Yeni Protokol Listesi – Diyanet ve Yüksek Din Kurumu

Dr. Abdülkadir SEZGİN
 
Basında yer alan haberlere göre devlet yeni bir protokol  ‘Başkent Öndegelim Listesi’ hazırlanmaktadır.
 
Bu düzenleme yapılırken 11 Eylül 1980 tarihinin esas alındığı da haberlerde yer almış.
 
Bize göre asıl mesele 12 eylül darbesiyle değişmiş düzenleme olmayıp, haberle Diyanet İşleri Başkanı ile ilgili düzenlemeye dikkat çekilmek istenmektedir.
 
Asıl problem de işte tam bu noktadadır.
 
İşte bizim de dikkat çekmek istediğimiz nokta da burasıdır:
 
Herkesin bilmesi ve hatırlaması gereken öncelikli husus “Diyanet İşleri Başkanlığı”nın bir “T.C. Kurumu” olduğudur.
 
Bu hatırlanmazsa, herkes aklına geleni söyleyebilir. Aklı ve bilgisi olan değil, ağzı olan istediği gibi konuşur.
 
İlk Diyanet işleri Başkanı, Osmanlı’nın Ankara Müftüsü ve Milli Mücadele’nin önde gelen Ankaralısıdır.
 
İstanbul’un İngilizler tarafından işgali sonrasında Ankara’ya atanan Vali’yi, Milli Mücadeleye zarar verebilir endişesiyle, Eskişehir istasyonunda trenden indirip, gerisin geri İstanbul’a gitmesini sağlayan insan Rifat Börekçi’dir.
 
Din işinin doğrudan siyasi bir kişi olan Bakan’a bağlı olarak yapılamayacağının anlaşılması üzerine, 3 mart 1924 günü 429 sayılı kanunla Şer’iye ve Evkaf Bakanlığı yerine Diyanet’i doğrudan Başbakanlığa bağlayan Türkiye Büyük Millet Meclisi aynı gün, aynı kanunla Genelkurmay Başkanlığı’nı da kurmuştur.
 
Her iki başkan da o tarihten itibaren “aslî maaş” olarak aylık 150 TL almakta idiler. Gazi Paşa Hazretleri, bir konuşmasında;
 
Bizim iki ordumuz var. Biri mânevî ordu, diğeri maddi ordu.  Mânâ her zaman maddededn üstün olduğundan, mânevî ordunun başkanı Diyanet İşleri Başkanı, maddi Ordumuzun Başkanı Fevzi Paşa’dan beş lira fazla asli maaş almalıdır” demiş ve 657 sayılı kanunun uygulamaya girdiği döneme kadar, bırakın kuvvet komutanlarını, Diyanet İşleri Başkanları Genelkurmay Başkanlarından daha yüksek maaş almışlardır.
 
Bizim meslek büyüklerimizden öğrendiğimiz uygulama budur.
 
Ancak, ikinci dünya savaşı sırası ve sonrasında Diyanet İşleri Başkanlığı zaman zaman sıkıntılı dönemler de yaşamamış değildir. En önemli ve sıkıntılı dönem ise, 657 sayılı kanunla gelmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı sıradan “genel müdürlük” statüsüne düşmüş maddi ve mânevi itibar kaybetmiştir.
 
27 Mayıs darbesiyle Devlet Başkanı olan merhum Cemal GÜRSEL, Diyanet’i ziyareti sırasında, Diyanet yetkilerine yaptığı konuşmada;
 
Dergi çıkartın, kitap çıkartın halka ücretsiz verin” demiş. Bu söz talimat olarak algılanmış ve bütçe imkânlarına göre, Diyanet Gazetesi ve dini yayınlara önem verilmiş ve bütün ülke genelinde ücretsiz dağıtılmıştır.
 
Bu uygulama 12 Mart muhtırası ile Diyanet’i yönetmeye gelen Cumhuriyet döneminde ilk defa yüksek dini tahsil yapmış olanlarca, “bu iş parasız olmaz” denilerek sonlandırılmış, görevliler de dergiye maaşlarından para kesilerek ile abone edilmişti.
 
