Çocuklara uyuşturucu madde vererek aileleri hakkında çocuk istismarı suçlaması yapmaya teşvik ettiği söylenen Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu’nun hakkındaki iddialar o kadar ciddi ki, insan inanmakta güçlük çekiyor. Türkiye birkaç gündür BirGün yazarı Timur Soykan’ın ‘Profesör Kabus’ haberiyle gündeme gelen Psikiyatrist Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu’nu konuşuyor.
Habere göre, Zoroğlu tedavi için kendisine getirilen çocuklara ‘çoklu kişilik bozukluğu’ tanısı koyarak çocukları aile bireylerinin istismarına uğradığına inandırıyor. Hatta Zoroğlu’nun şimdiye kadar 180’den fazla çocuğa çoklu kişilik bozukluğu teşhisi koyduğu belirtiliyor. Dolayısıyla bu çocukların ve ailelerinin akıbeti de savcılık tarafından araştırılıyor.
Zoroğlu, ailelerin şikayeti üzerine tutuklanarak cezaevine gönderildi ve ifadesinde maksadını aştığını söyledi.
2011-2016 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı Başkanı olan ve çocuk istismarı vakalarında uzman bir isim olarak gösterilen Zoroğlu’nun tedavi yöntemi ve hastalarıyla kurduğu ilişki, etik, ahlaki ve mesleki sınırların neler olduğunu da tartışmaya açtı.
Uzmanlara bu tartışmayı sorduk. Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı, “İddialar gerçek ise bu sınır aşımıdır” diyor. Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Fatma Neslihan İnal, ketamin ilacının psikiyatri alanında kullanımının çok özel koşullarda olduğunu vurgulayarak yaygın bir tedavi yöntemi olmadığını ifade ediyor. Psikiyatrist Prof. Dr. Burhanettin Kaya da Türkiye’nin bir Ruh Sağlığı Yasası’na olan ihtiyacı dile getirerek Türkiye Psikiyatri Derneği’nin 18 kez meslek tanımları, mesleki roller ile ilgili belirsizlikleri de olabildiğince ortadan kaldıracak biçimde yasa taslağı hazırladığını ve Meclis gündemine getirmeye çalıştığını söylüyor.
‘HEKİMDEKİ EMPATİ SEMPATİYE KAYMAMALI’
Hekimle hasta arasındaki ilişkinin nerede başlayıp nerede bittiğini sorduğumuz Türk Tabipleri Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı, bu noktada ‘empati’ ve ‘sempati’ kavramlarına dikkat çekiyor. Fincancı, tıp alanında duayen bir ismin ifadesini hatırlatarak “’Hekim, hastanın olağan avukatıdır ve onun ıstırabını gidermeye çalışmalıdır’ der. Bizim de hasta-hekim ilişkisinde temel ilkemiz bu olmalıdır. Hastanın yararı ve hastaya zarar verilmemesi temel ilke olarak tanımlanmıştır.
Empatiyi aşan sempatiye kayan, yani hastayı bağrına basma halinden uzak durmamız gerekiyor. Empati hastayı anlamak, bir ağrısı varsa bu ağrının onu ne düzeyde rahatsız edeceğini kavramaktır ancak alıp kucağınızda sallamak değildir. Doktorun görevi, hastalığı anlayıp tıbbi standartlar ölçüsünde tedaviyi uygulamaktır” diye konuşuyor.
‘KORUMA VE UZAKLAŞTIRMA MEKANİZMALARI EKSİK’
Fincancı’ya haberde yer alan doktorun evinde kalma ve başkalarının seanslarına katılma gibi iddiaları soruyoruz. Fincancı, “İddialar gerçek ise bu sınır aşımıdır” değerlendirmesi yapıyor. Bunları kabul edilemez olarak nitelendiren Fincancı, Türkiye’deki koruma ve uzaklaştırma mekanizmalarının eksikliğine dikkat çekiyor: “İstismar iddiasında olması beklenen nedir? Bu istismarın yargıya bildirilmesi, istismarı gerçekleştirenlerden istismara uğrayanın uzaklaştırılması yani koruma kararı verilmesi gerekir. Ancak Türkiye’de bu konuyla ilgili çok ciddi sıkıntılar var. Koruma kararı verilmesine rağmen korumaya alınmayıp öldürülen kadınlar var bu ülkede. Bu kaygılar bazen bizim etik dışı ve sınır aşımı uygulamalara girmemize neden olsa da bu durum sıkıntılı elbette. Başka yollar, yöntemler bulunması gerekiyor.”
