlunu da buldurmuş. Ne konuştularsa anlatmış.
En büyük oğul, babam demiş şehir yarın bir başka güne uyanacak hem de pek şaşıracak. Ertesi gün ahali şehrin meydanına toplanmış. Kadın ve çocukları da meydanın bir köşesine yerleşmişler. Vali Paşa ey ahali demiş. Yeni bir Beyiniz oldu. Onu bu şehirde tanımayan yok. Namı diğer çalışmayanı hepiniz tanıyorsunuz. Bu saatten sonra şehrin Beyi o…Çalışmazdı, çalışacak, konuşmazdı konuşacak, her işin ucundan tutacak, düşeni kaldıracak, derdi olanı dinleyecek. Şu anda şehrin en zengini yine o…
Nasıl mı? Sattığı yerlerin istisnasız hepsini dayısı ve amcası satın almıştı. Bütün malını ve mülkünü ona iade ettiler. Tek bir şartları var. Bu şehirde kalmak ve şehrin ilerlemesi için çalışmak. Gitmeye kalktığı an ise benim tarafımdan yakalanıp, geri getirilecek. Ayrıca cezası tarafımdan kesilecek. Kendine işlerinde en büyük oğlu yardım edecek, onu da bu şehrin Ağası olarak görevlendirdik. Karısı ve çocukları boşalttıkları o konağa geri dönecekler. Beyin ikinci oğlu da bana danışmanlık yapacak.
On gün kadar sonra, çalışmayan çıkmış Vali Paşa’ya Paşam demiş, beni duman etti bu durağanlık, bana izin ver gideyim. Vali Paşa dışarıya seslenmiş, Muhafız başı demiş, Beyi atın zindana. Bey üç gün sonra çıkmış zindandan, şehirden çıkarken tekrar yakalanmış. Vali Paşa vurun zincire demiş. Beyliği de büyük oğlu üstlensin. Kardeşi de Ağalık yapsın. Bütün bunlara rağmen babanız yine kaçarsa, hepinizi atacağım zindana haberiniz olsun.
Çalışmayan, başlamış zindanda sakalığa, su getirmiş, su taşımış. Zindanda ölenlerin mezarını kazmış. Ölenleri gömmüş. Zindanın bahçesinde sebze meyve yetiştirmiş. Herkes çalışmayan diyormuş, ne kadar iş varsa sen yapacaksın, yemekleri dağıtmak, zindanı süpürmekte senin görevin. Zindancılar, hayatında yalnızca zindanda çalıştı demişler. Hem öyle bir çalıştı ki, ne kaytardı, ne hile yaptı. Adam gibi dosdoğru çalıştı yemin olsun.
Çalışmayan aralıksız iki sene zindanda öyle bir çalışmış ki, kim olduğunu, nereden geldiğini, nereye gittiğini unutmuş. Vali Paşa çağırın şu çalışmayanı demiş. Çalışmayan bükmüş boynunu, kim bilir ne yanlışlık yaptım diye kapanmış yere. Vali Paşa ayağa kalk çalışmayan demiş, şu andan itibaren Beyliğini sana geri verdim.
Anlatırlar ki; Çalışmayan, Vali Paşa o şehirden ayrılır ayrılmaz, tek bir akçe almadan, hiçbir yeri satmadan çıkmış gitmiş şehirden. Yıllar sonra uzak bir diyarda öldüğünü duymuşlar. Bildik bileli hiç çalışmadı, hanımından kalan ne varsa sattı savdı, ölünceye kadar da yaşadığı mahalleli baktı diye anlatmış onu anlatanlar. Büyük oğul Bey olmuş, kardeşi Ağa, şehirleri için el ele vermişler. Anaları ve kardeşlerini de bir başlarına bırakmamışlar. Çalışmayanın hikayesi ise biraz acı, biraz buruk, biraz da zoraki tebessüm ettiren bir hikâye olarak andığımız yerden ırak olsun diyerek anlatılmış durmuş.
Şehir şehire, Çalışmayan çalışmayana, diyar diyara, kadın kadına, ana anaya, kardeş kardeşe, ağabey ağabeye, Muhafız Muhafıza, evlat evlada, meydan meydana, han hana, Vali Paşa Vali Paşaya, Bey Beye, Ağa ağaya, ahali ahaliye benzer…
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…