“Osmanlı; Avrupa’daki gibi feodal devletten merkezi devlete geçiş ile kurulmadı, merkezi devlet olarak kuruldu.
Merkezi yönetimin başarısı padişaha bağlıdır. Güçlü padişahlar başarıyı, zayıf padişahlar ise başarısızlığı getirdi.
XVI. Yüzyılda; askeri hiyerarşideki gibi emir-talimatların en tepeden en aşağıya iletildiği, tüm idari personelin itaat bağlılık gösterdiği bir yönetime sahip oldu. Bu; Osmanlı’yı ele geçirilemez, yönetimi kolay bir devlet yaptı. Oysaki lortların bulunduğu Avrupa devletlerinin; ele geçirilmesi kolay, yönetilmesi ise zordu.
Eyalet Sistemi’ne geçişin; eyalet statüsüne göre, hatta aynı statüde olmasına rağmen farklı nedeni vardır. Sistemin işleyişi; kendi haline bırakılmamış, merkezi kontrol mekanizması geliştirilmiştir. Ancak; sistemin başarısı, merkezi yönetimin gücüne bağlıdır. Bu nedenle; zayıf merkezi yönetim, yozlaşma ve devletin dağılmasını getirdi.
Toprak geliri temelinde inşa edilen yönetim modeli; XVII. Yüzyıldan itibaren, uluslararası ticaret-paranın öne çıkması ile çağın gerisinde kaldı.
Merkezi Sistemden Eyalet Sistemine
Osmanlı; Avrupa’daki gibi feodal devletten merkezi devlete geçiş ile kurulmadı, merkezi devlet olarak kuruldu.
Kuruluşunun ilk yıllarında; Sancak, en büyük idari-askeri birimdi. Her sancağın başında; merkezin tayin ettiği, “Sancakbeyi” denilen, askeri sınıftan gelen, idari-askeri görevi olan bir kişi vardı.
- Murat; 1362’de Rumeli’deki sancak-kaza-köyleri içine alan, Edirne merkezli Rumeli Beylerbeyliğini tesis etti. Başına da Lala Şahin Paşa’yı getirdi. Sınırlarda serbest hareket etmeye meyyal uç-akıncı beylerin kontrolden çıkması, sancakta merkezi otoritenin zayıflaması da bunun nedenidir. Yani nedeni kontroldür.
Rumeli Beylerbeyliği; ilk kurulan, 1864 Vilayet Nizamnamesine kadar imtiyazlı konumunu koruyan eyalet oldu.
Yıldırım Beyazıt; 1393’te, Anadolu’daki sancak-kaza-köyleri içine alan, Ankara merkezli Anadolu Beylerbeyliğini kurdu. Timurtaş Paşa’yı da beylerbeyi olarak tayin etti.
Fetret Devri ardından; önce Amasya, daha sonra Sivas merkezli Rum Beylerbeyliği kuruldu.
Fatih hükümdar olduğunda, üç beylerbeyliği vardı. Döneminde buna Karaman Beylerbeyliği eklendi. Ancak en önemli rolü Eyalet Sistemini sistemleştirmesidir. Bunun; biri siyasi mücadele, diğeri toprak rejimi olmak üzere iki nedeni vardır.
Osmanlı’da; toprak, savaşanın gelir kaynağı ve mükâfatlandırma aracı idi. Timur istilası sonrasında; Aristokrat aileler, temlik ve farklı yöntem ile büyük arazilerin sahibi oldular, mülkiyetini korumak için de vakıflar kurdular. Bu da; Aristokrat ailelere, iktisadi-askeri-siyasi güç sağladı.
Fatih; Aristokrat ailelerin sahibi olduğu toprakların, mülkiyet-vakfiyet statüsünü lağvederek tekrar miri (mülkiyeti devlete ait) haline getirdi. Haliyle Aristokrat ailelerin iktisadi-askeri-siyasi gücüne son verdi. Yani nedeni siyasi mücadeledir.
Osmanlı’da en büyük gelir kaynağı topraktı. İdari-askeri-mali-iktisadi ve sosyokültürel konuları içeren siyasi sistem, bu temele dayalı olarak inşa edildi.