‘ÇOCUĞUN ÜSTÜN YARARI DÜŞÜNÜLMELİ’
Türk Tabipleri Birliği’nin kendi denetim mekanizmaları olduğundan bahseden Fincancı, Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu ile ilgili şimdiye kadar kendilerine bir şikayet ulaşmadığını belirtiyor: “Tabip Odası’nın onur kurulu var. Bu bir disiplin kurulu aslında. Yapılan şikayetler ya da bu olayda olduğu gibi basına yansıyan olaylar resen de yönetim kurulu kararı ile bir soruşturma başlatılmasının yolunu açar. Yönetim kurulu hazırlanan soruşturma raporuna göre, raporu onur kuruluna sevk eder. Onu kurulu hem raporu değerlendirir hem de tarafları dinler. Kurul, kararını verir bu karar itiraza açıktır. Buradaki itirazlarla birlikte de yüksek onur kuruluna gider. Aynı yargılama mekanizmasında olduğu gibi… Ve evet, bir denetim mekanizması vardır ama bunun için tabip odalarının haberdar olması gerekir.”
Zoroğlu hakkında TTB bünyesinde bir soruşturma başlayıp başlamayacağına dair Fincancı’nın cevabı şöyle oluyor: “İstanbul Tabip Odası bu konuyu ele alacaktır ve bu kadar tartışılan bir konuda soruşturma açmaya karar verecektir diye düşünüyorum.”
Fincancı, basında olayın ele alınış şekli nedeni ile ilgili endişelerini de paylaşıyor. Zira Fincancı, burada önemli olanın çocuğun yüksek yararı olduğunun altını çizerek şunları söylüyor: “Basında bu haberin bu şekilde ele alış biçimi, adaleti elimize almak demektir. O sopayı, uygun olan mekanizmaları işletmeden elimize aldığımızda herkes kaybeder.
Haberler ilgili tek kaygım, istismara uğrayanların bunu dile getirmekten kaçınması… Bence doktor soruşturulmalı, iddialar doğruysa gerekli işlemler yapılır. Ancak burada önemli olan çocukları korumak, çocuğun yüksek yararını düşünmek. Böyle bir olay varsa çocuğu bundan nasıl koruyacağımızı düşünmeliyiz. İstismar olgularında, baskılarla şikayetlerin gerçi çekildiğini biliyoruz.”
