En yorgun zamanında, yorgun savaşçı diye anlatıldığı zamanda, Millî mücadele için ayağa kalkmıştı Türk Milleti.
Bu millete yorgunluk demeyin!
İşin mecaz kısmı, edebiyat kısmı, tevatür ve rivayet faslı öyle olabilir.
Varsın yorgun bilsinler…
Varsın yorgun desinler…
Varsın öyle zannetsinler.
Soluklanmak, nefeslenmek, gücünü kuvvetini toplamak yorgunluk olarak görülmüş olabilir.
Ben dinlenirsem anca mezarda dinlenirim diyen bir milletin adıdır Türk Milleti!
İstiklal Mücadelesi, milli heyecanı, diri ve ayakta tutmanın nişaneleriyle doludur.
Türk Milletinin isimsiz kahramanları pek çoktur.
Dede Korkut Hikayelerine damgasını vuran yiğitleri, bahadırları kim unutabilir?
Türk Hanedanlık Prensi Kürşad’ın 40 yiğidiyle Çin Sarayını basması, hürriyetine ölümüne düşkün olan Türk Milletinin hürriyeti için neleri göze alabileceğinin çarpıcı örneklerinden biri olarak tarih sayfalarında…
Bağdat kapılarını açan Genç Osman’ın destansı hikayesi de bunlardan biri…
Millî Mücadele yıllarına damga vuran, işgalcilere karşı ölümüne vatanını savunan o kahramanların hangi birini unutabiliriz ki…
Antep’te Karayılan ve Şahin Bey. Maraş’ta Sütçü İmam, Ayvalık’ta Yarbay Ali Çetinkaya, Ege’de Demircili Mehmet Efe, Yörük Ali Efe, Yunan’a ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin, Galip Hoca namıyla Egeyi teşkilatlandıran Celal Bayar.
Koca bir savaş gemisini batıran Koca Seyit de denilen Topçu Seyit Ali Onbaşı, Çanakkale’de destan yazan Yahya Çavuş ve askerleri…
Türk Milleti kadınlarıyla da Millî Mücadele de yerini almıştı. O kadınlar ki, gözlerini budaktan sakınmadılar.
Kara Fatma lakaplı Fatma Seher Hanım gibi, Gördesli Makbule Hanım gibi…
*****
Yorgunluk adı üstünde bir kavramdı sadece…
Mustafa Kemal Atatürk’ün etrafında toplandı Türk Milleti…
Yorgun denilen insanlar, İstiklal mücadelesi için Ankara’ya koştular. Sivas’a ve Erzurum’a koştular. Bir kısmı Gazi Paşa’yı Samsun’da karşılayıp, düştüler peşine…
Savaşmadığı cephe kalmayan Türk Milleti, parmağını kıpırdatamayacak kadar yorgun olarak adlandırılıyordu.
Ya da öyle sanılıyordu.
İşgalciler, sömürgeciler, mandacılar, ince hesap yapanlar çoktan Anadolu’nun her köşesinde cirit atmaya başlamışlardı.
İstiklal Mücadelesi öyle bir ruh vermişti ki, Türk Milletine yorgun diyenler, yorgunluk denen kavramın nasıl değişime uğradığını anladıklarında iş işten geçmişti.
Ne mi oldu?
Geldikleri gibi gittiler!
*****
Yüz yıl öncesini hatırlamak istemeyenler için, yorgun gözükebiliriz.
Bizi yol yorgunu olarak görenler olabilir.
Üzerlerinde kalp yorgunluğu da var diye ekleyebilirler.
Yıllar yordu, Pandemi yordu, deprem yordu, sel yordu, yangın yordu, ekonomi yordu, yormakla kalmadı, vurdu, yıktı-geçti diyebilirler.
Yorgun muyuz?
Güzel bir haber, candan uzanan bir el, kol kanat geren yaklaşımlar, gönlümüzü alan bir çift söz unutturabilir yorgunluğumuzu, hatta yorgunluktan eser kalmaz hiçbirimizde…
Yorgun değil, kırgınım, bazı yerlere de dargınım diyenlerimiz dahi sürdürmez o halini…
İnsanımız, anlamak isteyene, dinlemek isteyene aslında, pek bir güzel konuşur…
Etme der!
Yapma der!
Üzme beni der!
Anla beni der!
İstersen, varma bu kadar üzerime der!
Yorma beni der!
Barış gibi, hoş görü gibi, anlayış gibi, tatlı dil gibi hiç kimseyi yormayan, üzmeyen, kırmayan, incitmeyen bir dizi güzel hasletimiz var.
Bu hasletler ilaç gibi gelir yorgunluk denen kavrama!
*****
Birbirimizi daha fazla yormanın bir alemi var mı?
İnanın yok!
Madem yok, rahmetli Neşet Ertaş’ın dediği gibi, tatlı dilli, güler yüzlü olundu mu bitiverir yorgunluklar, geçiverir kırgınlıklar.
Yunusun dediği gibi, “Sevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz” düsturunda birleşiverir herkes!
Hz. Mevlânâ’nın dediği gibi, “Garezler dostluğu karartır; ne diye gönülden söküp atmayız, sürüp çıkarmayız garezleri? Kul hüvallah’ları, Kul eûzü’leri ne diye birbirimize okuyup üflemeyiz?