Türkiye’de bir şeyler kötü gittiğinde akla gelen ilk şey reform ve ıslahat kavramlarına sarılmak olmaktadır. Yargıda reform, bürokraside ıslahat, yönetimde yönelik yapmak ya da yapıyor görünmek Türkiye’de gelenektir.
Yargı reformuna yaklaşık beş yüz yıldır başvurulmaktadır.
Sadrazam Lütfi Paşa’nın Asafnamesi, Koçi Bey’in risalesi, Mustafa Reşit Paşa’nın Tanzimat’ı, Abdülmecit’in Islahatı, Abdülaziz’in Adalet Fermanı ve II. Abdülhamit’in Kanuni Esasisi bunlardan bir kaçıdır.
Cumhuriyet döneminde yargı ve diğer hususlarla ilgili hemen her hükümet döneminde hem de birden fazla düzenleme ve reform paketi devreye sokulmuştur. Diğerleri bir yana AK Parti hükümeti döneminde “demokratikleşme paketi” adı altında sayısız uygulama devreye sokulmuştur.
Buna karşın İnsan Hakları Eylem Planı, Demokratikleşme Paketi ya da reform adı altında yargıda ya da diğer hususlarda yapılan düzenlemelerden istenilen sonuç alınamamıştır.
Demokrasi, adalet ve yargı konusundaki onlarca düzenlemeye karşın vatandaşların adaletten yakınmaları arşı alayı sarmıştır. İktidar bu defa Yeni Anayasa bağlamında “İnsan Hakları Eylem Planı” açıklamıştır.
Cumhurbaşkanı bu planın “insan haklarına dayalı bir devlet anlayışını öngören, yeni ve özgürlükçü bir anayasanın hazırlanması için bir başlangıç noktası olarak” açıkladı.
Cumhurbaşkanı İnsan Hakları Eylem Planını açıklarken “Öyle her çiçeğe su vermeyeceğiz. Susuz çiçeğe su vermek adalet, dikene su vermek zulüm olur” diye ilave etti.
İnsan Hakları insanla ilgi olduğuna göre bu hakların kullanılmasında çiçek ve diken ifadesi bir defa işi başından sorunlu kılıyor.
Vatandaş soruyor çiçek diye kast edilenlerin iktidar, diken diye kast edilenlerin muhalefet yanlıları olmasın?
Bakan Abdülhamit Gül diyor ki “Adalet olsun isterse kıyamet kopsun… Adalet adına ‘Pardon’ demeyin… İnsanları haksız yere tutuklamanın onlara ödettiği bedeli düşünün” vb. dedi.
2010’lu yıllarda mezardakiler bile kaldırılıp referandum yapılarak anayasa değiştirildi. İnsan haklarında iyileşme yerine daha da kötüleşme yaşandı.
Zaten masumluk karinesi, söz ve ifade özgürlüğü, toplu gösteri ve yürüyüş vb. haklar anayasada vardı. Buna rağmen yargısız infazlar, gazeteci tutuklamaları, uzun tutukluluk halleri, yargıya siyasetin müdahalesi artarak devam etti.
Demek ki demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü için yasa ve yapı değiştirmekle iş bitmiyor.
Bu nedenle binlerce yıldır birileri ‘iyi yasa ya da kötü yasa yoktur iyi uygulayıcılar ya da kötü uygulayıcılar vardır’ diyor. İnsan hakları sorunu teoriyle değil pratikle ilgili olup yasa değil uygulama sorunudur. Bu da zihniyetle ilgilidir.
Hukuk tarihimiz hak/hukuk/adaletin nasıl algılandığını gösteren sayısız örneklerle doludur.
Bu ülkede siyasi parti liderlerinin birisi görülmekte olan davanın savcısı, diğeri de avukatı olduğunu söyleyebilmiştir.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı “Ben Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara sadece sessiz kalırım ama onu kabul etmek durumunda değilim. Verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyebilmiştir.
Anayasa mahkemesinin verdiği kararı bir alt mahkeme tanımamıştır.
Bu ülkede davalar mahkemelerden önce siyaset kürsülerinde ve televizyon stüdyolarında hüküm üretecek şekilde tartışılabilmiştir.
Mahkemeden iktidarın tasvip etmediği kararların çıkınca mahkeme heyeti dağıtılabilmiştir.
Tek kişilik, tepeden inmeci, buyruklu bir iklimde istediğiniz kadar insan hakları eylem planı yapın, anayasayı değiştirin, insan haklarıyla ilgili ilkeleri belirleyin sonuç alamazsınız!
Rakipler için “yaşasın cehennem” diyen zihniyeti değiştirmeden yasaları değiştirmekle sonuç alınamaz!
Türkiye’de insani anlamda kökten bir zihniyet devrimine ihtiyaç var. Bu değişime de iktidardakilerinden başlamak gerekir. Kudret elitleri karşıtlarını böcek, terörist ve hain değil insan olarak görebildikleri an sorunların büyük bir kısmı zaten halledilmiş olacaktır. Sorun yasalarda değil zihniyettedir.