‘RUHSAL BOZUKLUKLARI TEDAVİ ETTİĞİ SÖYLENEN İLAÇ BELİRTİLERİ ARTIRABİLİYOR’
Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği Başkanı Prof. Dr. Fatma Neslihan İnal da haberde dikkat çekilen ketamin ilacının çok özel koşullarda kullanılması gerektiğini ifade ediyor. Zira İnal, bu ilacın kişilik bozukluklarını, varsa ruhsal rahatsızlıkları daha artırabileceği uyarısında bulunuyor: “Psikiyatride ilacın çocuklarda kullanımı uygun koşullarda ve aileden izin alarak oluyor. Deneysel aşamada depresyon tedavisinde kullanılabilse de çocuk ve ergenlerde özellikle halüsinasyon gibi bilinç bölünmesi gibi belirtileri artırdığı saptanmış çalışmalarda. O nedenle çocuklarda kullanımı henüz çok belirgin değil. Türkiye’de çocuklarda kullanımım yaygın değildir. Aslında dünyada da değil. Zaten erişkinlerde de bahsedildiği gibi damar içi bir uygulama yok. Sadece burun spreyi olarak deneme aşamasında var. Çünkü uzun vadeli kullanımda yan etki yapabiliyor. Özellikle travma hastalarında daha fazla gördüğümüz, bilinç çözülmesi yapabiliyor. Aslında ilaç, bu belirtileri artıran bir ilaç. Haberde bilinçaltına atılan anıların ortaya çıkmasını sağlamak için kullanıldığı yazıyor ama benim bildiğim böyle bir etkisi yok. Psikozu ortaya çıkarabiliyor, bilinç bölünmesi yapabiliyor kişi. Aslında bunları tedavi ettiği söylenen ilaç, tam da bu belirtileri artıyor. Bu nedenle çok özel koşullarda kullanılması gerekir. Mesela intihar eğilimi ya da depresyon direnci olan çocuklarda özel izinle ve sprey şeklinde kullanılabilir ama bu uygulama zaten Türkiye’ye girmiş değil. Yani bizim uyguladığımız bir tedavi metodu değil. Bu tedaviler, ‘bizim daha çok bilgiye ihtiyacımız var’ dediğimiz tedavilerdir.”
‘7 YAŞIN ALTINA BÖYLE BİR TANI KOYMAMIZ ÇOK ZOR’
Haberde yer alan bir diğer iddiayı daha soruyoruz. Zoroğlu’nun 180’den fazla çocuğa çoklu kişilik bozukluğu teşhisi koyması normal mi? Bir hekimin bu kadar vaka ile karşılaşması mümkün mü? İnal, bunu normal bulmadığını anlatıyor: “Çocuklu kişilik bozukluğu, çocuk ve ergenlerde çok sık koyduğumuz bir tanı değil. Çocuk ya da ergen yoğun bir travma yaşadıysa ‘dissosiyasyon’ dediğimiz bilinç bölünmesi durumu görülebiliyor. Çocuk büyüdükçe, bilinçsel fonksiyonları geliştikçe anlaşılacak bir şey. 7 yaşın altına böyle bir tanı koymamız çok zor zaten. Ama mesela kişi bir travma merkezinde çalışıyordur ve sürekli böyle vakaları görüyordur ya da istismar merkezi ile yoğun çalışıyordur o zaman karşılaşmak mümkün.”
İnal, psikiyatrların ruhsal sağlığını denetleyecek bir mekanizmasının eksikliğinden bahsediyor. Uzman oluncaya kadar bu denetim mekanizmasının var olduğunu dile getiriyor. Uzmanlığın usta-çırak ilişkisi bağlamında gerçekleştiğini söyleyen İnal, bu mesleği yapamayacak ruhsal sorunlara sahip kişilerin bu süreçte fark edildiğini ifade ediyor. İnal, uzmanlık boyunca açığa çıkmamış bir sorunun sonrasında çıkabileceğine işaret ediyor. Peki ruh sağlığımızı teslim ettiğimiz doktorun ruh sağlığından nasıl emin olabiliriz? İnal, Ruh Sağlığı Yasa Tasarısı çıkarılması gerektiğini söyleyerek böylece ruh sağlığı çalışanlarının ruh sağlıklarına ilişkin maddeler konulmaya çalışıldığını belirtiyor. İnal da doktorla ilgili iddialara temkinli yaklaşarak “Eğer doğruysa doktorun bunu gerçekleştirmesine sebep olan koşulların sonradan oluştuğunu düşünüyorum. Daha önce çalıştığı kurumların Türkiye’nin oldukça saygın kurumları. Dolayısıyla sonradan bir sıkıntı oluşmuş olabilir. Çünkü bahsettiğimiz dönemlerde sıkıntı olsa kesinlikle fark edilirdi ve ona göre adımlar atılırdı” diyor.
