Ümit Özdağ; Türkiye’nin Pakistanlaşma süreci başladı

İYİ Parti'nin, demokrasinin olmadığı bir ülkede, ağır baskılar altında, yokluklar ile mücadele edilerek kurulduğunu ifade eden Özdağ, "İYİ Partililerin büyük bir çoğunluğu Türkiye'nin karşı karşıya olduğu çok boyutlu ağır tehdit karşısında birleşmiş insanlardan oluşmuştur" dedi.

– İYİ Parti'de sular duruldu mu? Bize ne olduğunu anlatır mısınız?

İYİ Parti Türk siyasetinin en zor siyasal hareketlerinden birisidir. Bu zorluğun iki temel nedeni vardır. Birinci neden İYİ Parti hareketinin genetik dokusundan kaynaklanmaktadır. İYİ Parti, MHP'den ayrılan Türk Milliyetçiliği hareketinin en dinamik, en sorgulayıcı, demokratik talep seviyesi en yüksek ve mücadeleci kesimlerinin öncülüğünde kurulmuştur. Bu kesimler, MHP'de kongre sürecinde Balgat-Saray ittifakına karşı çok keskin ve sert bir demokrasi-hukuk devleti mücadelesi vererek, milli-demokratik bilinci sadece bilinç değil, eylem alanına dökmüşlerdir. Türk milliyetçilerinin İYİ Parti'yi kuran kesimi daha sonra Kirli Referandum sürecinde "Türk Milliyetçileri Hayır Diyor" platformunu kurarak, demokrasi ve hukuk devleti mücadelesini parti içi mücadeleden adeta milli mücadele alanına taşıdılar. Bu aşamada Türk Milliyetçilerinin MHP'de verdiği mücadeleyi saygı ile izleyen sağ ve soldaki yurtseverler "Türk Milliyetçileri Hayır Diyor" Platformunun çalışmalarına destek olmaya başladılar. Kirli Referandum sonrasında İYİ Parti'nin kuruluşu aşamasında referandumda başlayan birliktelik İYİ Parti'nin temelini de oluşturdu. İYİ Parti, Türk milliyetçilerinin, Ülkücü hareketin en dinamik, zinde, uyanık, sorgulayıcı, demokratik talepleri ve milli tehdit/fırsat konusunda en duyarlı kesimlerinin öncülüğünde sağdan sola, soldan sağa uzanan eksendeki milli ve demokratik duruşu temsil eden vatanseverler tarafından kurulmuştur. Bu Türkiye'nin nerede ise Birinci Meclis'ten buyana görmediği bir siyasal oluşumdur. Bu oluşumun mensupları, milli ve demokratik değerleri en üst noktada tutan, demokrasiye büyük değer veren, sorgulayan, biat etmeyi reddeden insanlardır. Böyle bir genetik yapıda tartışmada çok oluyor. Düşünce kodları yerine oturuyor. Bir yandan da dış baskılar devam ederken içeride sert ama demokratik tartışmalar, itirazlar oldu, olacak. Ne Sayın Genel başkanımız ne Genel Merkez unsurları bu itiraz ve tartışmaları baskıcı ve tasfiyeci bir tavır ile yok etme mücadelesi vermedi, aksine saygı ile karşıladık. Çünkü Türkiye'nin Türk milliyetçilerinin öncülüğünde yüzde 51'e ulaşacak bir siyasal harekete ihtiyaç duyduğu kesin. Bu da küçük olsun benim olsun tavrı ile olmaz.

"ARTIK FİKRİ VE İDEOLOJİK EKSEN ÇALIŞMALARINA DAHA FAZLA ZAMAN AYIRACAĞIMIZ BİR DÖNEME GİRDİK"

– İYİ Partililerin hepsi sizin tanımladığınız gibi mi?

Tabii ki, her yeni siyasal oluşum ile birlikte ortaya fırsatçılarda çıkar. Sayın Akşener, büyük bir değişim rüzgârı ortaya çıkarmıştır. Bu rüzgârdan istifade ederek, kısa zamanda, emeksiz başarı peşinde koşanlarda muhakkak olmuştur. Ancak, bunların sayısı çok azdır. İYİ Partililerin büyük bir çoğunluğu Türkiye'nin karşı karşıya olduğu çok boyutlu ağır tehdit karşısında birleşmiş insanlardan oluşmuştur. Bununla beraber, bütün İYİ Partililerin bir fikri/ideolojik eksen etrafında oluşması için gereken zamana İYİ Parti sahip olamamıştır. Artık fikri ve ideolojik eksen çalışmalarına daha fazla zaman ayıracağımız bir döneme girdik.

– İYİ Parti'nin karşı karşıya olduğu başka zorluklar oldu mu?

