Sosyalistler, toplumbiliminin temeline belirleyici güdü olarak “ekonomi”yi koyarlar. Toplumbiliminde “otorite” ya da “iktidar” güdüsünün, temel belirleyici olduğunu savunanlar da vardır.
Konuya nasıl yaklaşılırsa yaklaşılsın iktidar güdüsünün, en etkin ve en amansız (cinsel güdüden de büyük) güdülerin birincisi olduğu tartışma kabul etmez gerçektir.
İktidarını tehdit altında gördüğünde çarların, imparatorların ve sultanların kendi elleriyle evlatlarına kıydıkları tarihte kayıtlarla sabittir.
İktidarın teslim alıcılığı ve baştan çıkarıcılığı doğal ve fıtri (yaratılış) insani davranışları etkisiz kılar. Sorun iktidar bakımından var olma ya da olmama aşamasına geldiğinde ise temel dinî ve insanî değerler etkisini yitirir. Katı ve keskin bir iktidar mücadelesinde din, dava, kan ya da can kardeşliği araç mertebesinde muamele görür!
Otoriter yönetimler kendilerini devlet; devleti millet yerine koyarlar. “Devlet demek ben demektir” söylemi, böyle bir anlayışın dışa vurumudur. “İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar” diyenler bunu kast ederler.
Türkiye’de on iki yıldır iktidarda bulunan AKP’nin de bu genel kuraldan etkilenmediği söylenemez. AKP iktidarı gelinen bu aşamada büyük bir iktidar kirlenmesiyle karşı karşıyadır. AKP, her seçim sonrası oylarının artışıyla birlikte, gücünü daha da artırmıştır. Gücü arttıkça da mevcut gücü kaybetmek korkusu altında daha sert, katı ve daha acımasız bir tavır içine girmiştir.
AKP iktidarı bugün esneklikten uzak mekanik, katı ve acımasız siyasi bir aygıt halini almıştır. Bu parti, üçüncü döneminin sonunda yalnız kendisine değil, rejime, devlete ve millete de büyük zararlar vermeye başlamıştır.
Türkiye’nin bugün krallar gibi ‘astığı astık, kestiği kestik’ türünden statüsü olmayan, ancak ağzından ya da aklından her geçeni yasa haline getirebilen bir başbakanı vardır.
Çocukların kaç aylıkken okula gideceği, kadınların kürtaj ya da sezaryen olup-olmayacağı, ailelerin kaç çocuk yapacağı, gazete patronlarının nasıl bir köşe yazarına iş vermesi gerektiği Başbakan tarafından ifade ediliyor. STK’lara “Taraf olmayanların bertaraf olacağını”, basın mensuplarına ise “tasmalarınızı çıkarttık… Uluslararası tasma taktınız” diyecek gücü ve yetkiyi Erdoğan kendisinde görüyor.
Başbakan Erdoğan, yolun sonuna geldiğinin herkesten daha çok farkındadır. Önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanlığı makamı onu beklemektedir. Mevcut yapıda ve şartlar altında Cumhurbaşkanlığı makamından Türkiye’ye ve partiye birlikte hükmetme imkânı yoktur. Özal ve Demirel’in partilerine hâkim oldukları bir zamanda Çankaya’ya çıktıktan sonra parti üzerindeki hâkimiyetlerini tamamen kaybettikleri bilinmektedir. Aynı akıbet Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da beklemektedir. Başbakan Erdoğan’ın Özal ve Demirel örneklerini hatırladıkça uykularının kaçtığını söylemek için çok da zeki olmaya gerek yoktur.
Milletvekili, Bakan, parti yetkilisi, belediye başkanı olmaya kim karar veriyorsa başkan da o oluyor. Bu durumda mevcut anayasal yetkilerle Cumhurbaşkanı olan bir şahsın parti üzerinde bir etkinliğinin kalması söz konusu değildir.
Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin yalnız Cumhurbaşkanı değil aynı zamanda her şeyi olmak istemektedir. Bunun önünde yasalardan, anayasadan ve sistemden kaynaklanan engeller vardır. Öncelikle onların aşılması gerekmektedir.
Erdoğan için tek yetkili, güç sahibi ve hâkim bir başkanlık sistemine ihtiyaç vardır. Bu mümkün olmazsa Başbakan Erdoğan’a hem AKP’yi hem de Türkiye’yi yönetme imkânı verilmelidir. Bu da mümkün olmazsa bugünkü yetkilerden çok daha fazlasına sahip yarı başkanlık sistemine Türkiye geçmelidir. Her şey Tayyip Erdoğan için!
Yasaları anayasaya; anayasayı başkanlık sistemine; başkanlık sistemini Tayyip Erdoğan’a uygun hale getirmek, yapılanların özetidir. Erdoğan için Türkiye feda edilecek midir, edilmeyecek midir? Cevaplandırılması gereken tek soru budur!