‘HABER BİR MESLEK ALANINA KARŞI LİNÇ PROPAGANDASINI TETİKLEYEBİLİR’
Psikiyatrist Prof. Dr. Burhanettin Kaya, medyanın dilini eleştirerek bu tür haberlerin bir mesleği hedef haline getirip linçlenmesine sebep olabileceği eleştirisini dile getiriyor: “Olayın ilk aktarılış biçimi ve bunu dayanak alarak yapılan haberin dilini, haberlerin yayılışı biçimini ve verilen tepkileri de şekillendirmeye başlar. Ortaya çıkardığı duygularla ilk haber, kişiye ya da bir meslek alanına karşı bir linç propagandasını tetikleyebilir, bunun yanında olayın bağlamını, nedenselliğini, boyutlarının anlaşılmasını da zorlaştırabilir.”
Kaya, ruh sağlığı alanında çalışanların ruh sağlıklarını kontrol edecek bir denetim mekanizması olmadığından bahsederek şu soruyu soruyor: “Böyle bir şeye ihtiyaç var mı? Bir mesleği yapabilmek sistemin uygun bulduğu bir ruhsal yapıya sahip olmayı mı gerektiriyor?”
Kamu vicdanını sarsan bir olay yaşandığında akla gelen ilk sorunun bu olduğunu ifade eden Kaya, şunları söylüyor: “Oysa biliyoruz ki şiddet ve kötü muameleler, ruh sağlığı bozuk olmayan kişiler tarafından üretiliyor. Suçu da çoğunlukla ruhsal bozukluğu olmayan kişiler işliyor. Bireyin hayata bakışı, ideolojisi, siyasal ve kültürel aidiyetleri, ruhsal bozukluktan daha çok toplumsal yapının ürünü bir kişilik yapısının sonucu olarak bu yaşanıyor. Sorunuz yaşanan bu olayın yalnızca bir mental rahatsızlık, bireyin ruhsal sağlığı ile ilgili olabileceği düşüncesini akla getiriyor ve eylemi bağlamından koparmaya başlıyor. Bu odaklanma toplumda yaygın olan şiddet, istismar, taciz, tecavüz gibi olaylara hem fail hem de mağdur açısından psikolojik indirgemeci bir zihinle bakmayı koşullar ve bizi toplumsal, siyasal, kültürel ve ideolojik bağlamından giderek uzaklaştırır.”
Kaya, kişinin mesleki etkinliklerini yitirecek, muhakeme yeteneğini ortadan kaldıracak ruhsal bozukluğu ortaya çıkması halinde profesyonel destek almasını gerektiğini dile getiriyor. Bu durumun mesleki zorluklar ve travmalar sonucu olabileceğini söyleyen Kaya, “Burada asıl olan sağlık sisteminin bireyin yaşadığı tüm zorlukları görebilen koruyucu, önleyici ve sağaltıcı kamucu bir sağlık anlayışı ve örgütlenmesiyle bu tür sorunları büyümeden soğurabilen bir niteliğe ulaşmasıdır” diyor.
‘TÜRKİYE’NİN BİR RUH SAĞLIĞI YASASI YOK’
Türkiye’nin bir ruh sağlığı politikası olmamasını eleştiren Kaya, yasaya ihtiyaç olduğunu şu şekilde anlatıyor: “Sağlık Bakanlığı’nın resmi politika metni haline dönüşen bir Ulusal Ruh Sağlığı Politika Metni var. 2011 yılında bununla bağlantılı bir Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planı ilan edilmiş, aşamalı bir geçiş planlanmış, bazı sınırlı uygulamalar hayata geçirilmişti. Bu dönemde siyasal iktidarın öne çıkardığı ve görev verdiği bazı ruh sağlığı uzman ve akademisyenleri olmuştu. Ama siyasal iktidarın dönemsel politik ihtiyaçlarına göre bu plan sürekli manipüle edilmiş ve sonuçta uygulanamamıştır. Her ne kadar neoliberal iktisatın ilkelerine ve neoliberal kapitalizmin kurallarına göre şekillendirilmiş bir eylem planı olsa da içeriğinde azımsanmayacak oranda yer olan toplum ruh sağlığına ilişkin düzenlemeler simgesel kalmış ve kötürüm hale gelmiştir. Türkiye’nin bir Ruh Sağlığı Yasası yoktur.