Vakıf ve özel kişilere ait araziler var ise de; arazin büyük bir kısmı, Miri Arazi konumunda idi (mülkiyeti devlete ait). Bunun verimli işletilmesi, iktisadi-mali açıdan önemli idi. Bu da “koordinatör-kontrolör” rolünü üstlenecek bir kişiyi gerekli kıldı. Yani nedeni toprak rejimidir.
Yavuz, Kanuni, III. Murat döneminde; beylerbeyliği sayısı hızla arttı, 29’u buldu, sonrasında 40’ı aştı, azaldı. Kimisinin ömrü kısa, kimisinin ise uzun oldu. Bunun nedeni de idari-askeri-siyasidir.
Merkezi Yönetim
Osmanlı’da; “hükümet” diyebileceğimiz merkezi yönetim, Padişah ve Divan-ı Hümayun’dan oluşur. Bu; yasama-yürütme-yargı gibi üç güce sahip, olağanüstü yetki ile donatılmış bir hükümet görünümündedir.
Kuruluş dönemi divan üyeleri; Padişah, Veziriazam, Rumeli-Anadolu Kazaskeri, Defterdarlar, Nişancı, Şeyhülislam ve Kaptan’ı Derya’dır.
Tabi ki bu zaman içinde bir değişim-gelişim gösterdi.
Padişah; yasama-yürütme-yargının başı, idari-askeri-dini otoriteyi elinde tutan, tek egemendir.
Padişahlar; Fatih’e kadar, Divan’ın başkanlığını yaptı. Fatih’ten sonra ise; bu görevi, veziriazam (sadrazam) üstlendi.
Veziriazam (sadrazam); Divan’a başkanlık eden, padişahtan sonra en yetkili kişidir.
Vezir (Kubbealtı Vezirleri); sadrazamdan sonra, derecesine göre en yetkili kişi-kişilerdir. Kendine bağlı teşkilat-kadronun başı, asli divan üyesidir.
Padişah ve Sadrazam tarafından, genelde askeri sınıftan seçilir. İdari açıdan, sadrazama bağlıdır. Padişah ve sadrazama danışmanlık yapar, üstlendiği görevi yerine getirir.
Fatih dönemine kadar, veziriazam dışında vezir yoktu. Veziriazamın görevinin ağırlaşması nedeniyle, vezir sayısı “ikinci, üçüncü, dördüncü vezir” şeklinde dörde çıktı.
XVII. Yüzyıldan itibaren; bu unvanın, defterdar-nişancı-kaptan paşa-yeniçeri ağası hatta beylerbeyine de verildiği görülüyor.
Kazaskerler; vezirden sonra en yetkili, idari açıdan sadrazama bağlı, yargı ve eğitimden sorumlu asli divan üyeleridir.
İlk olarak; I. Murat döneminde, “Rumeli Kazaskerliği” adı altında kuruldu. Görevi ise o günün gündem konusu olan askeri davalardı.
1480’e kadar, bir tek Kazasker vardı. 1480’de, Anadolu Kazaskerliği kuruldu. Haliyle Kazasker sayısı iki oldu. Ancak Rumeli Kazaskerliği bir üst makam olarak kabul edildi.
Yavuz döneminde; Doğu Anadolu’nun güvenliği için Diyarbakır’da bir kazaskerlik kuruldu ise de, kısa süre sonra merkeziyete zarar verdiği gerekçesiyle lağvedildi.
Uzun lafın kısası; bu iki kazaskerlik, Osmanlı’nın yıkılışına kadar devam etti.
Kazaskerler; XVI. yüzyılın ilk yarısında, ilmiye sınıfının tayin-terfi-azil işlerine bakan, beylerbeyi-sancakbeylerinin sicilini tutan, itiraz edilen kadı kararlarını inceleyen-bozan-değiştiren-yeni kararlar alan, hatta mahkeme kuran kişiler oldular.
Bundan sonra, Şeyhülislam ile görev paylaşımı oldu. Yüksek Müderris ve din görevlilerin tayini, bazı önemli davalar Şeyhülislam’a bırakıldı.
