Toplumlara izin verdikleri kadar kötülük yapılabilir. Bu bağlamda haksızlık, yolsuzluk, zulüm, adaletsizlik, taciz gibi olguların kitlesel ya da örgütsel bir desteği yoksa bu olgular içeriksiz kalmak zorundadır.
“Çalıyor ama çalışıyor”, “kim yapmıyor ki”, “kadı kızında da bu kadar kusur olur”, “bal tutan parmağını yalar” söylemleri dolaylı olarak olan biten yolsuzluğa onay vermek anlamına gelir.
Ayakkabı kutularından çıkan dolarlara, Balyoz/Ergenekon gibi kumpas yargılarına, devletin kurucusuna edinilen sözlere, neredeyse her ihale ile değişen ihale mevzuatına bakıldığında yaşanan yolsuzluk, haksızlık ya da adaletsizliklerin nedeni anlaşılır.
İhanetin, haksızlığın, yolsuzluğun kitleler tarafından görülmezden gelindiği yerde, “Yolsuzluk ya da hırsızlık niçin oluyor?” sorusu anlamını yitirir.
Sağır sultanların duyduğunu duymayan yargımız, yeri yerinden oynatacak iddialardan haberi yokmuş gibi davranan halkımız, yolsuzluk iddialarını sıradanlaştıran, rüşvet ve yolsuzlukla suçlananlara devlet görevi veren bir iktidarımız var.
Dahası ABD’de Reza Zerrap’ımız, Avusturya’da Sezgin Baran Korkmaz’ımız, BAE’de Sedat Peker’imiz (!) ve iddia ettikleri var.
Burası her yapanın yaptığının yanı kâr kaldığı bir ülkedir. İstisnalar hariç burada yapan yaptığıyla, çalan çaldığıyla, fail fiiliyle baş başa kalıyor.
Sorulması gereken soru şudur: Bütün bunlar nasıl oldu ya da oluyor? Olup bitenlerden yalnız görevini yapmayanlar ya da iktidar mı sorumlu?
Bilgisizlik sözleşmesi!
Zulme ya da haksızlığa karşı çıkmayarak, destekleyerek değil ama sessiz kalarak onay ve imkân vermek mümkündür. Haksızlık karşısında susmak, zulüm karşısında susta durmak her ikisini yapanlara da eylemleri için fırsat vermek demektir.
Ataların “sukut ikrardan gelir” söylemi bunu anlatır. Tanık olduğu haksızlığı “neme lazım” diyerek görmezden gelenler, meydana gelen bir olayı gördüğü halde “başıma iş alırım” kaygısıyla “haberim yok” diyenler yanlışı ya da haksızlığı onay vermiş oluyorlar. Onlar doğrudan ya da dolaylı olarak olana bitene de ortaklık etmiş oluyor demektir.
Yaşanan ya da yaşanacak olanların siyasi, sosyal ekonomik ve kültürel yapıyla ilgili olduğuna hiç kuşku yoktur.
Unutmamak gerekir ki yolsuzluk yolluların, rüşvet müsaitlerin, zulüm mazlumların ürünüdür. Mazlum izin vermezse zalim, yollu müsait olmazsa yolsuzluk yapacak olanlar eylemini gerçekleştirecek gücü kendinde bulamaz. Kötülük doğrudan ya da dolaylı olarak izinle yapılır. Kişiler, ortamlar, şartlar namüsait olursa kötüler, kötülük yapma fırsat ve gücünü kendinde bulamaz. Olumlu ya da olumsuz her eylem uygun şartlar, elverişli ortam ve müsait kişilikler sorunudur.
Bilgisizlik sözleşmesi diye bir kavram vardır. Bu kavram sessiz çoğunluğun (bazen azınlığın) gönüllü körlüğüne ya da kulluğuna dayalı yazılı olmayan bir mutabakatı anlatır. Burada kişiler zulme ya da haksızlığa fiilen katılmaz ama itiraz etmeyerek, sessiz kalarak gerçekleşmesine onay ve imkân vermiş olur. Bir iş yapılırken olup bitene sessiz kalmak, duymamış, görmemiş, haberi yokmuş gibi davranmak kötülük için yeterlidir.
Baskıcı yönetimler, baskıyı uygulayanlarla yapılan gizli ya da açık iş birliğinin yanında vatandaşın sessizliğine de ihtiyaç duyar. Kitleler yapılan haksızlıklara susarak, tepki göstermeyerek onay vermiş olurlar.
Almanların Nazilerin eylemlerine sessiz kalanlarla ilgili olarak geliştirdikleri formül şöyledir: “Bir Nazi ile aynı masada oturup ona karşı tek laf etmeyen 10 Alman varsa, masada 11 Nazi var demektir.” Aynı formülü, eğer zulüm yapan kişiyle aynı ortamda bulunan on bir kişi varsa ve onun yaptığı zulme kimse karşı çıkmıyorsa o masada gerçekte on bir zalim var demektir.
Olan biten her şeye kimi yaparak kimi alkışlayarak kimi de sessiz kalarak ortak olmaktadır!