İYİ Parti'nin karşı karşıya olduğu ikinci büyük zorluk, kurulduğu günden itibaren AKP devlet mekanizmasının ve psikolojik savaş unsurlarının sürekli baskı ve saldırısı altında kalmış olmasıdır. İYİ Parti bu baskılar ve saldırılar altında bütünimkan, kaynak ve dikkatleri gerçekleşecek bir erken genel seçime partiyi hazırlamaya odaklanmıştı. Fikri bütünlüğün sağlanmasına, parti kimliğinin keskin bir şekilde oluşmasına zaman kalmamıştı. Şimdi ifade ettiğim gibi bu çalışmalara yoğunlaşacağız.

– Peki, İYİ Parti erken genel seçimlerde başarılı olmuş mudur?

Kendi koyduğumuz hedeflere ulaşmak açısından başarılı olduk mu? Hayır. Peki, mevcut şartlar altında başarılı olduk mu? Evet olduk. Bütün devlet kaynaklarının İYİ Parti'nin tasfiye edilmesi, seçime sokulmaması üzerine kurgulandığı bir Türkiye'de parasız girdiğimiz seçimlerden 43 milletvekili ve yüzde 10 oy ile çıktık. Gerçekçi olalım, bu büyük bir başarıdır. Daha başarılı olabilir miydik? Evet, olabilirdik ancak sonuçta "daha da başarılı olabilirdik" düşüncesi ile mevcut başarıyı küçümseme hakkımızın olmadığını düşünüyorum.

"DEMOKRATİK KÜLTÜRÜ YANSITAN BİR ÇALIŞTAY OLDU"

– Seçimlerden sonra ne oldu?

Başkan seçimlerin sonuçlarının incelenmesi için bir çalıştay düzenlenmesini istedi. Çok başarılı, İYİ Parti'nin Türk siyasetine enjekte etmeye çalıştığı demokratik kültürü yansıtan bir çalıştay oldu. Genel Başkan çalıştay ile yetinmedi ve kongrenin yolunu açtı. Ve kendisi yoldan çekildi. Dileyen, ben dahil genel başkan adayı olarak çıkabilirdik. Ancak bütün parti kadroları Sayın Akşener'in genel başkanlığında yola devam etme konusunda kesin karar aldık. Ve düzenlenen kongrede Sayın Akşener ile yola devam edilme kararı teyit edildi.

YERİNE KONULACAK BİR BAŞKA PARTİ DE YOKTUR"

– Kongre sonrasında bazı eleştiriler devam etti, ediyor…

Öncelikle biz İYİ Parti olarak eleştirilerden korkmuyoruz. Yapıcı eleştirilerin bizi güçlendireceğini düşünüyoruz, bu eleştirilerden faydalanıyoruz. Kabullenmediğimiz haksız eleştiriler veya psikolojik operasyonlar. Bazıları, "İYİ Parti'den ülkücüler tasfiye ediliyor" derken bazıları "İYİ Parti ülkücüleşiyor, MHP'lileşiyor" iddialarını ortaya atıyorlar. Her ikisinin birden olması zaten mümkün değil. İYİ Parti'nin siyasi kimliğini herhangi bir kişinin İYİ Parti'de olması veya olmaması değil, öncelikle programı ve partinin politikaları/söylemleri/eylemleri belirler. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti'nin milli devlet kimliğine yönelik en büyük tehdidi teşkil eden sayıları 3,5 milyonu aşan ve 2040'da 7,5 milyonu bulacak olan Suriyeli sığınmacılar konusunda en sert vekararlı tavrı İYİ Parti sergilemektedir. Sayın Akşener, Suriyeli sığınmacıların çok büyük bir bölümünün İYİ Parti iktidarında bir sene içinde ülkelerine yollanacaklarını açıklamıştır. Erdoğan tarafından İran'a sınır dışı edilmek istenen Türk milliyetçisi Rahim Cevadbeyli'ye sahip çıkan, başdanışmanını Van'a mülteci kampına yollayan Sayın Akşener'dir. Suudilerin PKK/PYD'yi destekleme terbiyesizliğine karşı en sert tavrı sergileyen yine İYİ Parti genel başkanı olmuştur. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Söylemek istediğim, İYİ Parti'yi anlamak için bakmamız gereken yer politikalarıdır.

Sonuç olarak İYİ Parti yönetimine eleştirisi olan arkadaşlarımızı bu eleştirilerini yapıcı bir şekilde gündeme taşıyarak partiye katkı vermeye çağırıyoruz. Şurası unutulmasın ki, İYİ Parti, demokrasinin olmadığı bir ülkede, ağır baskılar altında, yokluklar ile mücadele edilerek kurulmuş Türk milliyetçilerinin ve yurtseverlerin tek partisi olmak durumundadır. Eksikleri, hataları vardır. Ancak yerine konulacak bir başka parti de yoktur. Bunu bilerek İYİ Parti'yi eleştirmeliyiz.