XVII. Yüzyıla kadar; Kazasker tayini sadrazamın arzı padişahın onayı ile yapılır iken, bundan sonra; şeyhülislamın arzı, sadrazamın kabulü, padişahın onayı ile yapıldı. Bu; kazaskerin padişah tarafından gereksiz azlini, görev kısalması ve önemini yitirmesini getirdi.
Defterdarlar; nişancı ile eşit konumda, idari açıdan sadrazama bağlı, mali işlerden sorumlu asli divan üyeleridir.
Varlığı daha geriye gitse de, sistemleşmesi II. Murat dönemini buldu.
Başlangıçta; sadece Rumeli Defterdarlığı var iken, Fatih’in Anadolu Defterdarlığı’nı kurması ile sayısı ikiye çıktı.
Bundan sonra; özel konu ve amaç için kurulmuş defterdarlıklar var ise de, bu alt birim özelliğindedir.
Rumeli Defterdarı; Rumeli’nin, Anadolu Defterdarı; Anadolu’nun mali işlerinden sorumludur. Ancak Rumeli Defterdarlığı üst makam olarak kabul edildi, “Başdefterdar” şeklinde isimlendirildi.
Başdefterdar, bugünkü maliye bakanı konumundadır.
Defterdarın müsaadesi olmadan, bir harcamanın yapılması mümkün değildir. Ancak; defterdar, bağımsız hareket eden bir kişi de değildir. Harcamada; sadrazama, bilgi vermek zorundadır.
Defterdarların; bütçe dışında, mali hükümleri yazmak, beylerbeyi- sancakbeylerin bütçe-hesaplarını incelemek gibi bir görevi de vardır.
Başdefterdarın; mali davalara bakmak, sadrazamdan yanlış yapan mültezimlerin cezalandırılmasını istemek, padişaha proje sunmak gibi farklı bir görevi vardır. Ancak; sadrazama danışmadan, padişah ile görüşme yapamaz.
Nişancı; defterdarlarla eşit konumda, padişah tarafından seçilen, idari açıdan sadrazama bağlı, resmi iç-dış yazışmalar ve tapu-kadastro işleri teşkilatından sorumlu, kalemiye sınıfının başı asli divan üyesidir.
Orhan Bey’e uzanan geçmişi var ise de, Fatih döneminde sistemleşti. XVII. Yüzyıldan itibaren; görevini yeni kurulan kurumlara devretti, bir tabela kurumu haline geldi.
Padişahın tuğrasını çekmek, Divan’da alınan kararları-fermana uygun emirleri yazmak, dış ülkelerden padişah-sadrazama gelen mektupları tercüme etmek-cevaplamak, örfi kanunları yorumlamak, fethedilen arazileri tahrir defterine kaydetmek, dirlikleri tapu defterine işlemek; başlıca görevleridir.
Şeyhülislam; sadrazam ile eşit konumda, idari açıdan sadrazama bağlı, padişaha karşı sorumlu, ilmiye sınıfının başıdır.
Divan’ın, asli üyesi değildir. Gerekli görüldüğünde çağrılır, oturuma katılır, görüşü alınır.
1424’te; Molla Fenari, ilk Şeyhülislam oldu ise de; Fatih’e kadar bu bir müftülük kurumu, fetva makamından öteye gidemedi.
Fatih Kanunnamesi ile Şeyhülislam makamı, vezirlerin makamından üstün tutuldu. Ancak; Kanuni dönemine kadar, Şeyhülislam olacak kişi ile ilgili bir kural yoktu. Görev-sorumluluğu ise tartışma konusu oldu.
Öyle ki Yavuz Sultan Selim’in; idari kararına karşı çıkan Zembilli Ali Efendi’ye “dünyevi işler, O’nun işi değil” demesine karşılık, Zembilli Ali Efendi’nin “dini ve dünyevi işlerden sorumluyum” demesi, bunu gösteriyor.
Şeyhülislam makamı; Kemal Paşazade ve Ebu Suud Efendi’nin hazırladığı bir kanunla, Rumeli Kazaskerliği’nden sonra terfi edilen bir makam oldu. İlmiye sınıfının başı kabul edildi, bugünkü Adalet ve Milli Eğitim Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevlerini üstlendi.
