Tarih: 13 Mayıs 1277
“Bu Günden Sonra Divanda, Dergâhta, Bargâhta, Mecliste Ve Meydanda Türkçe’den Başka Dil Kullanılmayacaktır.” Karamanoğlu Mehmet Bey
Bu fermanı Dedem[1], tam 737 yıl önce yayınlamış, bütün dünyaya duyurmuş. Hoş sedanın ne olduğunu göstermiş, kültür birliğinin ne anlam ifade ettiğini dile getirmiş ve millet bilincini bu fermanla ispatlamış.
Divan edebiyatımızın en usta kalemlerinden olan, gazel ve kasideleriyle ünlü, Osmanlı Devleti’nin Yükselme Döneminde 15. ve 16. yüzyıllarda, bu günün deyimiyle Muhteşem Yüzyılda, yaşamış olan Fuzûli der ki: “Ey Arap, Acem ve Türk milletlerine feyiz veren Rabbim! . . Sen Arap kavmini dünyanın en fasih konuşan kavmi yaptın, Acem hatiplerinin sözlerini İsa’nın nefesi gibi cana can katan bir güzelliğe ulaştırdın! Ben, Türk’üm ve Türkçe söylemek istiyorum, benden iltifatını esirgeme Tanrı’m…”
Yine bu yüzyıllarda, Osmanlı Devletinin Yükselme Döneminde, Türk-i Basit akımlarını başlatan Tatavlalı Mahremi, Aydınlı Visâlî, Edirneli Nazmî öz Türkçeye dönmek için büyük çaba göstermişler ve şiirlerinde özellikle Türkçe olan kelimeleri kullanmışlar.
Daha sonra Mahallileşme akımı başlamış. Kimler yok ki bu akımda; yalnız belirtmek gerekir ki dönem yine Osmanlı Dönemi: Nedim, Necati Bey, Baki, Şeyhülislam Yahya, Enderunlu Vasıf gibi nice divan edebiyatının mihenk taşları. (17.-18. ve 19.yüzyıllar)
Edebiyat, tarih ve coğrafya iç içedir, diye boşuna demiyoruz yıllardır. Bu birliktelik kültür birliğini beraberinde getiriyor. Şimdi yukarıda sıralamaya çalıştığım kronolojiyi daha da uzatabilirim elbette.
Tanzimat Dönemi, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemlerimiz.
“Aruz sizin olsun, hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir:
Leyl sizin, şeb sizin gece bizimdir,
Değildir bir mana üç ada muhtaç.”
Diyerek Türkçenin özünü anlatan Ziya Gökalpler.
Ömer Seyfettin’in de aralarında bulunduğu Yeni Lisan Hareketleri, Genç Kalemler dergisi.
Mehmet Emin Yurdakul’un Türkçe Şiirler adlı kitabı:
“Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur;
Sinem, özüm ateş ile doludur.
İnsan olan vatanının kuludur.
Türk evladı evde durmaz giderim…”
Fuat Köprülüler, Yusuf Akçuralar, İsmail Gaspıralılar, Hüseyin Nihal Atsızlar, Zeki Velidi Toganlar, Ahmet Kabaklılar, Muharrem Erginler, Nihat Sami Banarlılar, İbrahim Kafeslioğlular… gibi nice isimler Türkçe için hayatlarını vermiş ölümsüz çınarlardır.
Bu gün bu kelimeleri bir araya getirebiliyorsam ve getirebiliyorsak, hepsini yukarıda saydığım ve sayamadığım daha nice isimlere borçluyuz.
Gelelim bu güne. Bu gün gelmişler: Osmanlıca diye bir ders koyacaklarını dile getiriyorlar. Ya kardeşim yüzyıllardır biz bunun ceremesini çekmedik mi?
Tamam, öğrenelim; lakin kim öğretecek?
Eğri oturup doğru konuşalım. Ben Türk Dili Ve Edebiyatı Bölümü mezunu olan biriyim. İki yıl Osmanlıca ve son iki yıl da Eski Türkçe adı altında ben bu dersi gördüm. Zar zor bu dersleri geçmek için gecemi gündüzüme kattım, nice beyitler mi ezberlemedim nice transkriptler mi yapmadım. Nihayetinde geçtim. Evet, bu gün okuyabiliyorum, zar zor olsa da…
Lakin benim düşündüğüm mesele bambaşka:
Ben günlük konuşma dilimizle Türk Dili Ve Edebiyatı ya da Dil Ve Anlatım derslerini işleyemezken Osmanlıcayı nasıl işleyeceğim?