– Bazı İYİ Partililerin partiye girmeden önce yapmış oldukları açıklamalar da tartışma yaratıyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Bazı üyelerimizin hatta yöneticilerimizin İYİ Parti mensubu olmadan önce yapmış oldukları siyasi açıklamalar İYİ Parti'yi asla bağlamaz. Bu kişiler artık İYİ Parti üyesi olarak İYİ Parti'nin politikaları ile bağlıdırlar. Eğer eski söylemlerinin arkasında dururlar ve ısrar ederler ise İYİ Parti bu kişiler ile yollarını ayırır.

"BURNUNUN UCUNU GÖREMEYEN POLİTİKANIN SONUCU"

– Biraz dış politikaya dönelim. AKP'nin Suriye politikası ve Türkiye'ye maliyeti nelerdir?

AKP'nin Suriye politikası 2011 yılına kadar 57. Hükümet zamanında temelleri atılmış devlet politikası olarak sürdürülen başarılı bir politikaydı. Suriye ve Türkiye ilişkileri çok olumlu bir zemine oturmuştu. Ancak Arap Baharı denilen sürecin başlaması ile birlikte ABD'nin teşviki ile Erdoğan ve Davutoğlu Suriye'de iktidara Müslüman kardeşleri getirebilecekleri inancı ile Suriye'de iç karışıklığı teşvik ettiren bir politika benimsediler. Kısa bir süre sonra Müslüman kardeşlerin iktidara gelemeyeceğinin açığa çıkması üzerine yöntemlerini değiştirdiler ve selefi cihatçı grupları desteklenmeye başlandılar. Daha sonra ABD ile Suriye politikasında bir yol ayrımı yaşandı. Bunun nedeni Selefi cihatçıların Libya'da Amerikan Büyükelçisini öldürmeleriydi. Bu durum ABD'de de 11 Eylül etkisi yarattı. Amerikalılar Suriye politikalarını değiştirme sürecine girdiler. Erdoğan ve Davutoğlu ise Suriye'de Selefi Cihatçılarla birlikte çalışmayı tercih ettiler ve rejimi devirmeye çalıştılar. Bütün bunlar olurken Libya'da hata yaptığını düşünen Rusya ve Suriye'de rejimin devrilmesinin kendi stratejik menfaatlerine ağır tehdit olarak gören İran, Suriye'de sürece müdahil oldular. Bölgedeki bütün Şii potansiyeli ortaya çıkardılar. Böylece bir taraftan Hizbullah diğer yandan Irak Şiileri Esad yanlısı tavır alınca bilindiği gibi Esad Suriye'de adım adım tekrar kontrolü ele aldı. Şimdi ise Esad rejimi İdlib'te son hamleyi yapmak üzere. Ama bu politika bize çok pahalıya mal oldu. İki terör örgütü PKK ve IŞİD, Suriye'nin Kuzeyinde kendi devletçiklerini kurdular. IŞİD'in kurduğu yapılanmayı ortadan kaldırmak için Fırat Kalkan'ı operasyonunu yapmak zorunda kaldık. Çok zor bir operasyondu. Daha sonra PKK ile mücadelenin bir aşaması gerçekleştirildi ve Afrin'e yapılan operasyon ile bu bölge terör örgütü PKK'nın elinden alındı. Ancak Amerika, Menbiç ve daha doğuya şuana kadar Türkiye'nin girmesine izin vermiş değil. Menbiç'te bir operasyon yok. Türk milleti ile alay ediliyor ve oyalanıyor. Bu arada Türkiye 38 Milyar Dolara yakın bir parayı Suriyeli mülteciler için harcadı. Türkiye'de resmi rakamlara göre 3,5 milyon Suriyeli bulunuyor. Bu rakam 2040 yılında 7,5 milyona çıkacak. Türkiye'de 7,5 milyon Arap'ın olması demek milli devletin sosyolojik dokusunun ortadan kalkması demektir. Türk milleti için son bin yılda 4 büyük tehdit vardır. Bunlardan 1'incisi Türklerin Anadolu'dan sürmeyi amaçlayan Haçlı seferleridir. 2'incisi Ankara Savaşı, 3'üncüsü Mondros mütarekesi sonrasında yaşananlar ve Sevr Anlaşmasına kadar süreçtir. 4'üncüsü ise Türkiye'nin milli etnik dokusunu kökten değiştirecek ve bir milli devlet varlığını imkânsız hala getirecek olan Suriyeli sığınmacı istilasıdır. Burnunun ucunu göremeyen politikanın sonucu olarak Türkiye'ye maliyetleri bunlardır.

