İnsanımızın hal-i pürmelali ne demektir bilir misiniz? İçler acısı, kaygı veren kaygılandıran, üzüntü veren durum demektir ki, işte tamda o durumdayız… Ne olacak halimiz, cümlesi ise yaşanan bu hale aranan bir çıkış sorusu…
1949-1957 yılları arasında İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı görevinde bulunan Fahrettin Kerim Gökay rahmetlinin döneminde onun için söylenmiş efsane bir beyit vardı. Hiç unutulmadı. Unutulamadı.
“Mini mini Valimiz/ Ne olacak halimiz.”
Anlatırlar ki;
“Vali Fahrettin Kerim Bey, Domatesi şu fiyata satmazsanız sırtıma küfeyi alıp Eminönü’nde domates satarım” diyerek, sebze fiyatlarında savaş kazanırdı. Kısa boylu, ufak tefek oluşundan ötürü, minik Vali diye karikatürleri çıkardı.”
Yine anlatırlar ki,
“Kalabalık yerlerde, maçlarda, at yarışlarında, türlü toplantılarda uzaktan göründü mü, halk bağırırdı: “Mini mini Valimiz, ne olacak halimiz?”
Halden anlayan adamdı. Vatandaşın halini bilen, gören, sezen ve anında çözüm üreten bir yöneticiydi.
Çünkü, o yıllarda, ne olacak halimiz diyenleri dinleyecek bir yönetici vardı. Marko Paşa gibi bir adamdı anlayacağınız. Rahmetli Vali, daha sonra Vekillik yaptı Bakanlık yaptı…
Bugün Fahrettin Kerim gibi halkın arasına girenlere, dert babası olanlara, pratik çözümlerle insanları rahatlatanlara olan ihtiyacımız o kadar çok fazla ki…
Bugün, ne olacak halimiz diyenden kaçan kaçana…Kaç kaç nereye kadar diye sormayacak mı bu insanlar. Nitekim soruyorlar… Hem de yüksek perdelerden…
*****
Sanılıyor ki, herkes memnun hayatından…
Sanılıyor ki, enflasyon sıfır…
Sanılıyor ki, zam diye, hayat pahalılığı diye bir şey yok ortada…
Sanılıyor ki, güllük gülistanlık her şey…
Sanılıyor ki, aç yok, açıkta olan yok…
Sanılıyor ki, dert yok, gam yok, kasavet yok…
Sanılıyor ki, efkârlı günlere elveda dedi memleket!
Sanılıyor ki, felek urbayı bize giydirdi, kelek yerine kavun yedirdi.
Sanılıyor ki, elimizden tutan tutana…
Sanılıyor ki, derdin ne diye soran sorana…
Sanılıyor ki, destek verme konusunda yarışan yarışana…
*****
“Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime” diyen o hüzünlü şarkıyı bilmeyenimiz yoktur.
Ağlarız halimize de neden ağlıyorsunuz diye soran mı var? Nedir senin bu halin diyen mi var?
Derdini söylemeyen derman bulamaz diye lafa giren mi var?
“Ne olacak halimiz” diye soranlara, iyi olacak iyi, merak etmeyin biliyoruz, çözeceğiz diye yaklaşan mı var?
Var diyenler…Vardı diyenler…Bir zamanlar öyleydi diyenler…Hatırlıyorum amma, üzerinden bayağı bir zaman geçti diyenler…Ben öyle zamanları görmüş bahtiyarlardanım diyenler…
Bir zamanlar sen yoktu, ben yoktu, sizden yoktu, bizden yoktu. Hepimiz birdik, birlikteydik, kardeştik diye anlatanlar neredesiniz?
Neredesin sen diye soran büyük usta Neşet Ertaş’ın mekânı cennet olsun…. O sormuş, bizde onun peşi sıra sormaya çalışıyoruz bölük-pörçük…Varmıyor varacağı yere, ulaşmıyor dilekler, şikayetler, olması gerekenler….