Haliyle Şeyhülislam; siyasette, etkin bir kişi ve kurum oldu. Bu; hem padişahı, hem de sadrazamı rahatsız etti.
XVI. Yüzyılın ilk yarısına kadar; şeyhülislam, sadrazamım tercihi ile belirlendi. Bundan sonra; padişah, XVII. Yüzyıldan itibaren de padişah- sadrazam tarafından belirlendi. İdari-siyasi kararlara itiraz etmeyecek özellikte şeyhülislamlar tercih edildi.
Kaptan-ı Derya (Kaptan Paşa); idari açıdan sadrazama bağlı, tersane ve donanmanın yanı sıra deniz eyaletlerinin (Cezayir-Tunus-Akdeniz Adaları-Trablusgarp” denetiminden sorumlu, askeri-idari yargı yetkisi olan deniz kuvvetleri komutanıdır.
Divan’ın, asli üyesi değildir. Gerekli görüldüğünde çağrılır, oturuma katılır, görüşü alınır.
İlk deryabeyleri, sancak yöneticiliği de yapıyordu. Tersane; İzmit’ten Gelibolu’ya taşındığında, deryabeyine “Kaptan-ı Derya” da denilmeye başlandı.
Fatih döneminde; donanmanın güçlendirilmesi ve yeniden yapılanma sunucu, kaptan-ı deryanın yetkisi artırıldı.
Barbaros Hayrettin Paşa’nın Cezayir’i fethi ile beylerbeyi, XVI. yüzyıl sonunda ise vezir unvanını kazandı.
XVII. Yüzyıldan itibaren; denizcilikle alakası olmayanların “Kaptan-ı Derya” olarak tayini, bu alandaki gerilemeyi getirdi.
Yeniçeri Ağası; idari açıdan önceleri padişaha, daha sonra sadrazama bağlı, Acemi Ocağı-Yeniçeri Ocağı’ndan sorumlu, askeri görev dışında “başkenti-sarayı korumak, esnafı denetlemek” gibi sivil görevleri olan askeri komutandır.
Divan’ın, asli üyesi değildir. Gerekli görüldüğünde çağrılır, oturuma katılır, görüşü alınır. Vezir değilse, oturumda yer alamaz.
Yeniçeri Ağasının tayin ve azli; III. Murat’a kadar, padişah tarafından yapıldı. 1593’te; bu yetki, sadrazama devredildi
Yeniçeri Ağasının tayin ve azil yetkisinin sadrazama devri, padişahı askeri otoriteden yoksun kıldı. Yeniçerileri ise; kontrolsüz, kontrol edilemez, kime-neye hizmet ettiği belli olmayan askeri-siyasi güce dönüştürdü.
Yorum
Sistemde; padişah, sadrazam ile yetki paylaşımına gitse de, en tepede bulunan, yasama-yürütme-yargının başı, siyasi-idari-askeri-dini gücü elinde tutan, tek egemendir. Bu nedenle; merkezi yönetimin, başarısı ve başarısızlığı büyük ölçüde padişaha bağlıdır.
Güçlü padişahların; başarılı olduğu, zayıf padişahların başarısının ise sadrazamın dirayetine bağlı bulunduğu görülüyor. Öyle ki XVI. yüzyılın ikinci yarısında; gerileme dönemine girmesine rağmen, genişlemesini sürdürmesi Sokollu ve Köprülülerin dirayetli yönetimi ile oldu.
Zayıf padişahların en büyük zararı; ahlaklı-dirayetli devlet adamlarının azli, zayıf karakterde ya da liyakatsiz kişilerin terfi-tayinidir. Bu; zayıf padişah ve sadrazamda ise; olağan bir uygulama haline geldi. Birçok dirayetli devlet adamı, “yeniçeri, şeyhülislam, başka birisi istedi” diye görevden alındı.
Divan üyelerinin; her biri uzmanlık gerektiren konuları içeren iştigal alanı geniş, yetkisi olağanüstüydü. Diğer bir ifade ile hem savcı, hem hâkim konumundaydı. Bu; kontrolsüzlük, adaletsizlik ve yolsuzluğu getirdi.
