Uzun uzun zaman önce memleketin birinde kuş uçmaz kervan geçmez diye tabir edilen dağların başında yolları patikaya benzer, ulaşımı zor, gitmesi ömür törpüsü diye anlatılan bir şehir varmış.
Bu şehri buraya neden kurdunuz, niçin kurdunuz diyende az değilmiş. Şehrin en büyük özelliği, kolay kolay zapt edilemeyen, teslim alınamayan özelliğiymiş.
Şehrin zenginliği var mıymış, yok muymuş bilende yokmuş. Şehrin idaresi için memleketin Sultanının Sultan dedesi bir Bey görevlendirmiş. O görevlendirme fermanında, bu şehrin Beyleri senin soyundan devam etsin, şehrin durumuna bakarak, asi olmayasın, Sultana karşı gelmeyesin. O şehrin insanlarını üzmeyesin diye yazıyormuş.
Bey öldüğünde oğlu geçmiş yerine. O Bey oğlunun üç oğlu varmış. Sağlığında büyük oğullar Sultanın ordusunda savaşırken hayatlarını kaybetmişler. Bu arada Bey ansızın ölünce en küçük oğul Bey olarak oturmuş Beylik makamına. Henüz yirmi yaşlarındayken bir anda Beylik gelmiş onu bulmuş.
Şehrin ileri gelenleri Beyim demişler. Bey dediğin bekar gezmez, bekar olmaz. Seni tez elden evlendirmemiz lazım. İster bu şehirden, isterse uygun gördüğün bir şehirden sana uygun birini bulalım. Bey, bana demiş birkaç gün izin verin. Kararımı size daha sonra açıklayayım. Şehrin ileri gelenleri kafaları biraz da karışık olarak çıkmışlar Beyin huzurundan.
Bey atlamış atına, çıkmış şehirden dışarı. Babasının zamanından kalma üç yiğit varmış. Onlar da Beyim demişler, sen bize emanetsin. Biz seni uzaktan takip edelim.
Bey, şehrin kurulduğu dağdan aşağıya inmiş, geçitlerden, ovalardan geçmiş, sonunda düzlüğe ulaşmış. O düzlükte karşısına çıkan bir handan içeri girmiş.
Hancıya, hancı demiş, yiyecek neyin var, bana hazırda ne varsa bir şeyler getir. Oturmuş kapıyı gören bir masaya. Hancı masasına yiyecek bir şeyler getirirken, içeriye ellerinde kılıçlarla dört beş kişi girmiş. Hancı demişler. Hanına el koyuyoruz. Bu Han şu andan itibaren Ağamıza aittir. Beye de yabancı demişler, sende çık dışarı.
Bey, ağanıza söyleyin demiş hiçbir yere gitmiyorum. Ağanın adamlarından biri, canına mı susadın çocuk demiş. Bizi uğraştırma, hele kılıcına sakın davranma, bu handan ölün çıkmasın. Bey, kimin ölüsü çıkacak belli olmaz demiş ve çekmiş kılıcını. Ağanın adamı sen bilirsin çocuk demiş günah bizden gitti. Tam kılıcını çekecekken, kılıç tutan koluna bir ok isabet etmiş kılıç düşmüş elinden.
Beye doğru kim hamle ettiyse, oklardan kurtulamamış. Bey bir de bakmış ki, yüzü sarılı bir okçu, ağanın bütün adamlarını saf dışı bırakmış.
Okçu elinde oku ve yayı, Bey de elinde kılıcı beklerken, Ağa girmiş içeri. Ben demiş, bu ovanın hakimiyim. Ağasıyım. Bende er tükenmez. Şunlara bakın hele, yüzü sarılı bir okçu, eli kılıçlı bir delikanlı. Benimle nasıl uğraşacaksınız. Teslim olursanız belki canlarınızı bağışlarım.
Bir anda içeri ağanın adamları doluşmuş. Bu arada Beyin üç yiğidi de girmişler içeri. Ağa adamlarına durun demiş. Bu yiğitleri tanırım. Bunlar, dağ şehrinin beyinin muhafızları. Yoksa bu delikanlı Beyiniz mi? Ya şu okçu kim? O neyin nesi?
Bey, o okçu demiş, bundan böyle benim yanımda. Ona kim elini uzatırsa, o kolu, o eli keserim.
Ağa, tamam Beyim demiş. Al okçunu ve muhafızlarını var git yoluna.
Bey, okçu ve muhafızlar çıkmışlar handan dışarı. Bey, okçu demiş, yaman ok atıyorsun. Hiç boşa atmadın. Bana iş bırakmadın. Var olasın. İstersen bana katıl. Muhafızlarımdan biri ol. Okçu eliyle bazı işaretler yapmış. Muhafızlardan biri, Beyim demiş, bu okçu belli ki, dilsiz. Ben yoluma siz yolunuza diyor. Belki bir yerde karşılaşırız gibide bir şeyler söylemek istedi. Bey tamam demiş. Nasıl isterse öyle olsun. Lakin sözüm söz. Ona bir can borçluyum. Okçu el sallamış, atlamış atına, sürmüş gitmiş atını.
