657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda “görev sırasında amire hal ve hareketi ile saygısız davranmak” diye bir hüküm vardı. Bu hükme göre amir memurunun her hal ve hareketini saygısızlık olarak niteleyebiliyor ve soruşturma konusu yapabiliyordu.
İBB Başkanı İmamoğlu hakkındaki ön soruşturmaya konu olan elleri arkada Fatih Sultan Mehmet’in eşi Gülbahar Hatun’un türbesini ziyaretini saygısızlık olarak nitelendirilmesi bu memur geleneğinin devamı niteliğindedir. Hâlbuki aynı İmamoğlu, Fatih Sultan Mehmet’in portresini 6.5 milyon lira ödeterek satın aldırtan kişidir.
Sınırları belirsiz, tarifi yapılmamış her anlama gelebilecek genellemelerle kişiler hakkında işlem yapmak her şeyden evvel adalete hakarettir. Hukuk bir sosyal bilim olmasına karşın aynı zamanda mantık ve rasyonalite yönünden de matematik gibidir. Bir hukuk ekolojisi vardır ve yargı suç unsurlarıyla, usul ve esasıyla da bir bütündür.
Diğer yandan yapılan bazı açıklamalara darbeyi çağrıştırıyor, subliminal mesaj veriyor ya da ima ediyor denilerek dava açıldığı görülüyor. Bu durum kumpas davalarını yaşamış Türkiye’de adalete olan güveni giderek sarsmaktadır.
Bilindiği gibi ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında Ahmet ve Mehmet Altan’a “subliminal mesajla darbe işareti verdikleri” yolunda suçlama yöneltilmişti. Aynı suçlama tutuklanan Cumhuriyet yönetici ve yazarları da muhatap olmuştu. Hâlbuki yapılan şey; algı yönetimiydi. Subliminal mesaj gözün görüp kulağın duymadığı, ancak beynin algıladığı mesajlara deniyor. Subliminal mesajlar genellikle reklamlarda kullanılır. “Subliminal mesaj veriyorsun” demek başka bir şey, “algı operasyonu yapıyorsun” demek ise daha başka bir şeydir. Her ikisi de hukuki anlamda suç değildir.
Diğer yandan 104 emekli amiralin özü ve içeriği itibarıyla ‘Montrö’ hassasiyeti ve ‘Atatürk değerlerinden uzaklaşma’ tehlikesine dikkat çeken açıklamaları da “darbe iması” içeriyor diye soruşturmaya konu oldu. Bu açıklama kötü niyetli okumayla bile içeriğinde bir darbe çağrışımı, darbeye teşvik, darbeyi ima edecek herhangi bir kelime ya da cümle yoktur.
Darbe iması dolaysıyla bir soruşturma da İlker Başbuğ’a açılmıştır. İlker Başbuğ bir mülakatta şunları söyler; “Adnan Menderes 25 Mayıs 1960 günü Eskişehir’de erken seçim tarihini açıklasaydı, 27 Mayıs askeri darbesi büyük bir olasılıkla önlenebilirdi.”
Başbuğ’a bu görüşlerinden dolayı savcılık tarafından iddianame düzenleniyor. Başbuğ yukarıdaki sözleri “… ifade ederek darbe imasında bulunduğu, bu şekilde halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme veya aşağılama suçunu işlediği...” iddia ediliyor.
Hâlbuki İlker Başbuğ’un bizzat kendisi “Darbelere hiçbir nedenle ve hiçbir şekilde meşruiyet kazandırılamaz” görüşünün de sahibidir.
Elleri arkadan bağlamanın saygısızlık, ülkenin stratejik çıkarlarına dikkat çekmenin darbe iması olarak nitelendirilmesi giderek fıkra konusu olacak sonuçlar üretmektedir. Hani meşhur fıkradır; adamın birisi diğerine “yağmur yağacak” der. O da “sen bana ördek demiş oldun. Çünkü yağmur yağınca derelerden su akar, o sular gölleri doldurur ve göllerde de ördekler yüzer. O halde sen bana “ördek demiş oldun” demesi gibi bir şeydir.
Bir defa hukukta ima diye bir müessese yoktur. İma, çağrıştırma ya da teşvik gibi kavramlar sübjektif olup tamamen yorumlamayla ilgilidir. Yorumu yapan kişinin baktığı yere göre ima farklı anlamlara bürünür.
Türkiye’deki iktidarlar çeşitli nedenler yüzünden hukuk devletiyle bir türlü barışamamıştır. Hukuk ve yasalar uzun zamandan beri iktidardakilere ayrı muhalefettekilere ayrı, güçlülere ayrı güçsüzlere ayrı uygulanmaktadır. En azından halkın nezdinde yargının durumu budur.
Yargı bağımsızlığı ve yargıya güven Türkiye’nin en acil sorundur. Konu devletin varlığıyla da yakından ilgilidir. Malum Adalet Mülkün Temelidir!