– Olası bir İdlib operasyonu sonrası Türkiye'ye yönelik yeni bir göç dalgası olabileceği ifade ediliyor. Bunun sonucunda ise Türkiye'nin Pakistanlaşma sürecine girebileceği yorumları yapılıyor?

Esasen Türkiye'nin Pakistanlaşma süreci başlamıştır. Yeni değildir. İdlib'deki dar alanda birbiri ile düşman olan selefi yapıların Türkiye'nin içine doğru itilmesi ciddi bir sıkıntı doğurur. Ancak Erdoğan'da durumun vahametin farkında ki, eğer İdlib'e yönelik Suriye askeri operasyonu başlarsa geri çekilmenin Türkiye sınırları içine değil Suriye'de kurulacak bir tampon bölgede olması konusunda devlet içerisinde mutabakat oluşmuş görünüyor.

"50 TANE PAPAZI TUTUKLASAK YİNE DE BİR ŞEY OLMAZDI"

– Ekonomide yaşananlar ABD ile yaşanan Papaz krizine bağlanıyor. Ekonomik alanda yaşananları Papaz krizine bağlamak doğru mu?

AKP'nin ekonomi politikaları nedeniyle ekonomide çöküş geliyordu. Biz bunu seçimlerden önce birçok kez söyledik. Seçimlerin erkene alınmasının nedeni de bu ekonomik çöküşün gelmesiydi. Şimdi bu ekonomik çöküşü örtmek amacıyla ABD ile kriz ön plana çıkarılıyor. Sanki ekonomik bir savaş varmış gibi gösterilmek isteniyor. ABD'nin Türkiye'nin açık yaralarına tuz biber ektiğini görüyoruz. Ama bir ekonomik savaştan ekonomik ambargodan bahsetmek mümkün değil. Amerikalıların yaptığı şu aşamada Papazı geri alabilmek için Türk ekonomisinde zafiyetleri istismar etmek. Eğer gerçekten ekonomik savaş olsaydı Recep Tayyip Erdoğan 11 Milyar Dolarlık uçak ihalesini durdururdu. Neden durdurmuyor? Amerika'dan Saray'da kullanım için aldıkları 67 tane süper lüks jeep var. Ekonomik savaş varsa bu jeepler başkanlık sarayında neden hala kullanmaya devam ediyorlar? Bu gibi örnekleri artırabiliriz. Kimse milletin aklı ile alay etmesin. Eğer bankalarımızın finansal durumu sağlam olsaydı, Merkez Bankasında bu senenin borçlarını ödeyecek para olsaydı ve cari açığımız bu kadar yüksek olmasaydı bir tane değil 50 tane papazı tutuklasak yine de bir şey olmazdı.

"TÜRK TARİHİ ÖNÜNDE EN AĞIR ŞEKİLDE YARGILANACAKTIR"

– Kıbrıs'ta son durum nedir?

Kıbrıs Türkiye için milli bir davadır. Kıbrıs'ta geri atmayı düşünmek taviz vermeyi düşünmek akıldan uzak Türk milletinin milli menfaatlerine yapılmış bir ihanet olur. Hangi siyasetçi ya da idareci böyle bir adım atarsa bilsin ki Türk tarihi önünde en ağır şekilde yargılanacaktır. Toprak kaybetmekle suçlanacak ve tarih de onu asla unutmayacaktır. Kıbrıs'tan taviz verilmesi söz konusu değildir. Ama şunu da görüyoruz ki bir süredir Kıbrıs'ta Rumlara teslimiyetçi çizgiyi savunan siyasiler etkin olabiliyorlar. Bu siyasilerin dışarıdan desteklendiğini de biliyoruz. Batı tarafından övüldüklerini biliyoruz. Ama mesele bunları batının övmesi ve destek vermesi değil Erdoğan'ın Kıbrıs konusunda hala kafasının net olmamasıdır. Erdoğan Kıbrıs'ı bir pazarlık aracı haline getirebilir mi getirebilir. Bakın bugün Katar'dan gelecek 15 milyar Dolardan bahsediliyor. Ne verilecek bunun karşılığında Katar'a toprak verilecek. Kardeşim kimin toprağını kime veriyorsunuz nasıl toprak satıyorsunuz? Bunun açıklaması gerekiyor. Türkiye'nin hangi bölgeleri katarlılara satılıyor. Eğer katarlılar fabrika satın alacak ve yatırım yapacaksa tamam. Türk toprakları neden katarlılara satılır? Bunu anlamak ve kabul etmek mümkün değil.

Zafer Partisi
Zafer Partisi
Giriş Yap

Haberiniz.com.tr ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!