Bir bayram daha geçti. Ömrü olana daha görecek nice bayramlar var. “Ah ile vah ile” diye başlayan bir şarkı var ya hani… “Yaşadım mı, öldüm mü anlayamadım” diye dizeleri vardı… Bayram ağır, laf avareydi…Maaşlar ücretler yetmedi, bir kurban etmedi. Kesmesi gerekenler kurban kesmedi, kesemedi…
Bayramın ağırına denk düştük bu Kurban Bayramı’nda. Lafın da avaresine…Dokuz günde tatildi. Kurban kesemeyen ne mi yaptı bu dokuz günde? Günde dokuz kere düşündü. İşin içinden çıkamadı.
Hem nasıl çıkacaktı ki…
Sonra hangi parayla?
Masraf ağır…Hava ağır… Bayram ağır, kurban ağır…
Laf avare takıldı bu bayram…Avarelik yaptı. Zaten avareydi, avareliğine devam etti demek belki de daha doğru.
Ağırlığı bir başka çarptı bayramın…
Ne olurdu, yüzleri gülebilseydi, güldürülebilseydi insanların.
Yine, her şey akışına bırakıldı…Yine kulaklar tıkalı, yine kapılar kapalı…Yine, dokuz gün tatil…
İster Yunan adalarına git ister Bodruma ister Marmaris’e…Baktın ki o imkanlar yok. Yat uzan, serin serin evinde…
Hele yaşlıysan, emekliysen…
Sıcaklık otuz beş derecenin üstünde zaten…Çıkma dışarı, kalbin var, şekerin var, tansiyonun var.
Allah etmeye, hepsi birbirini tetikler…Kalbin teklemesin, şeker yükselmesin, çoluğun çocuğun bayram da acil kapısında beklemesin.
Kurban kesemediysen, kesemedin!
Canın sağ olsun!
*****
Kendimiz söyledik, kendimiz dinledik bunca zaman…Hâlâ da öyle…
Hani nerde, elini uzatacak olanlar? Hani nerde elimizden tutacak olanlar, hani nerde düştüğümüz yerden kaldıracak olanlar, hani nerde kapımızı çalacak, çarşı pazarda aramızda dolaşacak, nedir sizin haliniz diye yüzümüze bakar bakmaz anlayacak olanlar?
Hani nerde o söz verenler? Nerelere gittiler? Nerelere kayboldular?
Bu bayramın ağırlığı ondan…Kaldıramadık bu ağırlığı, altında kaldık, kalkamadık.
Bu ağırlığı kendi nefsinde hissedebilseydi yöneticilerimiz, çıkar gelirlerdi sırça köşklerinden, dönerlerdi hatalarından yanlışlarından.
Hani o güllük gülistanlık denen mevzu var ya, kendi sokaklarına değil, memleketin her köşesine bucağına hâkim olurdu. İşte o zaman bayram, bayram olurdu.
Ağır denen o kavram, sisler misali dağılır giderdi, üzerimizden.
Bu yük, bayram misali ağır…
Bu yükü kaldırabilmek bizim harcımız olmaktan çıkalı çok oldu.
Bu yükü alın üzerimizden diye diye dilinde tüy bitti milletin!
Daha ne desin millet? Ne söylesin?
Hâlâ “-ecek”, hâlâ “-acak!”
Belli ki yok, imdadımızı bir duyacak!
Bayram geçti, haziran yarıyı aştı, temmuz geldi gelecek…
Deli Bekir’in bir kuru canı kaldı geriye verecek…
*****
Ahlar, feryatlar, sessiz gözyaşları arşa ulaştı arşa…Bir zamanlar, “sen beni taşıyamazsın” diye argoya kaçan bir ifade vardı…Kendini taşıtanlar ortaya saçılmıştı. Hâlâ aynı hikâye, hâlâ aynı kinaye…Hâlâ aynı maksat, aynı gaye…
Asıl taşınması gerekenleri taşımamak için kırk dereden su getirenler, hâlâ seni ben taşıyacağım, diye yaygara koparıp kendilerini taşıtmaya devam ediyorlar.
Kendini taşıtanlar, hallerinden öylesine memnunlar ki, bu hal dünya durdukça sürsün gitsin istiyorlar.
Yumuşamalar, birdenbire anlayış abidesi kesilme gayretleri hep bu yüzden…
Sonra ne mi diyoruz?
Kurban ağır…
Nasıl ağır olmasın ki?
Memleketin algısı-vergisi hülasa, cümle yükü omuzlarımızda…
O hiç yorulmayanlar var ya, onlar yine öldük bittik, mahvolduk havalarında…
Yorgunluktan ölüp gidenlere de, “az daha sabır” lafı bayram şekeri niyetine verildi durdu bayram boyunca…
Lafın avareliği bu yüzden. Arada ıslıkla, “avare” şarkısını çalıp yürüyor cadde ve sokaklarda…
Kendini taşıtan, ha bir seferde ben seni taşıyayım diyemiyor. İçinden gelmiyor!
Ona benzer laflar ediyor etmesine de “çabalama Kaptan ben gidemem” noktasında her şey…Kibir engel, gurur engel, ne yapsın bu engeller arasında?
*****
Bayram ağır, Temmuz ağır. Sıcaklar ağır, beklentiler ağır…
Bu kadar ağırlığı yine kim çekecek?
Siz, biz, hepimiz…
Yalandan müjdeler verilmeye başlandı bile…Yalandan kim ölmüş derler ya hani, yalan baş tacı oldu bu arada. Öyle olunca da; İnsanlık öldü, doğruluk öldü, dürüstlük öldü, verilen sözden dönmek öldü, merhamet öldü, vicdan öldü, vefa öldü…
Ölenler gömüldü, lakin isimleri lazım olur diye dillerde…Netice de kaldık yalanla ruberu yani yüz yüze…
Ha yalan, ha yılan…Yılan soğuk, yalan sıcak, hatta tatlı mı tatlı… Yalanda argüman da çok, enstrümanda…
Yalan olurda, davulsuz zurnasız, halay çekmeden, şenlik olmadan olur mu?
En güzel yalan müjdeli yalan…
Müjde denilen lafın gezmediği, tur atmadığı cadde sokak yok. Çıkmaz sokaklarda dahi o var.
Neden var?
Çünkü, inanmak isteyen kıyamet gibi…
Müjde ne mi? Lafın avaresi…
*****
Bayram ağır, laf avare, güncelleme Üsküdar’ı geçmiş. Ada vapuru yandan çarklı…Alemin keyfi yine yerinde…Benim derdim dermanım derinlerden derinde…
Sabret gönül…Sabret geçsin bayram…Sabret gelsin temmuz, olmadı aralık, ocak…
O güne kim mi çıkacak?
Allah’ın ömür verdikleri…O günlere şahit olsunlar dedikleri…
İnsan muhtaç olunca, insan çaresiz kalınca, insan yapayalnız bırakılınca ne mi der?
Olur mu ki, verirler mi ki?
Yüzde kaç olur ki…
Eskiden o da yoktu…
Hasılı kelam…
Tuz koktu…
*****
Bir bayram daha geçti. Ömrü olana daha görecek nice bayramlar var.
“Ah ile vah ile” diye başlayan bir şarkı var ya hani…
“Yaşadım mı, öldüm mü anlayamadım” diye dizeleri vardı…
Bayram ağır, laf avareydi…Maaşlar ücretler yetmedi, bir kurban etmedi. Kesmesi gerekenler kurban kesmedi, kesemedi…