Bizim 2000 öncesinden başlayarak bilimsel dergi ve günlük gazetelerde yazdığımız “Kamuda Yeniden Yapılanma Diyanet’ten Başlamalı”, Diyanet Müsteşarlık haline gelmeli” gibi yazılar yazmamızın dayandığı en önemli nokta da bu kaybedilmiş statü idi.
 
01.07.2010 tarihinde kabul edilen 6002 sayılı kanunla bu mesele halledildi ve Diyanet yedi genel müdürlüğü olan Müsteşarlık haline geldi.
 
Bize göre, Diyanet’in siyasetin etkisinden kurtulması için yapılması ve gerçek statüsünü kazanması için gereken en önemli bir adım kalmıştır; bağımsız (özerk) kurumlar örneğine uygun olarak bağımsız YÜKSEK DİN KURUMU” kurularak, Diyanet’in Başbakanlıktan alınıp bu kuruma bağlanmasıdır.
 
Ülkemizde din politikalarının tespiti ile dinle ilgili uluslararası ilişkilerin doğrudan bu kurum tarafından düzenlenmesi, boşalması durumunda Diyanet İşleri Başkan adayları arasından üç adayın atanmak üzere Hükümete önerilmesi ile Başbakanlık veya bakanlık tarafından yapılan diğer işlerin de bu yüksek kurum tarafından yapılması gerekli hale gelmiştir. Bununla aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığının doğrudan din işleriyle meşgul olması sağlanabilir.
 
Kırk yıla yakın bir süre bu kurumda çalışmakta olan bir bilim ve din adamı olarak bunun son derece önemli olduğunun altını ısrarla çizmek istiyorum.
 
Bize göre gerçek din-devlet ilişkisinde, din kurumu siyaset kurumundan bağımsız olmalıdır.
 
Din-Siyaset, din-ticaret ilişkisinin olduğu yerde laik devletten bahsetme imkânı nasıl gerçek olabilir?
 
12 Eylül sonrasında merhum Özal döneminde değişen pasaport kanunu ve trafikle ilgili düzenlemeler sırasında verilen önergelerle Diyanet İşleri Başkanı’na daimi “Diplomatik (Kırmızı) Pasaport” verilmesi ve makam aracının plakasının da “bakan” aracı gibi “Kırmızı Plaka” verilmişti, ama protokol listesinde, müsteşarlardan sonra, ilk genel müdür olarak yer almıştı.
 
Bu sebeple de Başbakanların bilgisi ile Diyanet İşleri Başkanı tebrik törenleri dahil, protokoler toplantılara katılmazlardı.
 
Atatürk döneminde bu husus “Teşrifat Nizamnamesi” ile düzenlenmişti. Bu düzenlemeye göre, sıra “Başvekâlet Erkânı”na geldiğinde 1. Sırada Diyanet İşleri Reisi, 2. sırada Başbakanlık Müsteşarı yer alırdı.
 
İşte 657 sayılı kanunla statü kaybetmeden önceki durum buydu.
 
Gelelim yeni düzenlemeye, Diyanet hukuken Müsteşarlık olarak kanunla yeniden bir düzenlemeye kavuşmuştur. Mali haklar açısından “Başbakanlık Müsteşarından sonra” gelmektedir.
 
Bu fiili ve hukuki durum yeni protokol listesinde de yer almalıdır.
 
Aynı zamanda devlet başkanı da olan Papa’yla, Ülkemizdeki Müslümanların temsilcisi olarak “Din Adamı” sıfatıyla bir araya gelen Diyanet İşleri Başkanı bir başkası ile mukayese edilmemelidir.
 
Doğru olan budur.
 
Devlet yetkililerinin buna itibar edecekleri ve hukuka uygun düzenleme yapacakları kanaatimi muhafaza ediyorum. Ama asıl beklentim, Diyanet’in doğrudan siyasetle olan ilişkisi konusunda atılması gereken adımı atması ve Diyanet’in bağlı olacağı, yaklaşık başkanı dahil 12 üyeden oluşacak “YÜKSEK DİN KURUMU”nu yeni yasama döneminde çıkarmasıdır.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!