Toprak geliri temelinde inşa edilen yönetim modeli; XVII. Yüzyıldan itibaren, uluslararası ticaret ve paranın öne çıkması ile çağın gerisinde kaldı. Bu, yönetimdeki yetersizlik ile görüldü. Alınan palyatif tedbirler ise buna çözüm getiremedi.
Eyalet Sistemi
Osmanlı Devleti’nde; eyaletleri, özelliği itibariyle salyanesiz, salyaneli ve mümtaz olmak üzere üç grupta ele almamız gerekir.
Salyanesiz Eyaletler
Arazi mülkiyetinin büyük bir kısmının devlete ait olduğu, Tımar (Dirlik) Sistemi’nin uygulandığı, beylerbeyinin en büyük idari-askeri yöneticisi olduğu, maaşını tahsis edilen haslardan aldığı eyaletlerdir.
Sayıca fazla olan, bu tür eyaletlerdir.
Bunlar; Rumeli, Anadolu, Karaman, Diyarbakır, Sivas, Erzurum, Van, Maraş, Trabzon, Çıldır, Kars, Kefe, Halep, Şam, Rakka, Şehri Zor, Musul, Bosna, Budin, Temeşvar, Trablusşam, Cezayir, Kıbrıs ve Girit eyaletleridir. Ancak; zaman içinde bazılarının feshine gidildiği, ya da statüsünün değiştiği görülüyor. Nedeni ise askeri-idari-siyasidir.
Eyalet; Paşa Sancağı, sancaklar-kazalar-köyleri içerir.
Eyaletin başında beylerbeyi, sancakta; sancakbeyi bulunur. Kazalar; subaşı ve kadı, köyler ise tımarlı sipahiler tarafından yönetilir.
Beylerbeyi; merkez tarafından tayin edilen, sorumlu olduğu eyalette sadrazam yetkisine sahip, Eyalet (Beylerbeyi) Divanı başı, tüm resmi görevlilerin bağlı bulunduğu en büyük idari-askeri amirdir.
Divan-ı Hümayun’un çalışması, sadrazamın arzı, padişahın onayı ile tayin edilir. Önemli eyaletler hariç; önceleri görev süresi üç yıl iken, bu süre bir yıla düşürüldü. Nedeni ise; eyalette, merkeze rakip siyasi bir güç odağı haline gelmesinin engellenmesidir. Ancak; bu, reayadan haksız kazanç sağlama yoluna gitmesine neden oldu.
Önceleri Türk komutanlar beylerbeyi olarak tayin edilirken, Fatih’ten itibaren devşirme kökenlilerin tayini gelenek haline geldi.
Kanuni döneminden itibaren; önemli eyaletlere, vezir olmuş kişilerin de beylerbeyi olarak tayin edildiği görülüyor.
Her türlü yürütme kararı alma, kamu gücünü kullanma, kadı dışında resmi görevlileri tayin etme yetkisine sahiptir.
Seferde; sancakbeyleri-tımarlı sipahileri bir araya getirmek, dirlikleri dağıtmak, asayiş-güveni sağlamak, halkın şikâyetini ele almak, başta gelen görevleridir.
Maaşını kendisine tahsis edilen haslardan alır. Bundan sağladığı geliri; kapı halkı (resmi-sivil görevli)-muhafızlar-ailesine tahsis eder, kalanı ise biriktirir. Maaş yerine hasların tahsisi ise Osmanlı Siyasi Sistemi ve kanun dışı vergi toplamasının engellenmesi ile ilgilidir.
Geniş yetkilerine karşılık; azli, pamuk ipliğine bağlıdır. Şeyhülislam ya da kazaskerin fetvası, padişahın kararı ile azledilir. Bazen; fetva veya mahkeme olmadan da, padişah tarafından azledildiği görülüyor. Tabi ki bu, ağır kusur ve ihmalde söz konusudur. Cezası ise; çoğu kez idam, belli bir ölçüde mal varlığına el koymadır.
Eyalet (Beylerbeyi) Divanı, eyalet yönetiminin en yetkili organıdır.
