Üniter Devletten Vazgeçilemez!

Devletimizin değiştirilemez niteliklerinden birisi de “ÜNİTER DEVLET” tir. Bu nitelik Anayasamızın 3. maddesinde “Türkiye Devleti,ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” sözleriyle veciz bir biçimde ifade edilmiştir.
Üniter devlet olmanın gereği olarak yönetimin “MERKEZİYETÇİ” olması zorunludur. Yönetimin merkeziyetçi olması, devletin temel görev ve yetkilerinin tek bir merkezde yani Başkentte toplanması ve tek egemenliğin olması anlamına gelmektedir.
Üniter devlette yönetim birliği esastır. Yönetimde birliği sağlamak için Anayasanın 127. Maddesinde merkezi yönetime yerel yönetimler üzerinde İDARİ VESAYET yetkisi tanınmıştır. Bunun anlamı, merkezi yönetimin yerel yönetim birimlerini denetleyebilmesi, yönlendirebilmesidir.
1980’li yıllarda Turgut ÖZAL’ın Başbakan olmasından itibaren merkezi yönetim devamlı eleştirilir, yerel yönetim ise yüceltilir oldu. Merkezi yönetimin yetkilerinin çoğu yerel yönetimlere devredilirse ülkenin daha iyi yönetileceği, demokrasinin daha çok gelişeceği iddia edildi. Bu iddia sadece Özal dönemine özgü olmayıp günümüze kadar devam etti ve halen de yoğun bir şekilde bu propaganda yürütülmektedir. Bu şekilde propaganda yapanların başlıca gerekçeleri şunlar:
1-Merkezi yönetim nedeniyle özellikle taşradaki kamu kurumları merkezle uzun sürecek yazışmalar yapmak zorunda kalmakta, bu da hem kırtasiyeciliği artırmakta hem de kamu hizmetlerinin gecikmesine sebeb olmaktadır.
2-Merkezi yönetim nedeniyle halkın yönetime katılması güçleşmekte, bu da demokrasinin gerçekleşmesine engel olmaktadır.
3-Merkezi yönetim, kamu görevlileri üzerinde olumsuz etki yapabilir. Merkez adına görev yapanlar kamu hizmetlerinin önceliğini değil, merkezi yönetimin talimatlarını yerine getirmeyi tercih edebilirler.
4-Merkezde siyasi gücü elinde bulunduranlar, kamu hizmetlerini ülke genelinde ihtiyaç sıralamasına göre dağıtılması yerine, kendi seçim çevrelerine öncelik tanıma yoluna gidebilirler.
Merkezi yönetime karşı olanların ileri sürdükleri bu gerekçeler ilk bakışta haklı görülebilir. Ancak, konu tüm yönleriyle derinlemesine incelendiğinde durumun sanıldığı gibi olmadığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki;
Bir kere iletişim teknolojisindeki gelişmeler kırtasiyeciliği ve mesafe uzaklığını büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Artık, kamu kurumları eskiden olduğu gibi posta ile evrak gönderip haftalarca, aylarca cevap beklemek zorunda değildirler. Birçok kamu kurumu yazışmayı internet ortamında yapmakta, hem isteklerini çok hızlı bir biçimde ulaştırabilmekte hem de cevabını kısa sürede alabilmektedir. Bazı kamu kurumları halen eski usullerle çalışmaya devam ediyor olabilirler. Ancak, burada kusur merkezi yönetimde değil, kamu kurumlarını en son teknoloji ile donatmayan politikacılardadır.
İdare hukukunda “YETKİ GENİŞLİĞİ” diye adlandırılan bir kavram vardır. Buna göre merkezi yönetim mahalli ihtiyaçlar konusunda karar alma ve uygulama yetkisini illerde Valilere devredebilirler. Vali,kendi ilindeki kamu hizmetleri ile ilgili hususlarda merkezden talimat almaya ihtiyaç duymadan gerekli kararları alıp uygulayabilir. Böylece, kırtasiyecilik ve zaman kaybı önlenmiş olacaktır.
Halkın yönetime katılımının sağlanması isteniyorsa öncelikle yapılması gereken başka işler vardır. Bunlar siyasi partiler kanunu ile seçim kanunlarının demokratik hale getirilmesidir. Bu yapılmadan kesinlikle halkın yönetime katılması sağlanamaz. Bir parti genel başkanı 81 ilde milletvekili adaylarını tek başına belirleyebiliyorsa, halkın kendi seçeceği milletvekillerini belirleme imkanı yoksa orada ne yaparsanız yapın demokrasiden, halkın yönetime katılmasından söz edemezsiniz.
İnsanın bulunduğu her yerde usulsüzlüğün, yolsuzluğun olması muhtemeldir. Kamu yönetiminde gerek kamu görevlilerinin gerekse politikacıların usulsüzlük ve yolsuzluk yapmalarının önüne geçmek için yürütmenin işlemleri üzerinde yargı denetiminin olması şarttır. Ancak, bu sayede kamu yönetiminde objektiflik, tarafsızlık ve adalet sağlanabilir. Bunun olabilmesi için de yargının bağımsız olması gerektiği şüphesizdir.
Merkezi yönetimden büyük oranda vazgeçilerek devletin görev yetkilerinin büyük oranda yerel yönetimlere bırakılması, hatta merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerindeki İDARİ VESAYET yetkisinin kaldırılarak yerel yönetimlerin özerk hale getirilmesinin birçok sakıncası vardır. Bu sakıncaları burada tek tek saymak mümkün değildir.Ben bu sakıncalardan en önemli olanını açıklamak istiyorum.Şöyle:
Merkezi yönetimin görev ve yetkileri büyük oranda yerel yönetimlere bırakılır ve merkezi yönetimin  yerel yönetimler üzerindeki İDARİ VESAYET yetkisi kaldırılırsa PKK önce Doğu ve Güneydoğu Bölgemizde merkezden ayrı bir federe yönetim kurmak isteyecek, arkasından da şartlar olgunlaştığında Türkiye’den ayrılarak Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile birleşerek Büyük KÜRDİSTAN’ı kurmak isteyecektir. Üniter Devletten vazgeçerek yerel yönetimlere özerklik tanıdıktan sonra  uluslar arası hukuk açısından PKK’yı engellemek mümkün değildir. Tekrarlarsak yerel yönetimlere özerklik verirken ülkenin bölünüp parçalanmasını da göze almak gerekmektedir. Hiç kimse bunu göze alamaz. Hiç kimse yerel yönetimlere özerklik vermekle ülkenin bölünmeyeceğini iddia edemez.
Yukarıda açıkladığım gerekçelerle ÜNİTER DEVLET Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün güvencesidir. Bu sebeble de kesinlikle ÜNİTER DEVLETTEN VAZGEÇİLEMEZ. İstisnasız herkesin bu gerçeği kabul etmesi zorunludur.
 

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!