İktidara geliş tarihini “milat” ilan etmek, yaptığı bazı üst yapı düzenlemeleriyle “Yeni
Türkiye” kurduğunu açıklamak, “15 Sene önce evlerde FIRIN
yoktu, BUZDOLABI yoktu!” gerçek dışılığına sarılmak, 1992 yılında kurulmuş olan
Isparta’daki üniversiteyi 2002 yılında iktidara gelen partinin “Üniversiteyi Isparta’da kim
kurdu? Biz kurduk” demesi yanılgı üzerinden yanıltan bir siyaset izlediği anlamına
gelmektedir.
“TC”yi silmek, Andımızı kaldırmak, “milliyetçiliği ayağının altına” aldığını ilan
etmek, “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü silmek ardından bir de kendisini “milli ve yerli”
ilan etmek çelişki de sınırları zorlamıştır.
Yirmi yıldır ülkeyi tek başına adeta kral yetkisiyle yöneten AK Parti iktidarının
yaptıklarından bazılarını özetlemekte yarar vardır: Çelişkileri bir yana AK Parti iktidarı
ülkeye en büyük zararı PKK, FETÖ ile ilgili açılımları, anayasayı ve anayasal sistemi
değiştirerek işlevsizleştirilmesi ve dış politikada uygulanan öngörüsüz siyaset konusunda
vermiştir.
Açılımlar sayesinde bazı iktidar yetkilileri dağda mücadele ederken şehit olan
Mehmetçik yerine terörist için ağlamaya başlamış ve bu bağlamda içerde ve dışarıda açılım
üstüne açılım yapılmıştır.
İmralı, Oslo, Dolmabahçe gibi her biri ülke için skandal olan açılım görüşmeleri,
“Akil Adam”, “süpürmeyin kullanın”, “komşularla sıfır sorunlu dış politika” gibi kavramlar,
Kıbrıs’ta Annan Planıyla somutlaşan “çözümsüzlük çözüm değildir” sloganları, Zürih
protokolleri gibi akıldan ve gerçeklerden kopuk girişimler ülkenin önüne devasa bir maliyet
koymuştur.
Her şeye karşın AK Parti iktidarı döneminde güvenlik konusunda çok geç de olsa
terörle müzakereden mücadeleye geçilmiş, HDP’den seçilen belediye başkanlarının terörü
finanse edenlerinin yerine kayyum atanmış, terör ülke içinde kitle katliamı yapamaz hale
getirilmiştir.
Diğer yandan AK Parti uzun yıllar FETÖ ile işbirliği içinde olmuş, hep birlikte
anayasal sisteme karşı “mezardakileri” bile oy kullanmaya davet etmişlerdir. Bu süreç
Türkiye’de resmi devletin yanında bir de paralel devlet ortaya çıkarmıştır.
15 Temmuz darbe girişimi, önce AK Parti’yi FETÖ’yle karşı karşıya sonra da
iktidarın aklını başına getirmiştir. Gerçekte ABD’den yönetilen bu örgütle bir zamanlar
işbirliği yapan iktidar bu defa etkili bir mücadeleye girişmiştir. KHK’lar çıkarılmış, darbeyle
ve örgütle iltisaklı olanlar devletten büyük ölçüde ayıklanmıştır.
Bu olumlu gelişmeye karşın iktidarın yaptığı anayasal değişiklikler kurumları işlevsiz
bırakmış, devleti de yönetilemez hale getirmiştir. Demokratik sisteme en büyük kötülük
parlamenter sistemden “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ne geçişle yapılmıştır. Bu
sistemle önce TBMM sonra hükümet formalite haline getirilmiş, daha sonra da kurumlar,
kurullar, komisyonlar geleneksel işlevlerini yapamaz hale gelmişlerdir.
Tıpkı Lenin’in, 1903’te demokratik merkeziyet teorisini geliştirdiği zaman,
Trotsky’nin yaptığı değerlendirmeye benzer bir durum ortaya çıkmıştır: Partiyi proletaryanın
yerine, ardından Merkez Komiteyi Partinin yerine, en sonra da Parti Genel Sekreterini
Merkez Komite yerine geçireceksiniz ve işin sonu proletarya adına, bir tek kişinin mutlak
iktidarı olacak.
Türkiye’de gerçekleştirilen “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” de benzer bir
sonuç ortaya çıkarmıştır. Şöyle ki, bu sistemle AK Parti devletin yerine, genel başkan partinin
yerine, cumhurbaşkanı da hem partinin hem de genel başkanın yerine konulmuş, sonuçta
Cumhurbaşkanın tek kişilik mutlak iktidarı kurulmuştur. Durum budur.
Gelinen aşamada tek kişinin iktidarına karşı muhalefet partilerinin işbirliği yapmaları
doğru yolda atılmış adımdır. Millet bu girişimleri dikkatle izliyor. Ama “elektrik faturamı
ödemeyeceğim”, “demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer”, “KHK ile görevden alınan, işine
son verilen… herkesi göreve iade edeceğim” söylemleri millette tedirginlik yaratıyor.
Hatırlatalım yanlışta değil devlette devamlılık esastır!