Aradan birkaç gün daha geçmiş. Bey şehrine dönmüş. Şehrin sokaklarında dolaşırken, bir anda evin birinden elinde kılıçlarla saldıranlar olmuş. Bey çekmiş kılıcını çarpışmaya başlamış. İşte tam o sırada evlerin birinden etrafını saran zorbaların üzerine ok yağmaya başlamış. Bey bir de bakmış ki, o okçu. Okçu Beye el sallamış, evlerin damlarının üzerinden atlayarak gözden kaybolmuş.
Bey, içinden okçu demiş, sana olan borcum artmaya başladı. Kimsin, necisin, neden bana yardım ediyorsun bilmiyorum amma, ayağına taş değmesin. Allah seni cümle tehlikelerden korusun diye dua etmiş.
Birkaç gün sonra, Bey, kendi konağında bir baskın daha yemiş. Muhafızları ölümüne onu korumaya çalışmışlar. Muhafızlardan biri ağır yaralanmış. Beyin çarpışa çarpışa elindeki kılıcı kırılmış. Muhafızları kuşatılmış. Okçu yine çıkmış meydana. Beyi öldürmek üzere olan saldırganları oklamaya başlamış geri kalanları da Bey ve muhafızları ortadan kaldırmışlar. Okçu, konağın penceresinden el sallayıp, çıkmış konağın çatısına ve gözden kaybolmuş.
Bey, ağır yaralı muhafızı hemen şifahaneye götürmüş.
Birkaç gün sonra, Beye bir haber gelmiş. Haberde ağaya dikkat et deniyormuş. Sana dost değil. Senin yaşamanı istemiyor. Sultanın Veziri senin ölüm emrini vereli çok oldu. O vezir babanın hasmıymış. Babanı da o zehirletmiş
Vezir, yıllar önce, Bey ve ailesinden kimseyi sağ bırakmayacağım diye yemin etmiş. Ağa Vezirin has adamı seni öldürmeden bu iş bitmeyecek. Mektubun altında da okçu yazıyormuş. Bey üç muhafızını çağırmış. Okçudan haber geldi demiş. Gelin benimle. Gece yarısı, şehirden çıkmışlar. Düzlükteki hana varmışlar.
Handa, Ağa karşılamış Beyi. Hoş gelmişsin Beyim demiş, Birkaç saate kadar Vezir Hazretleri de burada olacak. Seni Vezir hazretleriyle tanıştırmak istedim. Seni de onun için çağırdım.
Birkaç saat sora Vezir Handan içeri girmiş. Hancı mükellef bir sofra hazırlamış. Vezir masanın başına geçmiş. Ağam demiş, Bey geldi mi?
Ağa, Vezir Hazretleri demiş az sonra burada olacak. Vezir Ağayı çekmiş kir kenara. Ağam demiş. Bugün Beyin son günü. Bu beyin dedesi dedemi, babası amcalarımı öldürdü. Öcümü almam lazım. Bu yemek Beyin yediği son yemek bu olacak, yemekten sonra, bu masa da senden ve benden başka kimse sağ kalmayacak. Buna hancı ve adamları da dahil. Benimle misin? Ağa sonuna kadar Vezir Hazretleri demiş.
Yemekler yenmiş, Vezir, yanına gelen adamına, şimdi demiş, ağa ve benden başka kimseyi sağ bırakmayın.
Tam o sırada, bir ok havada uçmuş ve Vezirin sağ omzuna saplanmış. Vezir ayağa kalkınca bir okta gelip sol omzuna isabet etmiş. Bey kılıcını çekip ağanın boynuna dayamış.
Hanın kapısı açılmış, bir ses durun demiş. Herkes kılıcını bıraksın oku olan okunu ve yayını. Bir de bakmışlar ki, gelen ülkenin Sultanı.
Sultan benim demiş bu tertipten haberim vardı. Vezirin adamlarını Vezir yemek yemeye girdiğinde yakaladık. Yalnız merak ettiğim şu okçu. Hain Veziri, hain ağayı bu hale koyan, seni her defasında ölümlerden kurtaran okçu kim?
Sonra okçuya seslenmiş, gel bakalım okçu, aç yüzünü, kimsin, necisin görelim.
Okçu gelmiş Sultanla Beyin karşısına, Yüzünde sarılı örtüleri çıkarmış, bir de bakmışlar ki, güzel mi güzel genç bir kız. Ağa Sultanım demiş bu kız benim kızım. Okçu, doğrudur Sultanım demiş, babam olmaya babam amma, mert değil, adil değil. Sultan okçu demiş, bu Beyi tanır mısın da yardım edersin? Yoksa sen her darda kalana koşanlardan mısın? Okçu, her ikisi de Sultanım demiş. Bey yardıma ve desteğe layık biri olmasaydı, onun yanında durmazdım da olmazdım da.
Anlatırlar ki; Sultan Vezirin kellesini almış. Ağayı sürmüş uzak bir diyara. Okçu kızı, Beyle evlendirmiş. Bey ve Okçu kız, o bölgede kim darda kalsa, kimin başı sıkışsa Hızır gibi imdadına koşanlardan olmuşlar.
Şehir şehire, Okçu okçuya, Bey Beye, Ağa ağaya, Sultan Sultana, Yiğit yiğide, han hana, hancı hancıya, Vezir Vezire, ahali ahaliye benzer.
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…