Ne iktidar ne de muhalefet, bu yasayı çıkarmaya ya da gündem yapmaya istekli görünmüyor. Türkiye Psikiyatri Derneği tam 18 kez meslek tanımları, mesleki roller ile ilgili belirsizlikleri de olabildiğince ortadan kaldıracak biçimde ruh sağlığı yasa tasarısı taslakları hazırlamış ve Meclis’in gündemine getirmeye çalışmıştır. Bunu ruh sağlığı alanında faaliyet gösteren diğer tüm meslek örgütleri ve dernekleri ile işbirliği içinde yapmaya çabalamıştır. Bu tasarılar hemen her dönem siyasal iktidarın bileşenleri içinde yer alan ve dikkat çekmeye hırslı bir milletvekilinin özel çabaları ile komisyonlara kadar ulaşmış ama hep yasalaşmanın eşiğinden dönmüştür.”
‘NEDENLERİ SADECE KİŞİNİN PSİKOLOJİSİNDE ARAMAMAK GEREKİR’
Sağlıkta Dönüşüm’ün neolibarel sağlık politikalarının bir yansıması olduğunu ve sağlığın kamu hizmeti olmaktan çıktığını belirten Kaya, psikiyatri alanının da bundan olumsuz etkilendiğinden bahsediyor. Sağlıktaki politikalar nedeniyle psikiyatr sayısının azaldığını, istifaların arttığını, genç doktorların ve istifa eden akademisyenlerin özel hastaneye geçtiğini ya da kendi muayenehanelerinde ruh sağlığı hizmeti vermeye başladıklarını sözlerine ekliyor. Devletin küçülmesinin ve kamu hizmetlerinden elini çekerek denetim görevini terk etmesinin özel sağlık sistemi içinde keyfi uygulamaların artmasına yol atığını dile getiren Kaya “Nedenleri kişinin psikolojisinde, bireysel kötülüğünde ya da yalnızca mesleki yeterliğinde değil sistemin bu yapısında, siyasal iktidarın bu ekonomi-politik tercih ve tasarruflarında, ruh sağlığı yasasını çıkarmayan siyasi kararlarında aramak gerekir” diye konuşuyor.
‘TEDAVİLERE OLAN GÜVEN KORUNMALI’
Haberle ilgili Türkiye Psikiyatri Derneği de dün sosyal medyadan bir açıklama yayınlayarak hekimlerce sürdürülen tedavilere güvenin korunmasının oldukça önemli olduğunu belirtti.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı: “Bir gazete haberi ile kamuoyuna yansıyan ve çocuk ve ergen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu ilgili mahkemeye intikal etmiş, halen yargılama sürecinin devam ettiği konu ile ilgili olarak süreci yakından takip ettiğimizi, ciddi iddiaların olduğu olay ile ilgili inceleme başlatıldığını ve konunun takipçisi olacağımızı kamuoyuna duyurmak isteriz.
Diğer taraftan mahkemeye intikal etmiş bir konu üzerinden insanların hekimleri ile sürdürdükleri tedavilere yönelik güvensizlik oluşturan, tedavileri değersizleştiren ve özellikle ülkemiz açısından önemli bir sorun olan çocukluk çağı travmaları ile ilgili belirsizlik yaratan açıklamalardan kaçınılması, mahkeme sürecinde olan bir konunun genelleştirilmemesi gerektiğini kamuoyu ve ilgililere duyurmak isteriz. Hekimlerimizce gerek psikoterapi gerekse ilaç kullanımı ile yürütülen tedavilerin sürdürülmesi, tedavilere olan güvenin korunması son derece önemlidir.
Bu ciddi iddialarla ilgili olarak sürecin takipçisi olduğumuzu tekrar vurgular, ulaşılabilir, bilimsel, güvenli ve etik ilkelerle sürdürülen bir tedavi ortamının hekimliğin temel ilkesi olduğunu hatırlatmak isteriz.”