Eş, dost ve akraba kayırmacılığı nepotizm kavramıyla ifade edilir. Akraba kayırmacılığı en çok adalet duygusunu, objektifliği ve hakkaniyeti engeller.
Adalet M.Ö dördüncü yılda “herkese hakkını vermektir” diye tanımlanmıştı. İşte herkese hakkını vermek yerine akrabaya hak etmediğini vermek nepotizmdir.
“Bal tutan parmağını yalar” halk deyimi başkalarının hakkını akraba ya da eşe dosta peşkeş çekmeye gerekçe olamaz.
Nepotizm, sübjektiflik, adil olmayan davranışın hiç girmemesi gereken kurumlar başında önce üniversiteler sonra da adalet ve güvenlik bürokrasisi gelir.
Özellikle üniversiteler kayırmacılığın ve haksızlığın hiç olmaması gereken yerlerdir.
Son zamanlarda üniversiteler rektörlerin eşine, oğluna, yakınına ve akrabalarına özel kadrolar oluşturarak yaptığı atamalarla gündeme gelmektedir.
Bunun ilginç bir örneği geçtiğimiz günlerde meydana geldi. Bir üniversitede rektör önce eşini enstitü sekreteri yapmak ister. Yoğunlaşan tepkiler üzerine bunu gerçekleştiremez. Aradan üç yıl geçer aynı rektör bu defa eşini tarif eder gibi kişiye özel bir ilanla bu defa üniversitenin personel dairesi başkanlığı kadrosu için eşine ilana çıkarır.
Durumun ortaya çıkması ve meydana gelen tepkiler dolaysıyla YÖK sözü edilen üniversite rektörünü teamül ve etik ilkelere aykırılık bağlamında görevden alır.
Ancak sorun ne münferittir ne de bir rektörden ibarettir. Nitekim bu olayın arkasından bir başka üniversite rektörünün eşini ve oğlunu üniversiteye öğretim görevlisi olarak atadığı haberleri medyaya düştü. Bir başka üniversitede rektörün üç kızı, bir damadı ve yeğeni üniversiteye öğretim üyesi olarak yerleştirildiği ortaya çıktı.
Adı lazım değil bir başka üniversitede “taşeron kadro” listesine giren bin yüz kişi arasında, üniversite üst yöneticilerin eşleri, oğulları, gelinleri, kardeşleri, baldızları, kuzen ve yeğenleri olduğu iddiası medyada yer aldı.
Nepotik atamalardan dolayı ortaya çıkan haksızlığın yanında bir de hak edenlere hakkını verilmediğinden dolayı ortaya çıkan mağduriyetler var.
Üniversitelerde çok yaygın şikâyetlerin başında Doçentlik ya da Profesörlük süresini tamamlayanların şu veya bu zorlama gerekçe gösterilerek mevcut olan kadrolarının verilmemesinden dolayı mağdur edilen sayısız bilim insanı var.
Bu durumun bilim insanlarının motivasyonunu olumsuz etkilemesi bir yana bir de beyin göçüne sebep olmaktadır. Mağdur edenler yönünden de kul hakkı sorunu meydana getirmektedir.
Bu konuda şikâyetler arşı alayı sarmış durumdadır.
Mahkemelerin kadıya, üniversitelerin de rektörlere mülk olmadığını YÖK, hak gaspı yapanlara hatırlatmalıdır.
Keyfilik, tarafgirlik, akraba kayırmacılığının hiç olmaması gereken yerlerin başında gelen üniversitelerde göz göre göre yapılan haksızlık toplum vicdanını sızlatmaktadır.
Üniversitelerde hak edenin hakkının verilmemesi sosyal bir olay haline gelmiştir. Malum olduğu üzere bir toplumda bir kişinin karnı ağrıyorsa, karın ağrısı orada bireysel bir sorundur. Ama bir toplumda birçok kişinin karnı aynı anda ağrıyorsa karın ağrısı artık orada sosyal bir sorun haline gelmiş demektir.
İşin bir de bir başka yönü var. Bir üniversitede aynı odada oturduğumuz bir arkadaşın profesörlük kadrosu üç ay verilmemişti. Arkadaş bu duruma inanılmaz tepki göstermiş, adeta kıyameti koparmıştı. Sonra kendisi rektör oldu. Bir başka arkadaşın profesörlük kadrosunu görevde kaldığı altı sene süresinde vermedi. O görevden ayrıldıktan sonra arkadaş ancak profesör kadrosuna atanabildi.
Bu durum şu ilkeyi öğretti: İnsanlar çoğu kez haksızlıklara, yolsuzluklar ve yanlışlara kötü ya da ahlaki bulmadıkları için karşı çıkmazlar. Kendileri yapamadıkları için karşı çıkarlar.
Bu nedenle YÖK yakın kayırmacılığı sorununun yanında hak edilen profesörlük kadrolarını keyfi olarak ilan etmeme konusuna da bir an önce çözüm getirmelidir.