Ömer Beğ’in yaşadığı yıllarda Türk milletinin en önemli meselelerinin başında kuşkusuz milli şuur eksikliği gelmekteydi. Öyle ki imparatorluk siyaseti hükmü altındaki diğer milletlerin gücenmemesi ve böylelikle sultana bağlılıklarını koruması gayesiyle idareci milletin kendi milliyetini örtbas etmesi şeklinde neticesine haiz olan Osmanlıcılık ile mahduttu. Ancak millet üstü kimliklerin ve bunların siyasi teşkilatlanmaları olan imparatorlukların milli kimliklere ve ulus devletlere tekâmülü evresi bu yıllara rastlamaktaydı. Menşei doğrudan doğruya insan fıtratı olan bir kuvvet, (1) birçok harici siyasi desteği de arkasına alarak milletleri milliyet bilincine kavuşturuyor bu da milli teşkilatlanmalar için yürütücü bir güç oluşturuyordu. İşte bu yıllarda ne bir millet üstü teşkilatlanma olan Osmanlı İmparatorluğu ne bu teşkilattaki milletleri bir arada tutacağı öne sürülen Osmanlılık kimliği ne de bunun idamesini öngören Osmanlıcılık ideolojisi asrın tabi şartlarına uymak hususiyetini yitirmiş birer suni yapı, kimlik ve ideoloji olmaktan öte gidemez haldeydi. Hal böyle olunca sözü edilen devletin, kimliğin ve ideolojinin iflası tarihin tabi seyri dâhilinde vuku bulmuştu. İşte bu ahval ve şerait içinde Türk de milli kimliğin tekâmülü evresindeki tabi yerini alacak, milliyet şuuruna kavuşmak zorunda kalacaktı. Tam da bu noktada Türk milletinin kendisine kendi milliyetini anlatacak aydınlara ihtiyacı vardı. “Dönemin önemli ideallerinden biri de halkın kendisini fark etmesi, tarihten gelen varlığını idraki ve Türklük şuurunu kazanmasıydı.” (2) İşte Ömer Beğ’in önemi de burada kendisini tüm azametiyle göstermektedir. O umumi efkâra yerleşmenin devir için en etkili yolu olan edebiyatı kullanarak, -onu kesinlikle estetik hissiyatı tatmin gayesi olarak görmeksizin, yalnızca içtimai hayatın beslenmesinde bir araç olarak görmek suretiyle- Türk milletine kendisine has hususiyetleri gösterme, bir nevi yaygın eğitim verme görevini yerine getiriyordu. Dönemin en sıhhatli cereyanı ve okulu olan Türkçülük fikriyatını Ömer Seyfettin hikâyeleriyle yerleştiren bir edip olarak karşımıza çıkmaktaydı.”(3) Başını Vermeyen şehit, Pembe İncili Kaftan, Topuz, Vire, Kütük, Ferman, Kızıl Elma Neresi, Primo Türk Çocuğu bu ülküye yönelik eserlerin en önemlilerindendir. Sözgelimi Kızıl Elma Neresi öyküsü, Türk’e Kızıl Elma’sını yitirdiği bir dönemde böyle milli bir değeri hatırlatmakta, elmanın üstüne asırların örttüğü külleri üflemektedir. Öyküde “Kızıl Elma benim gitmek istediğim yer işte, Hakk’ın beni göndereceği yer!” diyen padişah aracılığıyla Türk milletinin varlık sebebinin hak yolunda yürümek olduğu vurgusu yapılır.
Primo Türk Çocuğu adlı öyküdeyse annesi İtalyan babası Türk bir küçük çocuğun ecdadının tarihi heybetinin de tesiriyle babasını yani Türklüğü seçmesi hadisesiyle Türk milliyetinin yaşanmak istenecek kadar hacimli bir geçmişi olduğu iletisi verilir.
Pembe İncili Kaftan’da Muhsin Çelebi karakteriyle Türk’ün genetik kodlarında yerini bulmuş ve idrak edilmeyi bekleyen yüksek insani vasıflar anlatılır.
Görüldüğü üzere Ömer Beğ, Türklerin tarihten gelen varlıklarını idrak etmeleri üzerine tarihte belki de yüzlercesi yaşanmış hadiseleri onlara öykü türü çerçevesi dâhilinde anlatmış ve bu sayede Türk milli uyanışında büyük pay sahibi olmuştur.
Yine Ömer Beğ’in döneminde milletin en mühim meselelerinden biri cehalettir denebilir. Taassubun en kesif noktasında olduğu, cemiyette aklın da naklin de sıhhatli olmadığı bu yıllarda Türk toplumunda dinin yanlış yorumlanmasından hatta yorumlanmamasından ötürü meydana gelen türlü içtimai aksaklıklar da Seyfettin’in hedefleri arasındadır. Sanduka, Hafiften Bir Sada, keramet türbe, Tos, Gizli Mabed bu yolda ilk akla gelenlerdir. Milli Edebiyat döneminde güdülen “yeni insanı inşa etme amacı” için eski bağnazlıklardan arınma yolundaki bu eserlein en dikkat çekicisi kuşkusuz Keramet’tir. Bu öyküde mahallelinin türbedeki ermişten ötürü mahallede çıkan yangının yayılmasının türbeden ileri gitmeyeceğine iman etmelerinden dolayı Çiroz Ahmet adlı bir hırsız tarafından türbenin soyulmasını fark edememeleri, hatta sandukayla mahallelinin ortasından geçen hırsız tablosuna “evliya yürüdü” şeklinde bir yorum getirmeleri ve bu sebeple soygunun farkına varamamaları gibi tirajik-komik bir hadise anlatılır. Bu, aslında devir insanının dini telakkilerinin vahim manzarasının bir teşhisi ve tenkidi hüviyetindedir. Türk insanının baş düşmanı cehalete karşı başlatılan eğitim seferberlikleri için her gün karşılaşılan bu gibi hadiseler tetikleyici olmuştur.