Beylerbeyi, hazine defterdarı, tımar defterdarı, eyalet kadısı, divan efendisi, tezkireci, çavuş, muhzır, ruznameci, kâtip ve tercümandan oluşur. Bu; Divan-ı Hümayun’un, adeta küçük bir modelidir.
Divan toplantısı; merkez sancağı beylerbeyi konağında, beylerbeyi başkanlığında yapılır.
Toplantıda; merkez kararları okunur, eyalet-sancakların işleri ile halkın istek ve şikâyetleri ele alınır, alınan kararlar karar defterine yazılır, tutanak düzenlenir bir nüshası Divan-ı Hümayun’a gönderilir.
Karardan hoşnut olmayanın, Divan-ı Hümayun’a başvurma hakkı vardır.
Eyalet Kadısı; idari açıdan beylerbeyine bağlı, merkez tarafından tayin-azli yapılan, eyalette önde gelen ikinci kişidir.
Osmanlı’da; kuruluşundan itibaren, fethedilen yerlere biri yürütme kuvvetini temsil eden Subaşı, biri de yargı kuvvetini temsil eden Kadı olmak üzere iki kişi tayin edilmiştir. Bu; hem kuvvetler ayrılığı, hem de kontrol ile ilgilidir.
Öyle ki; bey kadı hükmü olmadan hiç kimseyi cezalandıramayacağı gibi, kadı da beyin kuvvetine dayanmadan hükmü uygulayamazdı.
Sancakbeyi; idari açıdan beylerbeyine bağlı, tayin-terfi-sefere çağırma gibi konularda merkeze tabi, Tımar Sistemi’nin uygulandığı yerlerde bulunan, merkez sancağı ve özel statüdeki sancaklar dışında sancağın en büyük idari-askeri amiridir.
Beylerbeyinden sonra, en geniş askeri-idari yetkiye sahiptir. İdari açıdan kendisine bağlı olan, subaşı-tımarlı sipahi gibi kişileri (ağır suç işlemesi halinde) cezalandırma yetkisi vardır.
Askeri görev dışında; tımar sisteminin işleyişi ile asayiş ve güveni sağlamak, halkın istek-şikâyetlerini dinlemek-çözüm bulmak önde gelen idari görevleridir.
Bir de; “yurtluk-ocaklık” ve “hükümet” adı altında, özel statüde olan sancaklar vardır.
Bunlar; Yavuz Sultan Selim’in, Doğu’daki fetihleri sırasında, hizmet ve itaati nedeniyle yönetimi bölgedeki beylere bırakılan sancaklardır. Bu, Doğu Anadolu ile sınırlı değildir. İmparatorluğun bazı yerlerinde de bu tür uygulamaya rastlanıyor.
Yurtluk-Ocaklık sancağının; hükümet sancağından farkı, tımar sistemi uygulaması ile ilgilidir. Yurtluk-Ocaklık toprakları tımar sistemine tabi, hükümet toprakları ise değildir.
“Hâkim” diye isimlendirilen hükümet sancak beyi; vergileri toplamak, sancak ihtiyacına tahsis etmek, kalanı merkeze yollamakla görevlidir.
Bu tür sancaklar, idari açıdan beylerbeyine bağlıdır. Ancak bey merkez tarafından tayin edilmez, babadan oğula geçer.
Yönetimi beye bırakılmış ise de; burada, merkezi yönetim tarafından tayin edilen bir kadı ve yeniçeri garnizonu bulunur.
Bey; seferde, beylerbeyi yanında savaşa katılmak zorundadır. Aksi halde; beyliğini kaybeder, yerini oğlu geçer.
Mütesellim; beylerbeyi ya da sancakbeyinin sefer veya başka nedenle görevinde bulunmadığında, vergilerin toplanması yanı sıra idari görevi üstlenen kişidir.
Beylerbeyi ya da-sancakbeyinin arzı, merkezi yönetimin onayı ile tayin edilir.
Mütesellim; yerli halktan, tanınmış bir aileden seçilir. Ancak; bu, bölgedeki tanınmış aileler arasındaki bir mücadeleyi getirdi.
