Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görev devir-teslim töreninde eski baş savcı yenisine şu tavsiyelerde bulunuyor: “Başsavcı olarak görev yapacağın süre içerisinde devletini milletini zora sokmadan zarara uğratmadan birilerini fazlasıyla rahatsız etmeden görev yapacağına ve bunu başarıyla yapacağına yürekten inanıyorum”.
‘Devletini milletini zora sokmadan… zarara uğratmadan’ girişi ‘birilerini fazlasıyla rahatsız etmeden’ ana tavsiyesine meşruiyet kazandırmak için söylendiği açıktır.
Başsavcının rahatsız edilmemesi istediği birileri zayıf, mağdur, haksız kimseler ya da halk değildir. Aksine rahatsız edilmemesini istediği bu birisinin devletlû, kudret eliti, güçlü, mağrur, erk sahibi ve egemenin olduğu da aşikârdır.
Bu sözler Türkiye’de yargının geldiği yeri ve zihniyetini göstermesi bakımından hayati öneme haizdir. Eski Başsavcı bu söylemiyle ‘birilerini fazlasıyla rahatsız etmemek’ ilkesinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başarısıyla orantılı hale geldiğini vurgulamaktadır. Böyle bir ilişkinin kurulabildiği bir yerde hukuk devletinden ve adaletten söz etmek mümkün değildir. Bugün Türkiye’de yargıya olan güvenin dibe vurmasından bu zihniyetin yeri ve rolü büyüktür.
Yargıç görevini yaparken yasalardan ve vicdanından başka bir yere bakmaz ve birilerinin rahatını da esas almaz. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının birilerini rahatsız etmeme kaygısıyla görev yaptığı yerde ne adaletten ne de yargıdan bahsedilebilir.
Böyle yerlerde kim fazlaca rahatsız edilmesi istenmiyorsa onun adaleti, iradesi ve yargısından bahsedilebilir. Yine orada yargının bağımsızlığı, kuvvetlerin ayrılığı ve yargıç güvencesinden değil rahatsız edilmemek istenilen kudret elitinin güvencesinden söz edilebilir. Bugünlerde verdiği karardan dolayı hapishaneye tıkılan hâkim ya da savcılar, görevinden uzaklaştırılan yargı mensupları, operasyon üstüne operasyon yiyen kolluk güçlerinin suçları böylece belli olmuştur. Onlar, ‘birilerini fazlasıyla rahatsız ettikleri’ için o muameleye tabi tutuldukları anlaşılıyor.
Yine “Deniz Feneri e. V”, 17/25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet, Balyoz, Ergenekon kumpasları vb. davalarda ortaya çıkan sonucun neden kaynaklandığı bugün daha iyi anlaşılmış oluyor. Birilerini ya da bir yerleri “fazlasıyla rahatsız etmeme” kaygısının norm haline geldiği bir yerde ne yargı ne adalet ne de yasaların gücünden bahsetmek mümkün olur.
Yargıçlar yasaları ve görevlerini birilerini rahatsız edecek ya da etmeyecek biçimde uygulanmaya kalktığında adaletten değil ancak oportünizmden bahsedilebilir.
Hatırlanacağı üzere 6/7 Ekim tarihinde alenen HDP sokakları Kobani’ye çevirmek için halkı sokağa çağırmıştı. Bu çağrı sonrası sokaklara çıkanlar elliye yakın yurttaşı öldürmüş, vatandaşın mal ve can varlığına kast etmişlerdir. Bu denli büyük bir kalkışmaya liderlik eden HDP ve onun eş başkanı Selahattin Demirtaş hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı hiçbir işlem yapmamıştır.
Şimdi anlaşılıyor ki zamanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ‘birilerini fazlaca rahatsız etmek’ istemediğinden suç işleyen siyasi parti hakkında işlem yapmamış! Bu durumda kendisine yasaların uygulanamadığını gören HDP işi daha da büyütmüş devlete ve millete sürekli meydan okur hale gelmiştir.
Hâlbuki çağdaş hukukun geldiği aşamada yargıçlar ‘birilerinin rahatsız olup olmamasına’ göre değil de yalnızca yasalara göre suç işleyip işlememe kriterini esas alarak karar verirler. Yargıçlar bu noktada yalnızca kanıtlara, olgulara, verilere dayanarak yasalara ve hukuka uygun vicdani kanılarına göre, halk adına karar verir. Zira yargıçlar “birilerinin” değil yasaların dilidir. Yargıçların yüzü, yasaya dayanmadığı takdirde kızarır. Yargıçlar için yasada olmayan şey yok hükmündedir. Yargıçlar kararlarını birilerinin rahatsız olmasına dayanarak vermezler!
AKP’nin on üç yıllık iktidarı döneminde yargının getirildiği yer burasıdır. Birilerini fazlaca rahatsız etmemenin görev kriteri haline geldiği yer, hem yargının hem de sözün bittiği yerdir.