1999 yılıydı. İçinde bulunduğumuz otobüs, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’ten Kazakistan’ın Çimkent kentine doğru yol alıyordu. Hava dayanılmayacak kadar sıcaktı. Özbek şoför, dilinin altında ilk kez gördüğüm bir otu çiğneyerek aracı kullanıyordu. Şoför yol kenarındaki mezarları görünce iki elini de direksiyondan çekerek yüzüne götürüp, sıvazlar gibi yapıyor ve ardından acilen “amin diyordu” . Araba bir sarsılıyor, silkeleniyor ve bir iki zikzak sonrası yola devam ediyordu.
Durumun tehlike arz ettiği sayısız anların birinde şoföre, “iki canımızın olmadığını” hatırlatarak daha dikkatli sürmesini istedim. O da bu uyarı üzerine, kısa bir süre sonra otobüsü Orta Asya’ya özgü bir istasyonun önünde durdurdu. Susamıştık. Fakat orada içmeye alışık olduğumuz su da yoktu. İlk kez gazlı su denilen bir çeşit içecek ile zorunlu olarak orada tanıştık. O sırada yanımıza içinde peksimet, tatlı ve kurabiye türünden yiyecekler bulunan bir tepsiyle yaşlı bir kadın yaklaştı. Gayri ihtiyari kadına “Hangi millettensiniz?” diye sordum. Kadın “Elhamdülillah Türk’üm, biz Osmanlı Türküyüz. Ahıskalıyım” dedi. O sırada yanımızdaki Özbek, “Bu günlerde ’Türk olmak’ moda, herkes ’Türk’üm’diyor” dedi. Yutkundum. Cevap boğazıma bir yumruk gibi gelip oturmuştu. Yaşlı kadının gözlerinin içine dikkatlice baktığımı hatırlıyorum. Kendisinden alış-veriş yapamadım. Çünkü üzerimde dolar vardı ve henüz Kazak para birimi “Tenge” ile değiştirememiştim. Aradan yıllar geçti. Onun “Elhamdülillah Türk’üm” sözü kulaklarımda hep çınlar, durur.
Oktay Yıldırım’ın “Mehmetçik” adlı kitabını okurken nedenini bilmiyorum ama kulağımda hep o, Ahıskalı kadının “Elhamdülillah Türk’üm” sözleri çınladı, durdu. Herhalde nedeni Oktay Yıldırım’ın kitabının bazı yerlerinde geçmişe yönelik yaptığı atıflar olsa gerek. Nitekim o, kitabında işgal altına düşen İstanbul’u anlatırken şöyle diyordu: “İstanbul sanki hiç Türk olmamış, Osmanlı burada yüzyıllarca hüküm sürmemiş gibiydi. Terhis edilen sadece ordu değildi, milli kimlikler de terhis ediliyordu. İşgalcilere yaranmak isteyenlerin kimi bir anda Kürt yahut Kafkas olduğunu söylemeye başlıyor, kimi de bu imajı kuvvetlendirmek için onların yerel kıyafetler ile geziyordu. Türkler yenilmişti ve artık Türk olmak tehlikeliydi”.
Oktay Yıldırım’ın kitabında paragrafın devamında Falih Rıfkı’dan yaptığı bir alıntı var, o da şöyle: “Türklerde milliyet hissini uyandırmak, mütareke edebiyatında cinayet yerine geçer olmuş, hatta maarif nazırlarından biri, okuma kitaplarından ’Türk’kelimesinin çıkarılmasını emretmiştir”.
Günümüzde “etnisite” den arındırılması adı altında “Türk” kavramının Anayasa’dan çıkarılması önerilerinin altında da aynı mantık yatmaktadır. Özbek kandaşın dediği gibi “Türk” olmanın “moda” olduğu veya Oktay Yıldırım’ın anlattığı gibi “Türk” olmanın “tehlikeli” sayıldığı dönemler vardır.
Bugünün Türk kavramı 2000’li yıllarda sahip olduğu içerikten soyutlanmış durumdadır. Türk olmanın, hele hele Türk kalmanın son derece zor olduğu bir dönem yaşanıyor. Şuursuz grupların ve iktidara yedeklenmiş kitlelerin bütün hıncı Türk kavramı üzerine yönlendirilmektedir. Ermenilerin “İttihat ve Terakki” ye yükledikleri anlamın aynısını bugünün egemenleri de Türk kavramına yüklemektedir.
Azınlık bir grup kötü (Türk), çoğunluğu iyi olan kocaman bir toplumu baskı altına almıştır’. İşte bütün kötülüklerin kaynağı budur. Günümüzde Türk ve Türklük için zor zamanlar yaşanıyor. TSK’nın ya da Mehmetçik’in hedef yapılmasının nedeni de budur. Çünkü TSK’da Mehmetçik de Türk’ü hatırlatıyor. Küresel odakların ya da egemen iktidarın buna tahammülü yoktur. Sorun budur, diğerleri ayrıntıdır.
İlgilenenler için not: Oktay Yıldırım, Mehmetçik, Tarihsel ve İdeolojik Köken, Kaynak Yayınları, Tel;0212 252 21 56.