Ankara’da; Nakkaşzade-Müderrisoğlu, Konya’da; Mühürdarzade-Gaffarzade aileleri arasındaki çekişme de dikkati çekti.
Genelde, bir yıl için tayin edilir. Ancak; mütesellimliği 30-40 yıl elinde tutan aileler oldu.
Hizmeti karşılığında, maaş alır. Ancak; bununla yetinmeyip, haksız kazanç sağlayan mütesellimler oldu.
Salyaneli Eyaletler;
Tımar Sistemi’nin uygulanmadığı, beylerbeyinin bir koordinatör-kontrolör görevi üstlendiği, idaresi kısmen bölgede tanınmış bir aile mensubuna bırakıldığı yarı özerk statüdeki eyaletlerdir.
Bunlar; Bağdat, Basra, Lahsa, Yemen, Mısır, Trablusgarp, Cezayir-i Garp, Tunus ve Habeşistan eyaletleridir.
Toprağın önemli bir kısmının çöl olması, aşiret yapısı, yönetim biçimi, yönetimi uzun süre elde tutan güçlü ailelerin varlığı, uzak ve çok farklı kültüre sahip olması; bunu gerektirdi.
Öyle ki Şam’da; Azmzadeler, Musul’da; Celilizadeler, Trablusgarp’ta; Karamanlılar, Tunus’ta; Hüseyniler uzun süre yönetimi elinde tuttu.
Bu tür eyaletler, mahalli lordlar-beyler tarafından yönetilir. Ancak; burada, merkezin tayin ettiği beylerbeyi, kadı, defterdar ve yeniçeri garnizonu bulunur.
Defterdar; eyalet vergilerinin tahsili, kadı ise resmi görevlilerin hukuki denetimi ile görevlidir. Zira burada örfi hukuk geçerli değildir.
Beylerbeyi; yönetimin denetimi, merkezle koordinasyonu, toplanan verginin idari-askeri harcamaya tahsisi, kalanın merkeze gönderilmesi ile görevlidir. Hizmetine karşılık da maaş alır.
Mümtaz Eyaletler;
Hanlık, hidivlik, voyvodalık, şeriflik gibi özel yönetim biçimine sahip; iç işlerde serbest, dış işlerde Osmanlı’ya bağlı, merkeze maktu bir vergi ödeyen, bazen askeri destek sağlayan, beylerbeyinin olmadığı özerk statüdeki eyaletlerdir.
Bunlar; Kırım Hanlığı, Mısır Hidivliği, Lübnan Mutasarrıflığı, Mekke Şerifliği, Eflak-Boğdan Voyvodalığı, Erdel, Gürcistan ve Çerkezistan eyaletleridir.
Her birinin; bu statüde olmasının, farklı bir nedeni vardır.
Kırım; Osmanlı’ya, mevcut yönetimin varlığını sürdürmesi şartı ile katıldı.
Önceleri beylerbeyi tayin edilen, Mısır’da; Kavala, Tunus’ta; bey, Cezayir’de; dayı saltanatının ortaya çıkışı, bu durumu doğurdu.
Mekke-Medine’nin yönetimi, Hz. Peygamber soyundan gelen bir kişiye bırakıldı.
Lübnan Mutasarrıflığı’nın bu statüde olması, sosyo-kültürel-siyasi yapısı ile ilgilidir.
Eflak-Boğdan Voyvodalığı, Erdel, Gürcistan, Çerkezistan’ın bu statüde olmasının nedeni ise stratejiktir.
Yorum
Eyalet Sistemi’ne geçişin; eyalet statüsüne göre, hatta aynı statüde olmasına rağmen farklı nedeni vardır. Bunlar; idari, askeri, iktisadi, mali, siyasi nedenlerdir.
Sistemin işleyişi; kendi haline bırakılmamış, en tepeden en aşağıya uzanan hatta bünyesinde var olan bir merkezi kontrol mekanizması geliştirilmiştir. Ancak; varlığı-varlığını sürdürmesi, merkezi yönetimin gücüne bağlıdır. Merkezi yönetimin zayıflaması ise yozlaşma-devletin dağılmasını getirdi.
DEVAM EDECEK