Yukarıda Osmanlıcılık anlayışının iflasından muhtasaran söz edilmişti. Bu iflasın zamanında idrak edilememesiyse Türkler için çok büyük zararlara sebep olmuştur. Osmanlılık kimliğinin ve Osmanlı devletinin farklı milletleri bir arada tutma özelliğini yitirmesine rağmen bunun Osmanlı idaresince fark edilemeyişi Balkanlar’da başlatılan Türklere yönelik soykırımlara da zamanında önlem almasına mani olmuştur. Türkler kendilerinden olmayan milletleri hala klasik çağdaki gibi, onlara gerekli maddi tatmini yaşattıkları çağdaki gibi kardeşçe yaşanabilecek kitleler olarak göredursunlar, Balkan milletleri çoktan Türklere karşı katliam faaliyetlerine başlamışlardı bile.
Ömer Seyfettin cemiyetin umumi efkarına yol gösterme görevini yerine getirmek üzere adeta bir felaket habercisi gibi Balkanlar’da olacaklara yönelik kehanetlerde bulunmuş ve yazık ki bunların tümü tarihi hadiselerle doğrulanmıştır. Hürriyet Bayrakları’nda yapılan bir küçük cebir hesabı özelde aynı cinsler arasında toplama işlemi yapılabileceğini, farklı cinslerin toplanamayacağını anlatırken, umumi manada “milliyet” gibi büyük bir farkı olan insan topluluklarının birbirleriyle toplama işlemine tabi tutulamayacağını daha sarih bir ifadeyle Osmanlıcılık’ın öngördüğü milletlerin Osmanlı adı altındaki tevhidinin asrın şartları gereği imkânsız olduğunu ifade eder. Ve yine öyküde, Bulgarların meşrutiyetle, kendilerine verilen geniş haklar ve ayrıcalıklarla, günümüzdeki deyimiyle bir nevi açılımla tatmin olacaklarına ve böylelikler imparatorluğa sadık kalacaklarına yönelik safça inancın, sahibini nasıl yanılttığı anlatılır. Öykü bu şahsın Bulgar köyünde uzaktan baktığında Hürriyet’i kutlayan bayraklar olarak gördüklerinin yanına gittiğinde kurutulmak üzere asılmış biberler olduğunu ve köyde bir Türk olarak pek hoş karşılanmadığını görmesiyle sonlanır.
Nakarat ise hoşlandığı bir Bulgar kızının kendisine balkondan söylediği Bulgarca şarkılara kendine göre müspet anlamlar yükleyen lakin bu şarkılardan birinin nakarat kısmının “Bizim olacak bizim olacak İstanbul bizim olacak” manasına geldiğini öğrenince beyninden vurulmuşa dönen Türk subayının saf bakışları ve ardından acı uyanışı vesilesiyle Osmanlıcılık gibi bir safiyet cereyanının ve iflasının milletimizde bıraktığı derin tesirleri anlatması bakımından önemlidir.
Burada yalnızca birkaç hikâyesinden yola çıkıldığında görülen odur ki Ömer Seyfettin Türk milletinin geçen asırda sahip olduğu en önemli yol göstericilerinden birisi olarak Türk fikir ve edebiyat tarihinde, daha umumi manada Türk tarihinde unutulmaz bir yer edinmiştir. Bugün de Türk milletinde görülen cehalet, bağnazlık, farklılıklara karşı saflık, kimlik bilinci gibi hususlardaki aksaklıkları düşünüldüğünde hala böyle bir mütefekkire şiddetle ihtiyaç olduğu anlaşılır. Neyse ki Ömer Beyefendi ölmemiştir. Onun hikâyeleri hala özünde pek de değişmeyen içtimai meselelerimize fikri rehberlik edecek kabiliyettedir. Onun ölümsüzlüğünün en sarih kanıtı da bu olsa gerekir. Bir kısım insanın dini duygularıyla birçok dini değerin rencide edildiği cemaatlere olan kaygı verici mutaassıp bağlanmışlığından küreselleşme gibi cereyanların tesirinde kendi tarihini öğrenmekten ve böylelikle milli kimliğinin farkına varmaktan uzak kalmışlığa kadar türlü sosyal buhranlar içinde bulunan Türkiye tablosuna sıhhatli bir nazar için Ömer Seyfettin’in fikirlerine ve bunların yoğunlaştırılmış (konsantre) hali olan hikayelerine başvurmak gereklidir.
Dipnot 1 Durmuş Hocaoğlu, Milliyetçiliğin Küresel Çapta Yükseldiği Bir Çağda Yeni Milliyetçilik, Yerli Düşünce, Şubat, 2008 2 Nesime Ceyhan, Milli Edebiyat döneminde Hikâye ve Roman, Azerbaycan Dergisi Türk Edebiyatı Özel Sayısı, (yayınlanmamış) 3 Nesime Ceyhan, İkinci Meşrutiyet Dönemi Türk Hikâyeciliğinde Tema, Gazi üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, Ankara 2006