Anlaşılan o ki, büyüklerimize en hayati mevzular bile güllük gülistanlık dairesinde ve derecesinde anlatılıyor aktarılıyor.
*****
Adamın işi yok…İş yok. Bulunan işlerde alınan ücret söylemeye değmez. Emeklinin hali malum…Çözüm için yılbaşına kadar bekleyecek emekliler. Ve o emekliler ayları aylara eklediler, beklediler de beklediler…
Öğrencilerin sorunlarının hangi birini sayalım. Barınmadan ulaşıma, burslardan karın doyurmaya kadar çıkmazlar, açmazlar o kadar çok ki…
Bir zamanlar rahmetli Demirel’in benim işçim, benim memurum, benim çiftçim, benim köylüm, benim emeklim dediği o kesimler çoktan havlu atmış vaziyetteler.
Ne olacak benim halim ne olacak bizim halimiz diye sordukları sorular, dağlarda taşlarda yankılandı, gerisin geriye kendilerine döndü…
Deniyor ki, ne olacak benim halim diyen yokmuş….
Madem yok…Yedi bin beş yüz lira maaş alanda yok…Kırmızı et 400 lira ve üstü değil…Peynir iki yüz lirayı aşmadı…Bir simit on lirayı hiç görmedi…Kira dert değil, mutfak dert değil, geçim dert değil…
Halimiz, ahvalimiz şiirlere, türkülere, şarkılara takıldı kaldı…
Ozan, “Anlatırım, anlatırım anlamaz” demiş geçmiş ya…Vaziyet azıcık öyle galiba…
*****
Ne olacak benim halim endişesi kim de mi var?
Çiftçide var…
Köylü de var…
Esnafta var…
Kiracı da var…
Emeklide var, asgari ücretlide var…
Üniversiteyi kazanan da var, üniversiteye hazırlanan da var…
Atanamayan öğretmenlerde var…
Tarlasında kurduğu hayaller suya düşenlerde var…
Kart borcunu kapatabilmek için bankadan bankaya koşuşturanlarda var…
Evine ekmek götüremeyenlerde var…
Ne mi olacak bizim halimiz?
Dinleyen olursa, çare üreten olursa bitecek…Yoksa, bizler biteceğiz, kaybolup gideceğiz…
*****
İnsanımızın hal-i pürmelali ne demektir bilir misiniz?
İçler acısı, kaygı veren kaygılandıran, üzüntü veren durum demektir ki, işte tamda o durumdayız…
Ne olacak halimiz, cümlesi ise yaşanan bu hale aranan bir çıkış sorusu…
Siyasilerin görmediği, iletmesi gereken yerlere iletmediği, iletmediği gibi, olan-biteni hiçbir şey yokmuş gibi, yaşanmıyormuş gibi anlattığı ve aktardığı bir dönem.
Hatta öyle ki, bu yanlış aktarmalar, var olanı saklayan cümleler, “Ne olacak benim halim diyen yok” haline dönüşüyor.
İnsanımızın iyi kötü bir ekmek teknesi vardı. O ekmek teknesi enflasyon fırtınasına yakalandı, alabora oldu, battı. Vakti zamanında teknemizi kurtaranlar, yeniden yüzdürenler vardı. Elimizi tutanlar, tuttukları elimizi bırakmayanlar vardı. Fahrettin Kerim gibi…
Ne demişti böyle haller için Hz. Mevlâna, “”Bırakacağın eli hiç tutma, tutacağın eli ise hiç bırakma.”
Bugün, ne olacak halimiz diyenler pek çok, ancak dinleyen ilaç için yok…
Olmadığı içindir ki, “Ne olacak halimiz diyen yok” deniyor,
Söz ve müziği Mazlum Çimen’e ait olan, “Soran yok, bilen yok” diye bir parça var ya hani ne diyordu o parçada;
“Düştüm bir çukura halim hal değil / Dünüm elden gitti, bugünüm sefil / Dermanın yok ise dostum, önümden çekil / Soran yok bilen yok ben ne haldeyim.”