Çok seviyoruz emeklimizi diyorlar. Emekli başımızın tacı. Bizim emeklimiz demeye bile başladılar. Yeminle bu kadar sevildiğimizi bilmiyorduk, şaşırdık kaldık diyor emekliler.
Seçime doğru akıp giden günlerde emekliler laftan pamuklara sarıldılar.
Rahmetli Demirel gibi, “Benim emeklim” diye, sıcacık, içten, samimi ve sevgi dolu bir ifadeyle emekliye hitap edeni bir daha ne gördü, ne duydu emekli…
Seçim olmasa adımızı anan olmayacak diyen emeklilerin sesi neden yansımıyor haberlere?
Neden yansımıyor meydanlara?
Müjde çiçekleri her cümlenin içinde, yediveren misali açmalara doyamadı…
Maaş, alım gücü olmayan ne kiraya ne faturaya ne de geçime yetmeyen bir on bin lira…
Başka ne var?
Bir çuval dolusu, “-ecek” ve “-acak.”
Daha başka?
Daha ne olsun?
Emekli ya sabır desin, beklesin dursun…
Seyyanen zam konusu, işi kehanete vardıranların dilinden düşmüyor.
O olmazsa, şu, şu olmazsa bu diyenlerde cabası…
Meğer ne kadar çok seveni varmış emeklilerin!
*****
Emeklilerde, kendilerini Orhan Babanın, “Ne sevenim var ne soranım var, öyle yalnızım ki” şarkısına kaptırmış gidiyorlar.
Çok garip kaldı emekliler…
Sevenleri yok…
Soranları yok…
Görenleri yok…
Bakanları yok…
Düşünenleri yok…
Hiçbiri yok amma…
Müjde çekenleri çok…
Hasbelkader emekliye zam meselesi dile geldiği an kıyamet kopuyor!
Emekli manşetlerde, ekranlarda…
Aslında yapayalnız insanlar emekliler.
Ne kadar kronik rahatsızlık varsa en az birkaç tanesi birden onlarla mezara kadar kader arkadaşı…
Her gün bir avuç hap yutuyorlar.
Biz zaten hapı çoktan yutmuşuz diyerekten…
*****
Bugün ayın on beşi…
Yorumcuların yapmış olduğu yorumlar dehşet…Diyorlar ki, ey emekli, en son dakikaya kadar bekle…
Bundan sonra her an her şey olabilir.
Umudunu kesme…İyi şeyler olacak…
Ne desin emekli?
Aralarında hadi inşallah diyende var…Benim hiç umudum yok diyende…
Ben benden gittikten sonra müjde diye kapımı çalsalar ne olacak diyenlerde çok…
Kimler unutmadı ki, diye bir şarkı var ya hani. Emekliyi bam telinden vuran mısralara sahip…
Sende git, sende unut diye başlıyor….Emekliyi o kadar çok unutup giden oldu ki, hangi birini saysın emekli…
Efkârından ne diyeceğini ne yapacağını şaşıran ne yapar?
Nereye gider? Hangi taşlara vurur başını?
Kendi halini o ve benzeri şarkıların ve türkülerin mısralarında görenlerin sayısı tahminler ötesi…
Hayal kırıklıkları diz boyu…
Güvendiği dağlar kardan tipiden geçilmez olmuş…
Umduğu yere küsen gönüller öyle bir bedbahtlık içindeki, suspus…
Gözler dolmuş, gözyaşları süzülüp duruyor gözlerden, hıçkıranlar o kadar çok ki çaresizlikten…Öyle hazin bir görüntü ki bu görüntü…Emekliyi, anlatması zor, yazması dahada zor…
*****
Viraneye dönmüş gönüllerin feryadını duyamamak… Duymazdan gelmek… İnsanlar Per perişan olduktan neden sonra vah vah diye gelmek…
İzahı olmayan, özrü artık hiçbir şey ifade etmeyen bir geç kalma.
Bu geç kalmanın adı “Basra harap olduktan sonra” manasına gelen “Bad’el harâb’ül Basra.”
Emekli harap olduktan sonra, elden ayaktan düştükten sonra…
Kalbi paramparça olduktan sonra…
Aç mısın tok musun diye sorulmadıktan sonra…
Niye bu kadar bekledin?
Neden zamanında gelmedin?
Neden bu kadar geciktin?
Benden ne kötülük gördün bugüne kadar?
Hiç mi hatırım yoktu?
Hiç mi yanında bir yerim yoktu?
Demeyecek mi emekliler?
*****
Rahmetli Erbakan Hocanın dediği gibi, pansuman tedbirlerle emekli ayağa kalkabilir mi?
Kalkamadığı ortada…Pansuman tedbir denilen şey, adı üzerinde pansuman…
Geçiştirme gibi bir şey…Öbür tarafa giderken acısı biraz hafiflesin babından…
Yapılması muhtemel böyle tedbirlere dahi ne mi diyorlar?
Müjde…
Satır aralarındaki kelimelerden kendilerince müjde bulup çıkartmak gibi bir düşünce hâkim! Bunun adı, zevahiri kurtarmaya çalışmak…
Kurtulur mu zevahir?
Zayıf ihtimal…
Kim ne derse desin, umutsuz vaka bu zevahir.
Emekli zevahiri kurtaramadığına göre, o zevahirin durumu da iç açıcı değil…
Küsen kim?
Emekli…İster yakasına küssün ister kaderine ister feleğe…
Kim küstürdü emekliyi?
Bi zahmet, küstürene sorun