Hatırlıyorum da bir öğrencim: “Durum eki neydi Hocam?” dedi. “Hal ekleri” dedim. “Haaa” dedi.
“Sesli harf ne Hocam?” diye sordu, “Ünlü harfler” dedim. “Haa” dedi.
Ergenekon Destanını soruyorum; Polisin yaptığı bir harekettir, cevabını alıyorum.
Yazdıkça hatırlıyorum; bir zaman, lise son sınıflara, üniversiteli olacak öğrencilere dilekçe örneği yazdırayım dedim, bir tane bile doğru bir dilekçe örneği göremedim.
Yahu bu öğrenciler 1950 sonrası eserleri ancak okuyabiliyor ve anlıyorlar.
“Yurtta sulh, cihanda sulh.” sözünü açıklayınız, diyorum. Aldığım cevap: “Yurtta barış, dünyada barış.”
Daha Gençliğe Hitabemizin anlamını bilmiyorlar, gerçi bu hükümete göre bilmeseler de olur.
“Türk” kelimesinin baş harfini küçük, bağlaçlardan sonra gelen kelimeleri büyük harflerle yazıyorlar. Yazım, imla kurallarına uymak, nerdeyse yok.
Her şeyi geçtim, daha bu öğrenciler Türkçe okumayı bile daha tam sökememişler. Okumayı sökenler de okuduklarını anlamıyorlar. Malum, sınıfta da kalma yok ya, artık!
Velhasıl Osmanlıcayı öğrenelim, öğretelim; fakat Türkçe olmadan bu olmaz. Türkçesiz Osmanlıca hiç olmaz.
Ayrıca şunu da kırmızı kalemle altını çizerek söylemem gerekir ki; daha ben atanamamış bir Türk Dili Ve Edebiyatı öğretmeni dururken benim yerime Osmanlıcayı Arapça sanarak İlahiyat mezunlarını atarsanız hakkımı helal etmiyorum, iki cihanda elim yakanızda bunu da bilesiniz, vesselam.
Türkçe; Yahya Kemal’in de dediği gibi: “Türkçe ağzımda anamın ak sütü gibidir.” bağlılık, temizlik, asalet ve hassasiyet demektir.
Türkçe; Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın da dediği gibi: “Türkçem, benim ses bayrağım…” bayrak, vatan, millet ve kültür demektir.
“Bordalar goralı, sufalar viran,
Galmamış bulları arayıp soran,
Esgi muhabbetler aklımda galan,
Gonum gomşum tarih oldu a guzum.
Nöğürdüysem göynüm razı olmadı,
Seki sıvanmadı, guyu dolmadı,
Kefgiler hep tarih oldu a guzum…”( Adil Ceylan)
Türkçe; Bektaşi sohbetlerinin döndüğü, Mevlevi sofralarının açıldığı, Yörüklerin dağ taş demeden otağ kurduğu, dostun gardaş sayıldığı, “Benim guzum yüzme de bilmezidi…” diyen Ayşe Gökçe Ninem, Kara lastiğiyle fukaralığını bile gizlemeye çalışan Recep Dedem, Ermenek demektir.
Gelin, kulak verin Âşık Veysel’ime:
“Dünya dolsa şarkıyılan
Türk’üz türkü çığırırız
Yola gitmek korkuyulan
Türk’üz türkü çığırırız…”
Ya, bu gün “Ali Ayşe’yi Seviyor”la gencinden yaşlısına seslenen, aynı zamanda Türk Dili Ve Edebiyatı öğretmeni olan Ali Kınık Ağabeyimiz ne diyor, ona bir kulak verelim:
“Türkçe çalayım sazımı.
Türkçe söyleyim sözümü.
Asya’da anayurt uyur,
Uykularda umut uyur ,
Ve bozkırda bir kurt uyur,
Uykusu Türkçe…”
Son söz: 13 Mayıs 1277
SAYGILAR…
[1] Yazarımız Fadime Nuran Boztoprak Karamanoğlu Mehmet Bey’in soyundan gelmektedir.